- 2491 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Hece ve Çagdaş Dünya ile İlgili Mülahazalar.
HECEYLE İLGİLİ BAZI MÜLAHAZALAR
Hece ölçüsü , edebiyatımızın ve kültürümüzün ilk oluşum zamanlarına kadar uzanabildiği düşünülen milli ölçü sitemimizdir. Divan ı Lügat üt Türkî bu konuya aydınlık kazandıran ilk eserimiz olduğu gibi daha eski dönemlere ait Çinlilere ait kaynaklarla, Uygur Türklerinden kalan metinlerde de heceyle yazılmış şiirlere rastlanılır.
İslamiyetin kabulu ile medereselerde yetişen ve orada İslami ilimlerle , Arapça ve Farsçayı öğrenen aydınlarımızın 11. yy dan itibaren aruza yönelmeye başladığı 13. yy dan itibaren de hecenin aydın edebiyatında artık hiç kullanılmamaya başladığı görülür.
Bu tarihten Milli Edebiyatçılara kadar hece ölçüsüne aydınlarımız " Köylü şiiri, köylü yırlamaları" olarak bakmaya başlamış ve şiirden bile saymamışlardı. Bu bakımdan 13. yy dan
1912 li yıllara kadar aydınlar heceyi görmezlikten gelip küçümsediler.
Buna rağmen heceli şiiirmiz; Tekke ve Zümre şairleri, din dışı sahada çalıp söyleyen halk ozanları ve halkımız tarafından yaşatılmış; aruz, aydınların ; hece, halkımızın ölçüsü olarak varlığını sürdürmüştür.
Milli edebiyatçılar " Herşey Türke has ve Türk’e göre olmalıdır. " ilkesiyle hareket ederek aruzun Arap şiirinin ölçü sistemi olması münasebetiyle şiirde heceye dönüşü savunarak aydınların da heceyi kullanması göüşünü benimsediler. Bu tarihten sonra zaten Tanzimatçılarla başlayan divan şiirinden koparak yeni bir şiir stili ve anlayışı yaratma gayretinin son aşaması olan aruzun da terkedildiği görülür.
Her ne kadar toplumun gelişiminde ve değişiminde motor görevini yapan edebi eserler ve şiirler olsa da batılılaşma ve yenileşme politikalarının özet sonuçları olan bu durum bu defada başka bir hatayı doğurmuş ve bin yıllık divan geleneğinde elde ettiğimiz muazzam birikim heba olma tehlikesine maruz bırakılmıştır.
Heceyi ve aruzu modern batılı şiir sistemlerine adapte etme yolunu arşatırmadan kökten silip atmak ne derece isabetli olacaktı ?
Milli Edebiyat ve ve devamı olan Beş Hececiiler , ilk örneklerinde heceyi köylü şiiri görünümüden kurtarmak maksatlı heceli şiir uygulamalarına girdiler. Amaçları heceye yeni bir görünüm kazandırmaktan ziyade sadece ve sadece hecenin "şehirli bir şiir halinde de " yazılabileceğiydi. Bu kısır tutum hecenin sadece kırsal kesime ait konularına şehirli konular ilave etmekten öteye gidemedi.
Değişen şey bu yüzden konu seçiminden ibaret kalarak, aşk, gurbet, sılaya özlem, ölüm , facia , yayla, dağ , at, kır sevgisi gibi alışılmış konulara ilaveten :Memleket, sanat, kültür, milliyetcilik vatan , bayrak millet sevgisi gibi konu ilavelerinden öteye gidemedi.
Bu tutumlar, hecenin binlerce yıldır değişmeyen konularına ilave konular getirmesini sağlamakla beraber; binlerce yıldır alışılmış ve artık bıkkınlık veren söylem ve teknik tarzlarında bir yenileşme sağlayamadığı için alternatif şiir arayışlarının oluşumuna engel olamamış, " Serbest şiir ve II. Yeni " şiir hareketlerinin doğmasına da bir ölçüde sebeb olmuştur.
Buna rağmen heceye değişik söylemler ve teknikler kazandırma çabalarına kalkışan şairlerin de olduğu göz ardı edilmemelidir. Söz gelimi C.S.Tarancı’nın şiirlerine bu gözle bakmalıyız. Şiirlerinde hecenin bildik söyleminden farklı mısra kafiye ve durak dizinleri oluşturan Tarancı’nın şiirlerini heceye yeni boyutlar kazandırma girişimine örnek verebiliriz..
Şüphesiz hece ölçüsünün bildiğimiz , alıştığımız tarzının devamı , devam ettirilebilmesi kültürümüzün ve geleneksel yapımızın sürdürülebilmesi açısından çok çok mühim bir hadisedir.
Hatta hecenin tamamen terkedilmesi kültürümüz açısından sonderece tehlikeli bir sona yaklaştığımızın en önemli işareti olacaktır.
