- 4953 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ben Kimim
Benim adım H. Hüseyin Arslan, dünyanın Asya denen kara parçasının herhangi bir noktasında, herhangi bir zamanda annesinin okuma yazması dahi olmayan, babasınında zarzor okuma ve yazmayı becerdiǧi bir ikiliden zorunlu olarak dünyaya terk edilmiş bir nesneyim, boşlukta bir yer kapliyorum, en fazla yetmiş sekizen yıllık bir süreyle… Bir çok insan şu anda uyurken, çalışırken, dinlenip eǧlenirken ben gecenin bu saatinde bir şeyler saçmlamaǧa uǧraşıyorum. Haa anlayışla karşılayın bunu, ama yaptıklarım ve yazdıklarımdan ben de kesinlikle emin deǧilim, neden ve niçin okuyucular benim varlıǧımdan ve yokluǧumdan haberdar olsunlar veya bununla ilgilenip gereken bir ilgi göstersinler. Ayrıca Türkiye’nin en güzel şehirlerinden olan İstanbul, İzmir, Antalya gibi şehirlerden birinde de doǧmadıǧım için şehir adaplarına uygnun küçük burjuva özentili bir kültür anlayışımda yok. Çünkü küçük burjuva toplumun en yozlaşmış kesimini, deǧerleriyle yok ettiǧi gibi kazanmış olduǧu deǧerleri yok ederekte insanları çürümeǧe götürür. Sonuçları itibarıyla çok zararlı bir gelişmedir toplum için.
Ayrıca önemli bir üne de sahip deǧilim, hatta bir ünlü ailenin çocuǧuda deǧilim, Sarboun’da da okumadım, çok iyi derecede İnglizce ve Fransızca’da bilmiyorum, piyano ve keman da çalamıyorum, malikanelerim de yok, evimi süsleyn asırlık antik eşyalarım, lüks koltuklarım, onbinlerce ciltlenmiş aynı büyüklükte kitaplarımda yok, kitap dolaplarım en basit tahtalardan uyduruk, birbirine baǧlanmış basit birer kitap taşıma tutucularıdır benim gözümde bu tahtalar. Kırkikinci yaşıma kadar kendime doǧru dürüst bir eş dahi bulamadım, hiç bir ünlü artist bayanlada beraber olmadım, yine hiç bir ünlüyle de karşılaşmadım (sadece Hülya Kocyigit’e Frankfurt Film Festivali’nde karsilastim) fikir alışverişinde bulunmak için. Bir işyerinin yöneticisi ve idarecisi de deǧilim. Esasında kültür ölçütlerimize ben bir hiçim, çünkü ne bir gazete de ne de bir derigide herhangi bir yazım, makale, denemem veya başka sekilde yazılmış yazılarım da yaynlanmadıǧı gibi ünlü bir derginin abonesi de deǧilim düzenli aralıklarla okumaǧa. Ben kırkikinci yaşımı bitirmek üzere olmama raǧmen tecrübelerim bir çocuǧu ki kadar azdır. Buna raǧmen, bazı edinmiş olduǧum yaşamsal kazanımlar bir çocuǧunkinden daha fazladır, kendi kurallarımı yaratıp onları alışkanlık edinmeǧe… ve bazen layık olmadıǧım yerlerde olmak zorunda olup, kendime ve başkalarına karşı güvensizlik duymam bunların toplamı olsa gerek.
