- 958 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OSMANİYE SEVDASI
Ne zaman Osmaniye’ye gitmeye kalksam,gözlerim buğulanır, kelimeler boğazıma düğümlenir,her şey birbirine karışır.
Osmaniye’ye gitme heyecanım hiç bitmedi. Yıllardır böyle sürüp gitmekte. Biter mi bu hasret? Ya da ne zaman biter?
Bu heyecanı yaşamak olmasa gurbete tahammül etmek öyle zor ki. Ama Osmaniye’den ayrı yaşamayanlar bu heyecanı tatmadıkları için ne kadar anlatırsam anlatayım anlayamazlar.
Çünkü bu heyecanı yaşamak için Osmaniye’den ayrı yaşamak lazım. Zamanın birinde, İstanbul’da yaşayan ve sık sık Ankara’ya gitmek zorunda olan şair ve yazarlarımızdan birine Ankara’nın nesi güzel diye sormuşlar. O da İstanbul’a dönüşü demiş. Şimdi bana sorsalar Osmaniye’nin nesi güzel diye.Osmaniye hasreti çekmek ve kavuşmak derim.
Hasret, hasret deyince aklım ta 1969-1970 yıllarına gitti. Sevgili arkadaşım Hacı Poyraz İlahiyat Fakültesinde okuyor ben A.İ.T.İ.A okuyorum hem de D.İ.E de çalışıyorum.Bir gün Hacı telefon etti” Abidin işten çıkınca mutlaka bize gel” dedi.Yol uzak biraz nazlandım.Hacı ” çok önemli mutlaka gelmelisin” deyince başka çarem yoktu gittim.Ramazanın on ya da on beşi. Vardım ki ne göreyim. Pideler alınmış sucuklu yumurta yapılmış çay demlenmiş. Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz. Daha ben ne isteyeyim. Buraya gelmeyip Adana talebe yurduna gitmiş olsaydım ya her gün ki gibi kuru fasulye pilav yada ekmek peynir çayla açacaktık orucumuzu.
Neyse sucuklu yumurtayla orucumuzu açtık çayımızı içtik ama hala Hacı’nın beni niye çağırdığını öğrenemedim. Hacı beni niye çağırdın? Cevap: dur hele. Hacı beni niye çağırdın? Cevap;dur hele. Hacı beni niye çağırdın? Cevap; dur hele. Artık gitme zamanım gelmişti, söylemezsen söyleme deyip ayağa kalkınca elime bir tomar zarf tutuşturdu.”Bunları postala” dedi.
Meğer bayramda Osmaniye’ye gidecekmiş ama yol parası kalmamış bana verdiği zarfların içinde babasından para istediği mektubun zarftı da varmış. Ve bu zarfları postalayacak parası yokmuş beni onun için çağırmış. Hâlbuki Hacı’ya gelen para iki üç öğrenciye bile yeterdi ama gelen para hep üç beş öğrenciyle paylaşıldığından zamanından önce biterdi.
İçim titreyerek gittiğim Osmaniye’de çocukluğumun geçtiği yerleri gördüm. Çocukluk arkadaşlarımı gördüm.
Huğ ve kırmızı kiremitli kerpiç evler yerini beton yığınlarına terk etmiş. Yeşil küsmüş.
Allah’ıma şükür ki hala gökyüzü mavisi görünüyor.
Yağmur yağmadı bu gidişimde belki artık toprak kokusuyla da karışmıyordur portakal çiçeği kokusu. Çocukluk yıllarımda yolların kenarlarında irili ufaklı arklar vardı, şırıl şırıl sular akardı. İnanın içinde küçük küçük balıklar bile olurdu. Yamalı çoraplarımızı çıkartır ayaklarımızı bu arklara sokar kenarında otururduk.
Ne kadar da otomobil var Osmaniye’de. Bu refah düzeyinin göstergesi olabilir mi? Çarşı dediğimiz yerde ne yolda ne kaldırımda yürümek imkânsız gibi bir şey. Her yer işgal altında.
Güzelim parke taşlar sökülmüş. Güya asfalt yapılmış ama her yer delik deşik. Neyse ki park yerinde duruyor. Ona dokunmamışlar.
Atatürk İlkokulu benim zamanında tek katlıydı iki katlı olmuş. okulum yerinde duruyor ama yüksek duvarla çevrilmiş. O da cezaevi gibi olmuş. Lisemin bahçesine bir bina daha yapılmış. Ek bina mı yoksa başka okul mu bilemedim.
Bir daha ki gelişimde çınarlı kahvenin çınarı duruyor mu? Karaçay’ın Çürüktaş mevki
nasıl... ? Zorkun yaylası doğallığını koruyor mu? Yoksa hiç gitmeyip içimdeki Osmaniye sevdasını da öldürmesem mi.? Ne olursa olsun, Osmaniye’de her şey değişse de bendeki Osmaniye sevdası hiç değişmeyecek. Bu böyle biline.
Abidin GÜNEYLİ-Mersin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.