Fakat, hecenin ana kurallarını koruyarak hecenin gelişimine katkıda bulunan her gelişmeye hecenin bekâsını sağlamaya yönelik oldukça mühim çabalar olarak bakmayı da asla ihmal edemeyiz.
Çağdaş gelişmelere bigane kalmaya kalkmak, gelişim ve değişimlere karşı çıkmak hele bu devirde çok yanlış bir tutum olacaktır. At var diye bisiklete, kağnı var diye kamyonun gelmesine karşı çıkmak ne kadar mantıklı bir tepki olabilir.
Gelişimin her şeyde olduğu gibi hecede de olmuş, ilk heceli şiirlerden bu güne kadar ki binlerce yılda hecenin pek çok merhaleden geçmiş, bu teşekküle binlerce yılda ulaşılmış ve bugünki haline -hem de tüm gözardı edilmelerine rağmen- bu sebebler neticesinde kavuşabilmiştir.
Mesela islamiyet öncesindeki koşuk türü islami dönemde koşma ve türlerine ayrılarak teknik, konu , söylem, kafiyeleniş, durak açılarından güzelleme, varsağı, semai, hikmet, deme saz, nefes, şathiyye , satranç gibi türlere kavuşmuştur.
Konunun özeti şudur : Koşukların bu değişimlere uğramaya başladığı dönemde yaşayanlar, bu değişimi ve gelişimi yaratmaya kalkışanlara "KOŞUKLAR VARKEN BUNLARI NEDEN ÇIKARTIYOR, HECEYE KOŞUKLARA NEDEN ZARAR VERİYORSUN ? " SEN VATAN VE KÜLTÜR HAİNİ MİSİN ? " DİYE SORMUŞLARSA BİLE BU GÜN BU SORUYU SORANLARIN HAKLI DÜŞÜNDÜKLERİNİ KİM İDDİA EDEBİLİR ?
Kimse koşuklara zarar vermemiştir. O günki koşuklar islamiyetle değişen yaşam biçimine ayak uydurmayı bu değişimi sağlamayı başaran A.Yesevi, Yunus,Kaygusuz H.Bektaşı Veli gibi şairlerimizin sayesinde dini tasavvufi konuları işleyen şekillere bürünüp gelişmiş, halkımız bunun adına sonradan türkü diyerek koşukları eski halini çağdaş koşullara uyarlayarak devam ettirmiş, din dışı halk ozanları da koşuklara yeni biçemler, söylem, konu, teknik ve bakış açıları ilave ederek eski koşuklara koşma, yeni bulduklarına da semai, varsağı, güzelleme, taşlama, ağıt,lebdeğmez gibi adlar vererek heceyi ve heceli nazım şekillerini zenginleştirmişlerdir.
Bu gün heceye yeni teknik ve söylem önerenlere karşı çıkan arkadaşlarımızın bir şeyi olduğu haliyle binlerce yıl aynı şekilde sürdürmeye kalkışmanın doğru bir tercih olamdığını anlamaları gerekir.
Yukarılarda sözü edilen gelişmelere katkıda bulunan hiç bir dini veya din dışı ozanımız vatan ve kültür haini değildir. Onlara o devirde bile kimse " Siz neden koşukları bu hale getirdiniz. Sen yoksa hecenin düşmanı mısın ?" diye sormamışlardır. Bu günki bakış açısıyla vardığımız bu noktada kimsenin koşuklardan türeyen bunca teknik özelliklerin ve heceli nazım şekillerinin silinmesini ve islamiyet öncesi dönemdeki haline gelmesi gerektiğini savunamayacağına göre, o gün o sorgulamaları yapanların bu gün haksız ve hatalı duruma düştüklerini anlamaları gerekir.
Aksine bu ozanlarımızın " Bildiğimiz haliyle kalsın , hece ve halk şiirimiz eskiden geldiği gibi olmaya devam etsin " diyenlerden çok daha fazla kültürümüze hizmet ettiğini kabul etmemek hiç akıllıca bir düşün şekli olmayacaktır.
Üstelik bu değişim ve gelişimleri sağlayanların hepsinin tıpkı Ahmet emmi, Hasan dayı gibi bildiğimiz insanlardan birileri olduğu unutulamamalıdır. Gelişim ve değişim önerebilen insanların diğer insanlardan üstün olan tek bir özelliği vardır:
Onlar sadece konuya normal insanlardan çok daha fazla vakıf olan ve gelişme değişimlerin zamanının geldiğini , konuyla ilgisiz ya da daha az ilgili kişilerden önce görüp, sezebilen
insanlardır.