Bunlara takriben, hiç bir zaman geniş ve büyük bir çevrem olmadı, bu zamanaki kadar yaşamamın yüzde sekizenini yanlız lüks sayılmayan kenar muhallelerinde oturarak geçirdim, sıradan biri olmayı, toplumla bütünleşmeyi denedim, her zaman ya da çoǧunlukla arkadaşlarımın ve dostlarımın bana gelmesini bekledim. Çünkü paylaşmayı seviyorum. Ama yinede sırtımı dayayabileceǧim öyle güvenli dostlar edinemedim, edinemedim, diǧerleri bunu kendilerine çok gördükleri için böyle bir şansıda kendilerine vermediler. Onlara acımıyorum, ama yüreklerindeki zayıflıklarını da baǧışlamıyorum onların. Gerçekten çok dar bir tanıdık çevrem var, şasalı, şatafatlı bir yaşamım yok, her gün gece klüblerine gidip eǧlenecek kadar mali gücüm de yok. Bununla, ben siz deǧerli okuyucularımdan daha iyi ve kötü yaşıyorumda demek istemiyorum, zaten bu benim haddime de düşmez, çünkü çoǧunuzun hayatı belkide benimkinden daha iyidir, bundan adım gibi eminim. Ve sizler belki istediǧiniz mutlulukları yorgun argın iş paydosundan sonra eve geldiǧinizde çocuklarınızdan birisi koşarak boynunuza sarılıyorsa, evinizde mutlu iseniz, siz o halde „dolu dolu yaşıyorsunuz“ demektir bu hayatı. Yine böylelikle biliyorsunuz ki ben de sizler gibiyim, yaşarken aǧlayıp gülebilen, acılar ve sevinçleri olan…
Yani tipik bir yaşamım yok, sadece bazı şeyleri hayatta farklı görmeǧe uǧraşıyorum, eǧer farklı iseler. Büyük alternativler yaratmaǧa çalışmıyorum, çünkü buna ne hazırım, nede yeterli kapisetem ve olanaklarım var, yani yaratıcı deǧilim. Örneǧin anılarımı yazamıyorum, çünkü diyorum kendi kendime, „herkes aynı günü, aynı şeyleri yaşadıǧı için böyle bir şey gerek yok“ diyorum. Normal tarihte iz bırakacak olayları yazmak ise tarihçilerin işi olduǧu için buna da gerek olmadıǧı kanısı içime işliyor, ama yaşamdan edindiǧim kendi izlenimlerimi de yazmanın zevkini yaşamıyor deǧilim doǧrusu… Fotograf çekme alışkınlıǧım da olmadıǧı için geçmişi resimlerle yaşayamayacaǧımın üzgünlüǧünü de yaşamıyoru, tam altı ayda dört defadan fazla televizyon denen sandıǧı da hiç açıp kapatmadıǧım için dünya da olup bitenlerle fazla bir yakınlıǧım da yok, çünkü biliyorum; yine ölümler, güney doǧu olayları, emperyalist ve saldırgan Amerika’nın bilinçli olarak yarattıǧı mali krizler ve bu krizlerin ortadan kaldırilması ıcin uydurulmus bir sürü yalan, dalavere ve palavralarla dolu politakacıların yapmış olduǧu resmi yalanlar… vs. gibi. Ve yeni gelecek Obama faşisti, yeryüzünün çesitli yerlerinde, yine yeni sömürü planları yaparak, bakın Amerika’ya bir „siyah“ da başkan oluyor mesajını vererek soygunların devamı içinden elinden gelen her türlü terörü yoksul halklar üstüne estirecektir. Daha kötüsü Kafkaslarda ve Ortadoǧu’da bir çok etnik gruplar birarada yaşadıkları için, onları karşılıklı olarak kışkırtıp, zengin ülkelerin gizli ölüm servisleri bu bölgede etnik grupları birbirine düşürerek kan akıtmaǧa devam edecektir. Bundan adım gibi eminim.
Yine doǧrusu bazı olaylara ve neslere karşı sevgi sempatim hiç yoktur, örneǧin, güneş gözlüǧü, erkeklerde yumurta topuklu ayakkabı giymeleri ve ilaveten topuǧuna basaıp berduş havalarında takır tukur yürümeleri, beyaz takım elbise, gömleǧin yakasını ceketen üzerine çikararak artistik havalarında üç dört düǧme acarak yürümeleri, ellerindeki tesbihi, şakırdatarak çekmeleri, yüksekten atıp kadınlar üzerine bir sürü zırvalıklar, olmadık uydurma hikayeler ve dedikodu etmeleri… daha sayayım mı? Sanırım bunlar saymakla bitmeyecek kadar uzayıp giden açıklamalardır. Bu olgu bende bayanlar içinde geçerlidir, ve onlarda da bazı şeyleri eleştirmeden geçemeyeceǧim. Örneǧin bayanlarda haddiden daha fazla nazikleşmeyi, boyanmayı, çivi topuklu ayakkabı giyerek akşamda „ah aşkım biliyormusun, öyle yorgunum ki, bacaklarımı kaldıracak gücüm kalmadı“ diyerek topuklu ayakkabı giymenin zararlarını bilmelerine raǧmen her gün tekrar etmeleridir. Ve gezintilerde saatlerce vitrinlere bakarak geçirdikleri boş zamanlar, gereksiz ve sık sık alışverişler, taktikçi olmaları ve erkekleri bu yönde manipüle etmeleridir.
