- 4288 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE TÜRK ŞİİRİ
pamukkale üniversitesi yeni türk edebiyatı ile ilgili tezimin ilk 2 sayfası
TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE TÜRK ŞİİRİ ve 2. YENİNİN TÜRK ŞİİRİNDEKİ YERİ
Türk edebiyatı, Osmanlı imparatorluğunun Tanzimat ile birlikte batıya yönelmesiyle yeni bir anlayış, kavrayış ve bambaşka bir bakış açısı kazanmıştır. Toplumsal olayların siyasi ve kültürel hareketliliğin de rol oynadığı bu değişimde, edebiyat içerisinde şiirin bir dil işçiliği olması vesilesiyle, dilin de bundan bağımsız olamayacağına göre, Türk edebiyatında şiirin Tanzimat’tan günümüze kadar geçirmiş olduğu merhaleleri ele almak faydalı olacaktır.
2.yeni hareketine gelinceye kadar Türk şiirinin beslendiği kaynaklar, ideolojiler ve akımlar, tıpkı okyanusa ulaşmaya çalışan bir nehrin birçok kaynaktan beslenerek varlığının sürdürmesi gibi Türk şiiri de beslenip gelişerek Türk edebiyatı okyanusuna katılma serüveni yaşamıştır.
Osmanlı imparatorluğunun 3 Kasım 1839 yılında ilan edilen Gülhane-i Hatt-ı Hümayunla devletçe ilan edilen Tanzimat-ı Hayriye, imparatorlukta yüzyıllarca süregelen ortaçağ zihniyetinin yerine modern çağların getirdiği zihniyet ve davranışlar yer almıştır.
Türk yaşayışında Doğu Medeniyetinden ve yaşayış biçiminden Batı Medeniyetine ve yaşayış şekline bir geçiş olan Tanzimat devrinin her alanında ortaya çıkan Doğu- Batı çatışması, kısa zamanda kendini edebiyatta ve edebiyat türlerinde hissettirir. Zaman zaman eski- yeni çatışması olarak da gündeme gelmiştir.
Tanzimat edebiyatı olarak ifade edilen dönem 1860–1896 yılları İbrahim Şinasi efendinin batılı tarzda kaleme aldığı şair evlenmesini yayımlamasıyla başlar. Batılı eserlerin tercümesi edebiyata yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Şiirde ön plana çıkan Namık Kemal, Recai-zade Mahmut Ekrem, ve Abdülhak Hamit Tarhan gibi şairler bu hareketin öncüleri olmuştur.
Eserlerinde özellikle şiirde Batıyı esas alma anlayışıyla divan edebiyatı geleneği ve şekliyle şiir yazan yazarlar arasında bir çatışma başlar. Bu çatışmada Eski taraftarlarının öncüsü Muallim Naci ile Yeniyi temsi eden Recai-zade taraftarları zaman zaman şiddetli tartışmalar yaşamışlardır. Şerif AKTAŞ’ın bu dönem şiiri ile ilgili yorumunda: bütünüyle bu şiir işlediği temalar, bir türlü bulamadığı kendine özgü ses ve söyleyiş tarzı, şekil denemeleri, dildeki karasızlık ve karmaşa, hayal ve fikir dünyasında yolladığı kapılar, varlığındaki estetik karmaşa ile söz konusu geçiş dönemini çok iyi temsil eden bir belge konumunda olduğunu, yeni değer arayışlarının şiire yansıması olarak Recai-zadenin ölüm karşısındaki teslimiyetin rahatlığına sığınmayan çaresizliği, Namık kemalin gür ses perdesi arkasındaki sızlanışı aynı huzursuzluğun farklı görüşleri olduğunu ifade eder.
Şinasi’nin tercüme-i manzume eserinde (1859) yeni tarz bir edebiyata geçişin izlerini taşır. Bu eserde model arayışının ıstırabını duyan şiirimizde batı dünyasına yönelmeyi, işlenecek konular temaların, ihtiyaç duyulan sesin ve söyleyiş tarzıyla ilgili özelliklerin aranacağı yeri göstermekte, şiire has dikkati Fransız edebiyatı üzerine yöneltmektedir.
Şinasi ile başlayıp Namık kemal ve Ziya Paşa ile devam eden Türk edebiyatını ve şiirini batılılaştırma girişimi, nazmın tekniğinden çok temalara ve söyleyişe yöneliktir. Yeni temalar ferdi duygu ve hayallerin yanına eklenen ve Tanzimat hareketinin özüne uygun olan hak adalet, medeniyet, kanun, vatan, hürriyet gibi sosyal ve siyasi temalardır. Şiir böylece bir yönden bireysel temaları işlerken bir yönden de çevreye, sosyal yaşayışa yönelir. Yeni, Eski şiirin aksine hayata açılır, divan şiirinin soyutluluğundan –özellikle sevgilinin selvi boylu ,nokta ağızlı , kıl belli,kara ve yılan saçlı ,ok kirpikli –klişeleşmiş gerçek dışı özelliklerini bırakarak daha somut bir ifade kullanmaya başlamıştır.Yine soyut tabiatın yerini somut tabiat almaya başlamış, divan nazmında bulunmayan Fransız nazmından etkilenerek yaratılan yeni şekiller oluşturulmaya başlanmıştır.
Batının edebi akımları da bu dönemde hissedilmeye başlanır. Şinasi’de Fransız Klasizmin yanı sıra asıl hakim olan edebi akım, Namık Kemal, Hamit ve Erkemde de görülen Romantizm akımıdır.
1888’den sonra Eski Edebiyatı tutan gençlerin yanı sıra daha çok Ekremin telkinleri ile yeni bir edebi nesil yetişmeye başlar. Yeni bir edebiyat kurmak istedikleri için Edebiyat-ı Cedideciler(yeni edebiyatçılar) Servet-i Fünun dergisinde toplandıkları için de Servet-i Fünuncular diye anılmaya başlayan gençler 1896 yılında Tevfik Fikretin derginin yazı işlerini üzerine almasıyla başlar.
Servet-i Fünun’un yazı kadrosunun içinde 10 şair vardır. Bunlardan Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Hüseyin Siret, Süleyman Nazif gibi önemli isimlerden oluşmaktadır
Bu dönemin özelliği olarak vezin yine aruzdur ama sesçe güzel olan kelimeleri kullanmak isteğiyle Türkçeye Arapça ve Farsçadan alınan pek çok kelime ve çağdaş Fransız şiirinden aktarılan birçok yeni hayaller ise Türk şiirini yabancılaştırıyor ve anlamsızlaştırıyor eleştirisiyle karşı karşıya kalmışlardır. Servet-i Fünun topluluğunun şiire getirdiği yeniliklere değinecek olursak: divan şiirine ait şekilleri ya tamamen kaldırdılar ya da tanınmaz hale getirdiler(serbest müstezat). Fransız şiiri nazım şekillerini (sone, terze-rima )kullandılar. Kendi buluşları olan yeni tarzlar denediler.
Tema da yine Ekrem ve Hamit’te olduğu gibi ferdi konular işlendi. Bunu dışına çıkan Tevfik Fikret ve Süleyman Nazif ferdi temaların yanı sıra sosyal temaları da (taassup, gerilik, medeniyet) işlemişlerdir.