- 880 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
NADİA
— Nadia bebeğim!
Dalıp gitmişti çocukluğuna… Duymuyordu; her gece tenine değen, kaba, değişken sesleri Nadia.
Avizenin renkli ışıklarının yakamozu çağrıştırdığı aynalarla kaplı odada üryan bir şekilde ipek örtülü yatağa sere serpe uzanmıştı. Dişiliği ve çekiciliği karşısında ipeklerin parlaklığı sönük kalıyordu. Her günü ay ışığı ile başlıyor, gün ağarmadan gidiyordu ay karanlığı ile gelen… Dudaklarına sürdüğü boyayı silmek için ayna karşısına geçtiği zamanlarda, silecek bir şey kalmadığını görünce yaşantısından tiksiniyordu.
Kaba bulduğu sesi yanıtlamadı. Bu ses sahiplerine yaşamın sunduğunun fazlalığını, içindeki özgürlük güneşinin söndüğünü düşünüyor ve her defasında dalıp gidiyordu.
Henüz okul çağı gelmediği için resim yapmaya ayıracağı bolca vakti vardı. Eline geçirdiği beyaz kâğıtları hiç bir boşluk bırakmadan boyuyor, gündüz yetmiyormuş gibi rüyalarını da resim yapma hevesi dolduruyordu. Her birine ufacık yüreğinden kopan bir yaşam sığdırıyordu. Kurgulayıp, tamamladıklarını annesine gösteriyor, sevgi ile öpülüp, koklanmaktan büyük bir mutluluk duyuyordu. Babası resim yapmasına olumsuz bakmıyordu ama kızının tüm zamanını böyle geçirmesini annesi kadar benimsemiyordu. Her iş dönüşü yanına koştuğunda; resimlere şöyle bir göz atılıyor ama bu bakışın sonu rakamlar ve hesaplamalarla dolu bir sürü soru ile bitiyordu. Nadia, sorular karşısında sıkılsa da ilgisiz kalmıyor, kıvrak zekâsı ile verdiği yanıtlar çoğu zaman babasını şaşırtıyordu. Böyle zamanlarda annesinin kucaklamaları gibi kucaklanıyordu. İyi bir meslek sahibi olabilmesi arzulanıyordu. Nadia ise yalnızca annesi tarafından öpülüp, koklanmak değil, iyi bir ressam ya da resim öğretmeni olmak istiyordu. Ama rakamlar karşısındaki kıvraklığını gören babası her defasında annesine dönüp:
—Aferin kızıma, matematikçi olacak göreceksin, dediğinde; makinede dikiş dikmekten başka mesleki bir yeteneği olmayan annesi; önce Nadia’nın gözlerine, sonra evin duvarına birlikte astıkları resimlere bakıp makinenin ayağını çevirirken dalıp gidiyordu. Okuyamadığı, bir iş sahibi olamadığı için yaşamın kendisine çok şey sunamadığını düşünüyordu belki.
Nadia ise “Baba ben resim yapmayı daha çok seviyorum.” cümlesini hep içinden sessizce söylüyordu. Babası üzülsün istemiyordu.
—Baba yarın gelirken boya kalemi getirir misin bana, diyerek kendince mesaj vermeyi yeğliyordu.
Annesi ile tekrar göz göze geldiklerinde kızının bu yaştaki olgun cümleleri karşısında bir başka gururla çevriliyordu dikiş makinesinin ayağı. Annesinin çatık kaşları gevşiyor, sırtının kamburu dikleşiyor, yüzüne bir gülümseme yayılıyordu. Nadia annesinin eski ruh halinden kurtulup şimdiki sevecen haline bürünmesi karşısında zafer kazanmış edasıyla babasının kucağına yayılıyor, “getirir benim babam” diyerek naz yapıyordu.
