- 541 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BORÇ
“sesin ip üstünde cambaz yüreği
sesin ipince bir kayık”
Sonra bana gelmeye devam etti o. Bir rüyadaydık, biliyorum. Biliyordu. Bembeyaz bir yelkenliye benziyordu. Şehrin çaresiz sokaklarında boşuna bir deniz arıyorduk. Belki bazen en çok aradığımız şeyler yanı başımızda oluyordu ve biz bunu ısrarla unutuyorduk. Biraz mavi... İhtiyacımız vardı. Yabancı gözler cüretkârca soyuyordu bizi. Hem de güpegündüz. Hem de sokak ortasında. Bu rüya için başka rüyalara da ihtiyacımız olduğunu söylesek aç gözlülük mü etmiş olurduk?
Sonra bana gelemeye devam etti O. Düşişleri bakanlığına girmeye çalışıyordum.
İşsizdim. Güzeldi. Yalnızdım. Özeldi. Ceplerimde bir sürü yalan vardı. Hayatın gözlerinin içine baka baka uydurulmuş... Ama yalancı değildim. Simitçiydim belki. Belli ki sevişiyorduk. Sabahları yorgun uyanıyordu. Nedense hep geceleri birbirimizi birbirimize ekliyorduk. Yapım eklerini daha iyi anlıyordum o zaman. Bedenimde bir yerde milyonlarca yapım eki… O, kök halinde, bir diş gibi galiba, çürümemiş bir diş gibi, bir kelime gibi: süt mesela.
Sonra bana gelmeye devam etti O. Sancılı sokaklarda boşuna arıyorduk. Baharı bir banknot gibi bozdurup bozdurup harcıyorduk. Yüzüme vuran, uykudan yeni uyanmış bir bebeğin bakışları kadar taze rüzgâr. Onu ciğerlerime çektikçe, içimdeki tarifsiz bir adreste çocukluğumun kapısını ısrarla çalıyordu. O zaman soyulmuş bir portakal gibi yabancı kalıyordum hayata. Sanki her şey yeniden başlıyordu. Tomurcukken açmaya hazırlanan çiçek kadar heyecanlı oluyordum.
Anısındaki bütün yağmurları yoklayan o çiçek gibi yokluyordum vücudunun organlarını. Baharı yeşil bir banknot gibi bozdurup bozdurup harcıyorduk.
Sonra bana gelmeye devam etti O. Boşuna dolaşıyorduk ağrılı sokakları. O sokaklar ki bazı ev kadınlarının yarı kapalı hapishaneleri. Pencere parmaklıklarından kafalarını uzatıp izleyedurdukları dünya… Kocalarının pişmanlıklarıyla kabartıldıkça dilim dilim olmuş sırtları, hep başka çıkmaz sokaklar doğuruyorlardı. Elini avuçlardım elimle. Hem de güpegündüz. Hem de hem de sokak ortasında. Yani herkesin içinde.
Gülerdi. "gülünce gözlerinin içi gülüyor/ kendimi senden alamıyorum" "Türk sanat müziği rakı için bestelenmiş şarkılar topluluğudur" dediğinde dördüncü kadehini yeni bitirmişti.
Bizse gecenin pelerinine, siyah demiyorum, tutunmuş iki küçük çocuktuk.
Cümleyi söylerken sandalyesinden düşecekti. Sessiz kaldım cümlesine. Radyodaki TSM korosu sustu. Koronun şefi: "teessüf ederiz demek bu kadar bayağıyız gözünüzde" diye sitem etti titrek ve kırılgan bir sesle. Şef bu cümleyi bitirdiğinde ben on dördüncü kadehimi yeni diplemiştim. "sanat müziği şey gibidir" dedim. Gözlerimle odayı kontrol ettim. Yeşil banknottan artan son parayla aklımızı zayi ediyorduk işte. Odayı, gözleri kısık sarışın bir ampul aydınlatıyordu. Eşyalar eskiydi. Odanın köşesinde, üzerinde yorgun bir yorganın öylece uzandığı yatak bütün ayıplarımızı bildiğinden olsa gerek küstahça duruyordu. "şey gibidir. Şimdi bir kitaplık düşünün Sayın TSM korosu şefi. Yüzyıllık bir kitaplık. Ama rafları boş olsun. Bir de o kitaplığın üzerinde üstü bir parmak toz ve sinek bokuyla bir kitap. İşte Türk sanat müziği o kitabın üzerindeki bir parmak toz ve sinek bokudur. Siz, kitaptır, diyeceğim sandınız değil mi? Ece Ayhan’ı hiç sarhoşken gördünüz mü? Veya Cemal Süreya’yı ağlarken, Cemal Süreya ağlarken yağmur altındaki bütün şemsiyeler su geçirir veya Edip Cansever’in masasında bira içtiniz mi? veya Nazım Hikmet’i Vera ile sevişirken. Bir bozkıra sürüldünüz mü? Şu masanın başında gördüğünüz sarhoş hayalle ne kadar zamandır avunuyorum, biliyor musunuz? Bütün baharı harcadım ben. Cebimde kalan birkaç yeşil yaprak. Ne kadar yeşil kalabilirler ki onlar da? Ağlamak kaç zamandır hapşırmak gibi bir şey ve amcam, sizi dinlerken ölen amcam, ısrarla bu hikâyeye girmeye çalışıyor. Sanki Onun da size söylemek istediği bir şeyler var.
