- 1512 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Düğün
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Son gittiğimiz düğünü unutamam. Bunun birçok sebebi var. Düğünün yapıldığı yerin seçimi, sebeplerin başta geleni. Çağrılı olduğumuz düğün sahipleri ve harika manzaralar, muhteşem çiçekler, insanı sanki bir hayâl ülkesinde yaşatan ağaçlar…
Aman Allah’ım, yeşil bu kadar mı güzel olurdu? Ton farkıyla kucak kucak yeşil, bizim en sevdiğimiz renk. İnsana huzur veren küçücük ama etkileyici bir dünya, ayaklarımızın altında uzanıyor.
Yemyeşil çayırların arasında uzanan patika yollar… Yolun sağında solunda iki sıra halinde sere serpe dizilmiş eğreltiler, kekikler, kaya yosunları, yer çilekleri, naneler, ocak ocak zambaklar, acı düğlekler, yavşanlar. Topraktan sanki başını henüz kaldırmış gibi duran küçük kayaların dibinde tutunmuş kapariler, pembeli, sarılı çiçekler… Doğal kayacıklarla bir kenarı belirlenmiş, yemyeşil çimenleri başkaldırmış patika yoldayız. İlgimizi çeken o kadar çok şey var ki burada… Salkım saçak mimozalara mı bakacaksın, küpelerini dökmüş kaparilere mi, mor renklerinin arasına eflatun çizgiler düşürmüş olan papatyalara mı, açarken sarılarını giyinmiş buz çiçeklerine mi?
Baksana, kelebekler bile şaşkın. Bin bir renkle kuşanmış yüzlerce kelebek, o çiçekten bu çiçeğe konuyor, dans ediyor.
Sağda ufacık bir gölet, çimenlerin arasından başını uzatıyor, bize de görünmek istiyor. Aynasında irili ufaklı ağaçların renkli gölgeleri içinde masmavi bir gökyüzü uzanıyor. Kaktüs yemişleri olgunlaşmış ama koruyucu dikenlerini ansızın batıracak eller arıyor.
Durum, senin de ilgini çekmiş olmalı, sordun:
- Görüyor musun kaktüsü? dedin.
- Yemişlerini mi?
- Evet.
- Bir keresinde, dedim, onlardan birini koparmış, çıplak elle kabuklarını soymuştum. Tadına bakacak, nasıl bir şey olduğunu anlayacaktım.
- Anladın mı?
- Hem de nasıl? İlkin parmak uçlarım yanmaya başladı. Hedefine uçuşan dikenlerden payımı aldım. Sayısız diken parmaklarıma, elimin üstüne battı.
- İzinsiz bağa girmeyecektin.
- Öğrenmenin bedeli, oldukça pahalı. Ama o bedel, insana çok şeyi öğretiyor. Sonra akıllandım, uslandım. Her bağa girmedim.
Sonsuz çimen yeşili. Senin en çok sevdiğin yeşili giyinmiş, toprağa dökülmüş. Yer yer arasında çayırlar başkaldırıyor, kendi adacıklarını oluşturuyor. Çimenlikte sizi bir noktaya götürecek özel patikalar var. Patikalarla yarışan sıra sıra çiçekler. Bir de kelebekler… Bin bir renkli onlarca kelebek, çiçeklere konuyor, havalanıyor, uçuşuyor, danstan dansa geçiyorlardı. Demek ki onların düğünü, çoktan başlamıştı.
Yanlarından geçtikçe, arada bir durakladık, ilgimizi çeken çiçeklere baktık. Hemen hepsinin adı, başlarında dikili tabelalarda yazılı. Eğreltilerin kılavuzluğunda, tuttuğumuz patikada ilerledik. Adım attıkça, çakıl taşlarının çığlıklarını duyduk.
Yalnız değiliz. Bizden başkaları, öteki çağrılılar da, bizim gibi yapıyorlar. Kapariler, buz çiçekleri, papatyalar, çayırlar ve kaktüsler, onları da kendilerine çekiyor; düğün salonuna girmek için ağırdan davranıyorlardı.
Patika bizi, ortasında herhangi bir adam heykelinin bulunduğu yapay göllerden birine götürdü. Bu adam, sanki bizi karşılamak için hazırlanıyor, oturduğu yerden kalkmaya çalışıyordu. Önünde yemyeşil çimenlik uzanıyor, yanı başında fazla derin olmayan suda saltanatlarını kurmuş öbek öbek mimozalar, nilüferler.