Beyaz kâğıtlarda boyadan soluk alacak yer kalmadığı günlerden birinde babası:
—Nadia, hazırlan. Okullu olmanın zamanı geldi, diye seslendi. Okul kelimesini duyan Nadia elinde boya kalemleri ve bir tomar kâğıtla ürkek bir bıldırcın gibi ama sevinçle babasının yanına koşuverdi.
Babasıyla okula ulaştıklarında koridordaki panolara asılı resimleri gören Nadia kendinden geçti. Bir an tüm panolarda yalnızca kendi resimlerinin asılı olduğunu, henüz karşılaşmadığı arkadaşlarının, öğretmeninin hatta diğer sınıflardaki öğrencilerin kendisini yeteneğinden ötürü tebrik ettiklerini hayal ediyordu ki babası kolundan çekiştirdi. Diğer kolu ile kucakladığı malzemeleri düşürmemek için büyük bir çaba sarf etti. Yarı tökezleyerek babasını takip etti. Kayıt işlemleri bitmiş, okul yaşantısı başlamıştı artık.
Aradan birkaç hafta geçmemişti ki okul müdürü babasını çağırdı. Babası okula giderken kızının resim tutkusu yüzünden derslerinden geri kalmış olabileceğini düşünüyordu. Fakat okul müdürü ile yaptığı görüşmeden mutlu ayrılmıştı. Çünkü kendisine kızının zekâ düzeyinin oldukça iyi olduğu söylenmişti. Eğer uygun görülürse bir üst sınıfa alma düşünceleri iletilmişti.
Nadia artık ikinci sınıf öğrencisiydi. Arkadaşları ve öğretmeni değişmişti ama olsun bunları da tanır, severdi. İşin ucunda bir an önce hayallerini gerçekleştirmek vardı.
Yeni sınıfındaki ilk gününde öğretmeni:
— Çocuklar, hepiniz hafta sonunda evinizin ortamını resmedip getirin. Güzel olanları
panoya asacağım ona göre, dedi. Nadia’nın gözleri parladı. Daha eve gitmeden yapacağı resmi beyninde tasarlamaya başladı. Hafta sonu sabahın erken saatlerinden akşam saatlerine kadar bahçe masasında oturup resmini tamamladı. Bitirdiği resmi annesine gösterdiğinde yine sarılıp koklamalar…
Hafta başında resimler öğretmene teslim edilmişti. Nadia bir gün sonrasını iple çekiyordu. O gece, yaptığı resmin asılı olduğu panonun başında arkadaşlarının kümelenişinin rüyasını gördü. Sabahleyin gülümsemeyle uyandı. Okula gittiğinde soluğu koridordaki resim panolarının önünde aldı. Panodan panoya koştu durdu. Tüm arkadaşlarının yapmış oldukları resimler var, kendi resmi yoktu. Heyecanla öğretmeninin yanına koştu.
— Öğretmenim benim yaptığım resmi asmayı unuttunuz galiba, dedi. Öğretmeni:
— Hayır! Nadia unutmadım. Asmadım. Çünkü doğayı katletmişsin sen, dedi.
Nadia, odadaki diğer öğretmenlerle göz göze geldi. Yüzünü ateş bastı, yanaklarının pembeleştiğini hissetti. Göz göze gelişler sırasında annesinin makine başındaki ezik halini anımsadı. Kendisi de aynı durumdaydı. Acaba annesine de öğretmeni doğayı katlettiğini mi söylemişti? Hiçbir şey söyleyemeden sırtında tonlarca yükle, başı öne eğik olarak öğretmeninin yanından ayrıldı.
O gün, her günkü alışkanlığı olan ders aralarında resim yapmak aklına gelmedi. Boya kalemleri hiç tükenmedi. Her gün çabucak geçen zaman geçmek bilmedi.
Akşam eve gittiğinde annesinin meraklı bakışları altında duvarda asılı tüm resimleri indirip yeni resmini astı ve karşısına oturdu. Gözleri nemliydi. Artık okula gitmek, resim yapmak, resim öğretmeni olmak istemiyordu.