Sessizlik bozkıra doğru bir yol oldu. Ampul hala sarışındı ve sanki zaman, sonbaharı odamızda unutmuştu. Ve sanki hayatımda bir şeyler atlamıştım. Bu kadar karmaşık ve anlaşılması zor bir yaşamakta atlamak normaldi belki ama ben bir şeyler atlamıştım.
Sonra bana gelmemeye devam etti O. Talan edilmiştik. Dalımızda bir tek meyveyi yetiştirene kadar kaç sokakta hayal kırıklığı üstüne hayal kırıklığı. Deniz yoktu. Veya. Yanı başımızdaydı da biz görmemiştik. Bulut yoktu. Veya. Biz görmüştük de farkına varamamıştık. Ellerimiz yoktu. Veya. Hep olmaları gereken yerdelerdi de biz kavrayamamıştık. Yine bir ikindi vakti hiç unutmam. Hem yazdı. Çok yazdı. Benim ayrılık vaktimdi yaz. Gitme desem, dedim, çok geç kaldım dedi. Yaşamak’ım geldi, dedi. Kaç kez soluk alabildik ki birbirimiz için, dedim, ayakkabımı vereyim, dedi. Kaç numara giyiyorsun dedim, otuz yedi dedi, unutma, dedi, saat tam gece yarısındayken, yapma dedim bana bu vakitten sonra kapı kapı seni aratma bak hazır buradayken ikimiz de eksik parçalarımızı birbirine uydurmaya çalışalım, dedim, onun için tek bir hakkım var, dedi. Kim tek bir defada bulabilir ki eksiğini veya dur, tek bir defa deneyelim, dedim. Hiç bir şey demedi. Ondan sonra hiçbir şey demedi. Ondan sonra pek bir şey diyemedi. Haklı olduğum için değil haksız olduğum için de… Belki öylesine. Ama sessizlikten çok güzel bir pencere yaptı kendine. Kenarına oturup bütün yağmurları seyredip ilgiyle ve merakla her yağmurda saçlarını taradı. Şimdi onun için şiir yazmak veya bir şeyler karalamak, Kelebek yakalamak gibi bir şey.
Sonra O bana gelmemeye devam etti. Ben biraz ağladım. Adettendir. Yazmak sabahları bir zamanlar biz köydeyken penceremize gelip gagasını cama vuran o tuhaf kuş gibi... Ama sessizlikten çok güzel bir avuç yaptı kendine ve kendini her yalnız hissettiğinde onu tuttu. Yine bir ikindi vakti hiç unutmam, ben hep ikindileri bırakıldım ev hanımlarının gülümseyen yüzlerine benzeyen uçurumlara, sessizlik o kadar çok uğulduyordu ki uzanıp elimle tutardım da kulaklarım çın çın öter diye tutmadım onu. Ama sessizlikten çok güzel bir kalabalık yaptı kendine. Ne zaman yalnız hissetse kendini o kalabalığa karıştı. Ve evine döndüğünde akşamları taşıyamayıp içinde barındırdığı hüznü, bir çekyatın üzerinde hüngür hüngür ağladı. Ben o zaman yanında. Başka yerlerde başka şeyler, başka hayatlar başka zamanlar başka kafiyeler başka hayaller başka yazılar… Bazen tüm harflerimin, hecelerimin, kelimelerimin, cümlelerimin boşuna olduğunu da düşündüm.
Sonra O bana gelmemeye devam etti. Hiç dönmedi yani. Yine bir ikindi vakti hiç unutmam, Fark ettim. Ben hangi mevsimde olursam olayım sararıyordum. Sürekli sararıyordum. Gideli ne kadar oluyor dünya zamanıyla? Bileğimde durdurulmuş bir kol saati. Cebimde şimdi solmuş birkaç ilkbaharlı yaprak.
Sonra bana gelmemeye devam etti O. Sesini hatırlıyordum. Çocukluğumun çalınan kapısı hiç açılmayacak. Sesini hatırlıyorum bir. Belki bir çayır çimen tasviri. Bir anlık iyimserlik gibi. Her şeye rağmen yaşamaya devam ettiren insanı, hoş bir esinti. Artık bütün duraklarım. Yüksek apartman çatıları. Artık hep yüksek duvarının üzerinde yürüyordum hayatın. Bir şeylere meydan okur gibi.