İnsan elinin kurup koruduğu, en ince ayrıntılarıyla tasarlanmış, göz alıcı bir yer. Ayaklarımız yere basmasa, rüyâda yaşadığımıza inanacağız.
- Bütün bunlar bir rüyâdan arkada kalanlar olmasın?
- Doğru dedin bir tanem.
- Nasıl?
- Eloğlu, aklını doğru kullanmış. Doğal güzelliklere kıymadan, görebildiklerini burada toplamış. Hem işyeri, hem sihirli bahçe.
- Bin bir çiçeğiyle, kelebeğiyle, yeşiliyle.
- Bir de ikimiz.
- Yine aklımdan geçeni okudun.
- İşim bu, değil mi?
İnsana huzur veren, mutluluk denilen şeyin damarlarınızda yürüdüğünü adım adım duyduğumuz doyumsuz bir bahçedeyiz. Ama bu bahçede, konuklarınızı ağırlayabileceğiniz konaklama yerleri de var.
Yürüdük, açıldık.
Yorulacağımıza, mutluluktan kanatlandık.
Tanıtım etiketlerini üstlerinde taşıyan bin bir çiçekle taçlanmış yürüyüş yolu bitti. Tam karşımızda Büyük Gazebo, olanca güzelliğiyle bizi çağırıyor. Gazebo, çadır, dam demek. Dilerseniz ona konak adını da verebilirsiniz. Yalnız çok iyi tasarlanmış, sizi rüyâdan rüyâya geçiren muhteşem bir yer. Küçük yapay gölün tam ortasında. Ahşap köprüyle bin bir çiçekli yola bağlanmış. Köprünün her iki yanında yüzlerce ördek gelip gidiyor, kanat çırpıp yüzüyor. Kuğular oynaşıyor. Sayısız kaplumbağalar, suya dalıp çıkıyor. Bu dalışlardan ya da kanat çırpışlardan olmalı, hafiften de olsa bataklık kokusu genzinize doluyor ama rahatsız olmuyorsunuz.
Ağzına kadar konuklarla dolu Gazebo’dayız. Bize, ayrılan yerimizi gösterdiler. Oturduk. Masamızda diğer konuklar da vardı. Selamlaştık.
Anna, beyaz gelinliği içinde mutluluktan uçuyordu. Damat Sait, sırtına geçirdiği siyah smokiniyle Anna’nın yanında duruyordu. O da gerçeğe dönmüş rüyâsının zevkini çıkarıyordu. İkisi de bir kelebeğin iki kanadı gibiydiler. Birbirlerine yakışmıştılar. Anna, Rus göçmenlerinden. Sait, İranlı bir Azeri. Kader onları bulundukları yerden çekip almış, bu ülkede yollarını birleştirmişti.
Nikah töreni başladı. Pembe tayyörlü bir kadın, gelin ve damada telkinlerde bulunan, çağrılılara da öğütler veren uzunca bir konuşma yaptı. O, bilerek seçilmiş olan bir nikah memuruydu. Çünkü Anna ve Sait, başka başka dinlere inanıyorlardı. Bu durumu her ikisine hatırlattı. Onlardan birbirlerine hoşgörülü davranmalarını istedi. Konuşması ilgi çekiciydi. Gelin ve damatla ilgili açıklamalarını bitirdikten sonra, tanıklara döndü.
- Biliyorsunuz, dedi. Anna ve Sait, evlenmeye karar vermişler. Bize geldiler, evlenmek için başvuruda bulundular. Durumlarını inceledik, birbirleriyle evlenebileceklerini gördük. Bu konuda sizler ne diyorsunuz?
Tanıklar;
- Evet, dediler.
Nikah memuru durmadı, önce Anna’ya sordu:
- Bir ömür boyu Sait’le aynı yastığa baş koymağa razı mısın?
Anna, kıpır kıpır bir sesle;
- Evet, dedi.
Sait’in “evet”i, Gazebo’yu çınlattı.
Alkışlar kesilir kesilmez, gelinle damat, Gazebo’dan dışarı çıktılar. Anne ve babaları da onların yanındaydı. Bütün konuklar da onları izlediler. İlkin bir sıraya dizilmiş olan gelini, arkasından damadı ve daha sonra da sırasıyla anneleri, babaları, akrabaları kutladılar.