Babası her ne kadar resim yapmasından hoşnut değilse de, öğretmeninin bu tutumunu beğenmemişti. Ertesi gün elinde Nadia’nın yaptığı resim ile beraber öğretmenin karşısındaydı. Resmi masanın üzerine koyduktan sonra öğretmene dönerek kızgın bir ses tonuyla:
— Öğretmenim, işte bu evimiz, bu bahçedeki ağacımız, bu masamız, bu da köpeğimiz.
Nasıl katletmiş doğayı kızım söyler misiniz, dedi? Öğretmen resme doğru eğilerek:
— Görmüyor musunuz beyefendi? Kâğıdın sağında ve solunda iki tane güneş var.
Olmaz, doğaya aykırı bu, dedi. Olup biteni izlemekte olan Nadia:
— Ama öğretmenim! Bahçemizde resmi yapmaya başladığımda sabahtı. Güneş yeni
doğuyordu, onu çizdim. Sonra akşam olmuştu. Güneş batıyordu, onu da çizdim. Ben doğayı katletmedim, diyerek gözleri yaşlı bir şekilde koşarak odadan ayrıldı.
- Nadia bebeğim!
Bu söylem ile kendine gelir gibi oldu. Ne olurdu yaşam insanlara hep güzellikler sunsaydı? Kendisine sunulanın yetmezliğini düşündü. İyi bir yaşantısı olsun istemişti. Hayalleri gerçekleşmemişti. Çocukluğunda yaptığı resimlere çizdiği iki güneşin biri bile yoktu şimdi yanında. İlk kez birlikte olduğu kaba sesin sahibinin incelmiş, acıma hissi dolu “Nadia bebeğim! Ağlıyor musun?” sorusu ile geçmişinden koptu. Bu soruya yanıt vermedi.
Bir süre sonra; evlerinde resimlerini astığı duvara en son çivilediği “Matematik Bölümü” yazılı üniversite diplomasını, annesinin dalgın bir şekilde gözlerine bakıp dikiş makinesinin ayağını çevirişini anımsadı ve diplomasız işine döndü…
Mehmet Kuvvet
SOMAS’TAN AT IŞIĞINA ADLI KİTABIMDAN...
YORUMLAR
yazınızı okurken gözlerim doldu,Nadia yerine Neriman yazılmış olsaydı,ufak tefek farklılıklarla kesin benim hayatım derdim.ilk okul 1. sınıfı 2 ay okuduktan sonra 2. sınıfa geçtim.orta okula''Kız Ensütüsü'ne '' komşumuzun sayesinde kayıt oldum.Babamın 2 yıl sonra haberi oldu.El becerilerimin Öğretmenlerim tarafından takdire şayan olmasından ve beni yönlendirmelerinden dolayı ev ekonomisi öğretmeni olmaya karar verdim.Ama ne mümkün....orta okula''paramız yok,ablangil okumadı sende okuma''Lisede'' erkek öğrencilerle kızlar birlikte oturuyormuş,olmaz...'' Sağlık koleji'nde sadece kızlar varmış üstelikte parasızmış ''bari oraya gideyim''.Uzun uzun düşünmelerin sonunda ''eh..iyi madem ,git''
-Orta okula ,ablamlar okumadığı için 2 yıl saklı gittim.
-Polis kolejini kazandım,Abim ''bizim sülalede polislere yer yok '' dedi evraklarımı yırttı.
-Düz lise de erkek öğrenciler var gidemezsin .
-Sağlık koleji hem parasız hemde sadece kızlar olduğu için,lütfedip okumama müsade ettiler.
Hayallerimde yaşattığım mesleğimi içimin en derinlerine hapsedip,babamın deyimiyle dokdor gız oldum.''şimdi beni ne zaman kucaklasa gözleri yaşarır,Hemşire olmama rağmen ''iki gözüm,biricik dokdor gızım ''der.
25 yıl Hemşirelik yaptıktan sonra şimdi evimde ev ekomomisine katkıda bulunuyorum.