Hisseme düşen dünya (III)
Bir ben olurum bir öteki! Meğer kainatı okumak için ne çok dil bilmek gerekiyormuş. Sanskirit’ceden Sümerce’ye kadar, doğmuş ama büyümeden ölmüş ve başı göğe değmiş bütün medeniyetlerin lügat küpüne daldırıp çıkarıyorum zihnimi. Geniş zaman kalıpları ve sonsuz huzur ifade eden zamir kipleri, devasa anlam kaideleri hepsi ama hepsi, kendine has bir ayrıntının noktasında binde, milyonda bir büyüklükte ve son derece göz alıcı renklerle işlenmiş. Toprağın telaffuzu incirinki ile aynı değil. Ayın parlayan yüzünden papatyalar mesaj okuyor ve gelişigüzellikten öte bir intizam, ipek böcekleri vakti saati geldiğinde işe başlıyor, koza dokuyor.
Hakeza ne edep var ne cinsiyet. Yasaların yasaklara geçit vermediği yerde, yanlışlık ederim kaygısı ve bütün korkular askıya alınmış. İçtihat ve icbar yok sadece mevcudun seyrine hayranlık ve doyumsuzluk var. Beğendiğine, sevindiğine iltica ediyorsun ancak varışların kapısında kurulu düzenin merhamet kriterleri geçerli ki, zaten o bir türlü ihtiyaç isteği tezahür etmiyor gönüllerde. Görüntü görünmeyen, bilinmeyen tarafları ile de mükemmel fakat görücünün bilgi toplama yeteneği dipsiz kuyu gibicesine, kainatın rahmi mesabesinde geniş. Gören gözün bedende değil asıl ruhta olduğunu, gözlerini çıkarıp misket oynayanları gördüğünde anlıyorsun.
Doğumun sadece bir başlangıç, ölümünse geçmiş zamanlarda iki vakit aralığının bir tarafı olduğunu, zeka teamüllerine dokunarak okuyabiliyorsun. Geçit vermeyen dağlar ve kervanların yollarını kesen haramiler, elebaşılar ve zalim hükümranlıklar, hayat hikayelerinin yazılı olduğu kütüphane raflarında ki, daha nice efsaneler, dede korkut masalları çocukluğunu doyuramayan meraklılarının emrine amade. İri bir buğday tanesi, izleyenlerin gözü önünde evrimini tekamül ediyor, saf bir sayha içerisinde. Siz atomun çekirdeğinde binlerce yıl sürebilecek seyrüsefer yapabiliyorsunuz, hem de elektronların sırtına binerek. Özlenebilecek öncelikleriniz her halükarda keyfinize mukadder, hep sizinle, istediğinizde perde içinde perde gerçek.
Okur yazarlığın müşkül olmadığı, imkanlar silsilesini barındıran, sayısız kitap ve yazılı basın evrakının bulunduğu uçsuz bucaksız bir bellek arşivindesiniz. Hangi dilde yazılmış olması hiç önemli değil, elinize aldığınızda kitap sizin anlayacağınız dilden konuşuyor hatta, kayıtları canlandırma ile yaşayarak okuyorsunuz. Çağın ilerleyip de gelebileceği en son mertebedesiniz. İçinizden ince bir geçmişe özlem hasreti geçer, anneannenizin genç kızlığını merak edersiniz, öyleyse merakınıza mucip sinyalleri takip ederek ilgili okuma kabinine buyurur, rahatınıza uygun oturma şeklinizle kurulursunuz.
Yıl 1897 Temmuzun yirmisi. Ayağında hayvan gönünden parçalar bağlı bir merdan, bir yamacın güneyinde tıpan sallıyor. Nerdeyse boyunu geçen dolgun başakların ayaklarını yerden keserken bu işten ayrıca bir haz aldığı, aynı zamanda dilinde tutturduğu nağmelerden belli. Sağa dönüşlerinde hafif sola çevrilince karşı kuvvetin mukavemetinden topukları yumuşak zemine gömülüyor. Ritmik kıvrılmaların semeresi, arkasında yere yatmış ekin sapları ve bu gayret kalbur samana değene dek devam edecek. Arada bir durup nefesini toplarken, alnından hücum edip yürüyen terini, elinin kenarı ile sıyırıp yere silkeliyor. Bu periyodun oktavında olmayan bir ses! İşinden alıkoyuyor, dedem olacak adamı.
Keskin bakışları ile yerdeki karıncanın hareketini gözlemleyebilen alıcı kuşu, biçare bir kanatlıyı gözüne kestirmiş ancak o kurban olmaya razı değil. Çetin bir kovalama canın ardından, normal zamanlarda yanına bile yaklaşmadığı insana sığınmayı, kurtuluşa çare yolu seçmiş anlaşılan. Ayaklarının dibine düşen serçe, o sırada babasına yamalı bir bohça ile toprak kaplar arasında yemek getiren genç kızın avuçlarına almasıyla, serçecik küçücük tırnaklarını kendisini kucaklayan elin parmaklarına geçirerek ve titreyerek epey bir zaman gözlerini dahi açmaz. Azeri lehçesiyle uğur okur kulaklarına ve kepezlerinden öpüp okşayarak sever, yaşamak isteyen tomurcuğu, anneannem..
Mehmet Sani Özel
02.05.2007
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.