Bir şey ilgimi çekti. Çağrılılardan hiçbiri, diğerinin önüne geçmedi. İtişip kakışıp, kendisini göstermek istemedi. Yapılması gereken neyse, sadece onlar yapıldı.
Güzelim hava, patika yolun her iki yanındaki çiçekleri etkilemişti. Bütün çiçekler sımsıcaktı ve insanın aklını başından alıyordu. Üstelik akşam güneşi, çiçeklerin üzerinde değişik renkli gölgeler bırakıyordu. Harika bir zaman ve muhteşem çiçekler… Çiçekli bahçede gezenler.
Gazebo’ya döndük. Bu sırada kapıdaki yazıyı okudum: “Anna ve Sait’in evlenme günü. Çağrılı değilseniz, giremezsiniz.”
Herkes yerini aldı. Hafiften bir müzik başladı. Birden cam kubbeli salon aydınlandı. Renk renk ışıklar, davetlilerin elinde yüzünde gezindi. Üstelik klimalar onları serinletiyordu.
Ayvanda içkiler, kokteyller hazırlanıyordu.
Biz de diğer çağrılılar gibi yemek için sıraya girdik, beğendiğimiz yemeklerden aldık. Bu sırada dileyene kırmızı şarap ya da su verildi. Mavi satenle örtülü masalardan bize ayrılmış olanına oturduk. Küçük mavi nazar boncuklarıyla ve güzel çiçeklerle süslenmiş olan masamızda herkes için önceden hazırlanmış birer küçük İran çayı kutusuyla birlikte iki kalıp kesme şeker duruyordu. Masada yalnız değildik. Yanımızda Ermeniler ve İranlı Azeriler vardı. Aramızda İngilizce konuştuk. Birdenbire masamız, kendi zevkimizin öne çıktığı ön yemekler, “Proshki” denilen patatesli puf böreği ile su böreği ve daha değişik şeyler, Rus mezeleri, yemekleriyle donanmıştı. Boşalan bardaklarımız hemen dolduruluyordu.
Hiçbir şey ayırt edilmemiş, en küçük ayrıntılar bile unutulmamıştı.
Hele müzik?
“Harikâydı” demek, yetmez. Akordeonun yanına keman da eklenmişti. Klasik Rus müzikleri ve dans şarkıları bizim gibi başkalarını da etkilemişti. Dudak uçları kıpırdayan çağrılıların gözlerinde kanatlanmak isteyen gülücükler vardı.
Oğlan evinin doldurduğu iki masanın dışındaki diğer masalarda daha çok kız evinin çağrılıları vardı ama hiçbir çocuk yoktu.
Aniden ışıklar karartıldı, masa üstlerine bırakılmış bütün mumlar yakıldı. Ortalıkta gezinen Rus piskoposun işaretiyle olmalı, kadehler kaldırıldı ve tek ses çınladı:
- Gohrkaaa!
Anna ve Sait, öpüştüler.
Çigan müziği çalıyordu.
Rusların hepsi sahnedeydi. Aralıksız çeşitli dansları danslar izledi.
Biz ikimiz, yerimizde oturduk ve olanı bitenini kaçırmamayı uygun gördük. Ancak nefeslerimizi tutmuştuk. Bir ara saçlarımda dolaşan ellerinin sıcaklığını hissettim. Fakat bir şeye hayıflanıyordun. Yanlış anlamadıysam, şöyle diyordun:
- Bizim bir düğünümüz bile olmadı değil mi?
Sustum. Hiçbir şey demedim.
Gözlerin gözlerimdeydi, gülümsedim.
Anılar panayırına dalmıştık. Ne dans edenleri görüyor, ne de müziği duyuyorduk.
“Düğünü olmak” oldukça farklı bir şey olmalıydı.
Biz ikimiz bu tadı, hiç yaşamadık.
Bu arada Azeriler sahneye çıktı. Kulaklarımız Türkçe sesler duydu. Müzik değişmiş, “Ya Mustafa, ya Mustafa” şarkısı yükselmişti. Heyecanlanmıştık.
Yeniden servis başladı. Esmer Rus ekmeği üzerinde kırmızı somon balığı dağıtıldı. Arkadan içkiler sunuldu, pastalar ikram edildi.
