- 584 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YiNe Mİ ?...
Günlük güneşlik bir güne veda edip, yorgun bedenimi dinlendirmek için bırakıp uykunun kollarına düşten düşe yolculuk ederken bedenimi okşayan yağmur-toprak kokulu esinti,cama vuran ahenkli yağmur damlacıklarının sesi ve hiç susmak bilmeyen kuşun seranatıyla uyandım düşler arası yolculuğumdan.İster istemez dudaklarımın arasından süzüldü,sevgiliye ayrımsatmadan terkeden sevgilinin edasıyla ’’ yine mi? ’’
Yine mi?
Yağmur...
Yağmuru seviyorum,çisil çisil olanını delicesine yağanını da. Yatağımdan kalkıp pencerenin önüne geliyorum. yarı açık pencereden yarı aralık perdeden dışarıya bakıyorum. Sokak lambalarının aydınlattığı gecede yağmur damlacıkları ışık süzmesinin içinden toprağa, yaprağa, çiçeğe kavuşmanın sevincini, coşkusunu yaşıyor.
Saate bakıyorum.00.04 Türkiye’de 00.05 ezan vakti belki. Belki de şafak söküyor yavaş yavaş.Yağmuru izlemekten kendimi alamıyorum bir süre. Sonra avuçlarımın arasında bir fincan kahvenin sıcaklığını duyumsuyorum. Nasıl olsa uyandım! Neden olmasın ki?
yağmurlu bir gece...
cama vuran damlacıklar....
yarı aralık perdeden odaya süzülen alaca karanlık....
kokusu buram buram dağılan bir fincan sıcak kahve....
neleri anımsatmıyor ki bana?
Nedense çoğu ayrılıklarda vazgeçilmez dekordur yağmur. Ve nedense dekor bir genç kızın gözlerinden süzülür sular gibi taşarak,ardında yıkıntılar bırakarak.
Karşılaşmaların-ayrılıkların vazgeçilmez dekoru yağmur...
Sevgi olup yüreklere dolan,özlem olup taşan yağmur...
Yağıyor,
Coştukça coşarak.
Gecenin kirli yüzünü yıkayarak karışıyor toprağa.
Kuş vazgeçmiyor seranatından...
Gök yırtılıp çığlık çığlığa örtüyor bir yerlerde ağlamaları...
Pencereyi açıyorum,yağmurla yıkıyorum yüzümü.
Uzun uzun düşünüyorum.
Yağmur coşkulandırıyor beni.
Özlüyorum çocukluk günlerimi...
Ezberimden siliyorum yanıtsız beklemeleri.
Yine mi,...
Yine mi yağmur?
Yağmur götürüyor beni.
Küçük bir kız oluyorum. Bir dere akıyor geçmişten geleceğe. Üzerine uzanıyor söğüt dalları salkım saçak. Gökyüzünün parlaklığı,ağaçların yeşili,derede. Dallarda öten,havada uçan kuşlar...rüzgarın getirdiği çiçek kokularını duyumsuyorum. Çisil çisil yağan yağmur...
Yağmur ve Güneş...
Coşkuyla akıyor dere üzerine uzanan söğüt dallarını alıp götürmek istercesine. Dere kararlı, oysa söğüt flört ediyor dereyle.Yalnızım,yapayalnız.
Önüme bakıyorum, kimse yok...
Ardıma bakıyorum, kimse yok...
İçimde sonsuz bir sevinç...
Bağırmak istiyorum. Haykırmak istiyorum. Bir süre izliyorum, ulaşmak için karşı kıyıya içine yol diye dizilmiş yosunlu kaya parcalarını... Çıkartıyorum ayaklarımdan ayakkabılarımı,elime alıyorum. Ayaklarım çıplak ilk adımı atıyorum. Su buz gibi soğuk! Sonra diğer adımımı. Bir adım...bir adım daha derken tam derenin ortasında sallanan kayanın üzerinde durmaya çalışıyorum. Ayaklarım bölüyor suyun akışını,üzerinden köpürerek aşıyor sular.
Üzerimde çiçekli bir elbise...Eteğimden çiçekler suya iniyor birer birer,yapraklarını bırakıp bende.Eğilip bakıyorum.Yosunlu kayaların dibinde yavru balıklar bir görünüp bir yok oluyorlar. Kayaya tutunmuş kopmak istemeyen yosun, dipte parlayan cam kırıkları bana yaşamdan kesitler sunuyor sanki....Büyülenmiş gibi dalıyorum derinliklerine suyun türkülerinin. Güneşin ışınları dereye vurup yüzümde mekik dokuyor pırıltılarıyla.
Beni görüyorum içinde.
Yüzüm aydınlık ama gözlerim...gözlerim nerde?
Sormak istiyorum dereye.
Ağzımda bir kilit, açılmıyor dudaklarım.
Dere diyor ’ anahtarı bende ’
Bırakıyorum kendimi inanıp akan dereye
Sürüklenip gidiyorum ama bilmiyorum nereye?
Birden söğüt tutuyor elimden
Kurtarıyor beni ölümden.
ANAHTAR KİLİTTEYMİŞ MEĞER,
Sağlam taşa bassaydım eğer...
(27 Mayıs 2004 -Hollanda)