Yavaş yavaş eski güvenimi kayıbediyorum, gerek çevreme gerekse sosyal çevreme karşı, hele kadınlara olan güvenim o kadar azaldıki bunu sizlere kelimlerle ifade etme olanaǧi ve yeteneǧi bulamıyorum kendimde… Çeşitli sebeplerden dolayı belki okurların beni anlama duyarlılıklarıda olmayacaktır sanırim, çünkü öyle büyük „kıyamet koparacak, yeri yerinden oynatacak projelere“ ve olaylara imza atamadıǧım için. Bütün iyi niyet ve uǧraşlarıma raǧmen bu zamana kadar ki yaşamımda istediklerimin sadece yüzde beşini gerçekleştirdiǧimi sanıyorum. Yazdıklarımdan bu güne kadar beş kuruş dahi kazanamadım ve gerçekten yazdıklarımıda bu amaç için yazmıyorum. Yazıyorum, sadece iç ve dış dengelerimi koruyarak psikolojik saǧlıǧımı da dengede tutmaǧa çalışıyorum. Yani bir yönüyle yazmanın yaşamsal, en azından benim için bir hak olduǧuna ve kendimi ısbat etme haklılıǧını kanıtlamaǧa çalıştıǧım için yazmak bilinciyle yazıyorum. Çünkü, günümüzde bir insanîn haklı olduǧunu kanıtlamada zorlandıǧı gibi, benimde dar bir çevrede yaşadıǧım ilişkilerden dolayı geniş çevrelere duyurma olanaǧım da oldukça zayıf. Ama yinede ben bu durumu endişe olarak görmüyorum kendime, çünkü bu bir ölümcül hastalık deǧildir. Asıl açıklamak istediǧim benim, ben perspektifinin etkisiyle bir romandaki tutum sergilememdir. Veya bu havanın semptomuna girerek tespit etmek istediǧim izahatlar da yoktur okuyucuya aktarmam için.
Tabi ben burada hayattan edindiǧim izlenimleri yazmak için, kurgusal ölüm sahneleride çizmiyorum kendi kafamda, hiç bir kimseye bu zamana kadar kötülükte yapmadım, ve böyle bir şeyi kafamdan dahide geçirmedim. Benim güvensizliǧim sadece emin olduǧum yerlerde bile bazen istediǧim başarıyı gösterememenin acısını yaşamaktır. Ama bu şu demektir, ben romantik bir yaşam sürüyorum ve fantazilerle yaşadıǧım anlamına gelmiyor. Çok bulmacalı bu yaşam şeklimde yok ki bulmaca boşluklarını dolduralım. Ben sadece 1990 yılının 23 Haziran’ında Romanya’nın Başkenti Bükreş’ten havalanan bir uçakla Almanya’nın bu gün de yaşadıǧım Frankfurt am Main Şehiri’ne indiǧinde saatler öǧle vakti idi. Güneş sıcaklıǧı beton bloklara vurarak tekrardan göǧe dogru yükselerek geri kayboluyordu. Sakin adımlarla yaklaşılan polis kontrolleri, arkasından binlerce insan selinin kalabalıǧı içinde içimi saran derin bir kayboluş korkusu. Sonra korka korka çevredeki Türkler’e sorulan yol tarifleri ve arkasından direk bir otobüse binerek şehiri ve bu kalabalıǧı terketmek. Derken bir yerlere tırnak atarak çalışma dil öǧrenme, arkasından ilk önce bir yüksek okula kayıt yaptırarak „Sosyalpedagogik“ denen öǧretim ve daha sonra resmi olarak 1527 yılında Protestanların kumuş olduǧu ve Almanya’nın en eski üniversitelerinden biri olan „Philipp Üniversitesi Marburg“da Pedagoji ve Sosyoloji’ye kayıt yaptırarak bir diploma için harcadıǧım çabalar ve buradan edindiǧim ve sevinçle sahip olduǧum diplomam. Ve bunlara paralel olarak 2001 yılından itibaren akşamları düzenli olarak Darmstadt Teknik Üniversitesi’nde felsefe ve sosyoloji derslerine girerek ilerisi için gerekli projelerin hepsini yavaş yavaş hazırlayarak bir çırpıda vardıǧım sevindirici sonuçlar. Bunlarda maalesef bana yeterli gelmediǧi için Goethe Üniversitesi’nin lise ögretmenliǧi Tarih ve Felsefe Öǧretmenliǧi kayıdım ve birinci devlet imtihanlarını başarıyla vermeme raǧmen, Latince sınavını kaybedişimle suya düşen en büyük hayal kırıklıǧım. Ve arkasından uzun soluklu iş hayatı ve kırık dökük bir iş hayatı ve yaşın gelip kırka dayanması ile eǧtim hayatıma koyduǧum son nokta. Ama şu anda ben yine de eǧtim alanında, okulda öǧrenme zorluǧu çeken çocuklara ve gençlere bu ve aile içi sorunlarının çözümü için eǧtim danışmanlıǧı yaparak hayatımı sürdürmekteyim. İşte yaşamımın bir kesiti, gerkli olduǧu ve kendimi ifade etmek istediǧim zamanlarda zaten hayatımı siz okuyucularla paylaşmanın yüce duygusunu da yaşayacaǧım sizinle birlikte. Saygilar ve sevgiler, her şey gönlünüzce olsun, mutluluk ve sevgi kapınızın eşiǧinden eksik olmasın.
20.10.2008, Frankfurt am Main, Hasan Hüseyin Arslan, evde, saat 21:40 da bitirdim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.