Şimdi Anna’nın eline iki küçük votka kadehi tutuşturulmuştu. Bir tepsi bulundu ve kadehler özenle yerleştirildi. Anna, kayınpederinin önüne geldi, diz çöktü. Votka kadehlerini ona ve kayınvalidesine sundu. Kayınpeder ve kayınvalide, birlikte kadeh kaldırdılar. Anna, kalabalığa döndü ve hep birlikte bağırdılar:
- Gohrkaaa!
Kayınpeder ve kayınvalide öpüştüler.
Aynı tören, Anna’nın babası ve annesi ile dedesine ve babaannesine de yapıldı.
Her seferinde onlar da öpüştüler ve “Gohrkaaa!” sesleriyle şereflendirildiler.
Bu gösteri sırasında; “Koskenkorva!”lar, “Hop hop hop!”larla birlikte müzikte yükseldi.
Rus horası başladı. Bütün Azeriler ellerine beyaz peçetelerini de alarak Karadenizliler gibi havada sallaya sallaya bu horona katıldılar.
Onların neşelerine diyecek yoktu. Fakat bizim için gece bitmişti. Henüz bardağımızdaki kırmızı şarabı tüketemeden ve takı merasimini de beklemeden oradan ayrıldık. Gelin ve damada “Allahaısmarladık!” diyemeden Gazebo’dan çıktık.
Herkes dansta idi ve gönüllerince eğleniyorlar, kendi rüyâlarını yaşıyorlardı.
Anna oldukça güzeldi. Sait sakin ve mutluydu.
İkimizin dudaklarında aynı dilek yankılandı:
- Allah sonlarını hayra çıkarsın!
Sanki sözleşmiştik.
Gazebo çıkışında elimize tutuşturulan paketleri açtık. Her pakette bir küçük Rus ekmeği, bir paket küçük İran çayı ve kağıtlanmış iki kesme şeker vardı.
Düğün, bizim için orijinal bir düğündü. Ama nedense kalbim buruktu. Kafayı bulamadığımdan mıdır nedir, seninle dans etmek bile gelmemişti içimden. Ah, bizim havalar bir çalsaydı…
Ah, bizim havalar bir çalsaydı!
Ya da bu düğün, bizim düğünümüz olsaydı…
Mutluluktan kanatlanmaz mıydık?
Dolunay imdadıma yetişti.
Gökyüzüne kurulmuş, hüznümü eritmek için en parlak elbiselerini giyinmişti. İkimize de gülümsüyor, gülümsüyordu.
- “Kırkıncı yılımızda düğünümüzü yapar mıyız?” diye soruverdim birden.
Kulaklarımda senin karşılığın yankılandı:
- Kırkıncı yılımızda düğünümüzü yapar mıyız?
Gazebo’da Çigan müziği devam ediyordu.
Patika yola dolunayın aydınlık ışıkları düşmüştü. Sıralı çiçekler bile kulağını ikimize tutmuştu sanki.
El ele tuştuk.
Dolunaya baktık yeniden.
Dolunayın bu yüzünde bir çift dans ediyordu.
Muhteşem bir dans!
Gözlerimizde gülümsemeler…
30 Mart 2008
Oyhan Hasan BILDIRKİ
YORUMLAR
oyhan hasan bıldırki olduğunuza inanmak istiyorum. zira birçok kalem erbabımızın isimlerinin rumuz olarak kullanıldığı bu sanal ortamda kim gerçek kim yalan belli olmuyor. siz olarak kabul ediyor ve size en kalbi selam ve saygılarımı arz ediyorum hocam. oyhan hasan bıldırki'yi uzun zaman oldu okumayalı. tebrik ve teşekkürlerimle merhaba diyorum size.
Yürğim ürperdi yazının sonunda.Harika bir dille kaleme alınmış muhteşem bir anı...
Yaşattınız, okurken o doğa harikasının içindeydim, kelebekleri o saydığınız tüm çiçekleri gördüm, müzikleri hissettim,gelin ve damatın gözlerindeki pırıltıyı ve mutluluğu hissettim, ve sizin içinizin burkuluşunu... kırkıncı yılınızda bir düğün yaparsanız bizi de çağırın lütfen...zevk duyarak okudum sağolun...
Tebrik ediyorum...
Selâm ve sevgierimle...