Gelişmelere bir de şu açıdan bakılabilmelidir. Pusulayı bulan kişi pusulayı bulduğunda bunun sayesinde kıtalar keşfedileceğini asla tahmin bile edememiştir. Fakat sadece karanlıkta doğru yönü bulmak için yapılan bu çok basit aleti denizlerin sonsuz boşluğunda çıktıkları yöne, doğru şekilde ulaşmayı sağlayacağını gören denizcilerin müthiş işine yaramış, bu basit alet Amerika, Avusturalya ve Güney Afrika kıtalarının keşfine, yoksul ve geri kalmış Batı aleminin bu günki medeniyete ulaşıp, Ay’a bile çıkmalarına ,Osmanlının da çökmesini sağlayarak, bizim de hâlâ bunların önemini tartışmaya devam ediyor oluşumuza sebeb olmuştur.
Yenileşme, başkalaşma ve değişimlere bu gözlükle bakmayı öğrenebilmeliyiz.
Üstelik bunu öğrenmekle kalmamalı, toplumu yaönlendirebilenlerin şairler ve edipler olduğunu bilerek bunu insanlarımıza da anlatabilmeliyiz.
Kuru kurusuna" Vatanımı ve kültürümü çok seviyorum" demekle vatan gelişmeyecektir.Vatan bir arazidir. Arazi gelişemez ama araziyi fikren, zihnen gelişmiş, gelişimin ve değişimin önemini bilen insanları geliştirebilir.
Binlerce yıl aynı tarlaya aynı tohumu eken ve medeniyet tarihini başlatan Sümerlileri ortadan kadlıran şey değişen iklim koşullarına uyacak teknikler ve ürünleri bulamayışalarıdır.Sümerlilerin medeniyeti başlatan değişimcilik ruhu kendini yenileyemedikleri için kendi varlıklarını sürdürmelerine yetmemiştir.
Bu çağda da bu olaylar gözükmektedir.Sosyaliizmle teknolojik gelişmede devleşen Rusya, sosyalizmde statükocu hale gelince değişime ayak uyduramayarak çökmüştür.
Buna ayak uyduramayan her devletin ve sistemin yıkılacağı da ortadadır.
O zamanlardan çölleşen topraklarında bugday yerine hurma yetiştirmenin önemini kavrayan, ulaşımı attan deveye dönüştürmeyi akıl eden bedeviler Sümerlerden beridir aynı topraklarda yaşamanın yolunu bulabildikleri için binlerce yıldır aynı topraklarda yaşamayı sürdürebilmişlerdir.
Bu devirde dahi aynı çıkmaz sokakta doğup, aynı çıkmaz sokakta ölmememiz dilekleriyle.
YORUMLAR
Evet yazdıklarınız doğrudur.
Ancak hece ile şiir yazmak hele hele heceyi yeni kalıplarla sunmak zor iştir.Kendine has geleneksen tutumundan alıp farklı kalıplarda veya uyak düzeninde yazmak herkesin harcı da değildir.
Bu işin Üstadları denemelidir yazdığınızı.
Tespitlerinize katılmakla beraber zorluğuna da değinmek istedim.
verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.
selam ve saygılar....
Değerli Verda,
Sonuç olarak ortaya çıkan 13 yy. la 1911 arasında Tarikat kurucuları olan Hacı Bektaşı Veli ile Hacı Bayram dışında heceyle yazılmış yazılı edebiyat ürünü olmadığını anlamışsınız. Bunlar da zaten Dini Tasavvufi -tekke ve zümre- edeb. kurucularıdır.
Dediğim gibi Yazılı edeb. yani Divan edebiyatçıları heceyi küçümsemişler kullanmamışlardır.
Kullananlar sözlü gelenekteki halk ozanlarımızla , anonim şiir olarak adlandırdığımız halkımızdır.
Yazımda zaten özet fikiriniz savunulmuş, ilk koşuklardan hecenin nazım şekillerinde ve teknik yapısındaki gelişmelerden söz ederek heceyi bırak korumakla kalmayı gelişiminin devam etmesi gerektiği , çağdaş gelişimine ktakıda bulunulması gerektiği savunulmuştur.
Aynı noktada buluşmuş olmanın sevinciyle size çok teşekkür ediyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
"Kuru kurusuna" Vatanımı ve kültürümü çok seviyorum" demekle vatan gelişmeyecektir.Vatan bir arazidir. Arazi gelişemez ama araziyi fikren, zihnen gelişmiş, gelişimin ve değişimin önemini bilen insanları geliştirebilir."
Hece nedir,ne değildir eskiden neydi,bugün nedir,olması gereken nedir?
Ciddi anlamda ele alınması gereken ve önemli analizlerden sonra fikir yürütülebilecek bir yazı yazmışsınız hocam...Hece ve heceye dair birçok konuya ve döneme işaret edip hecenin ne kadar büyük olduğunuda göstermiş oldunuz.Koskoca bir kültürü terkedenlere herşeyi demeye özellikle hakkınız var sizin.
Neden mi?
Sürekli değişmeyen şeylerden ve farklılıkların olmasından şikayet edenlerin sadece şikayet ettiği bir yerde siz ve ilminiz ortaya yenilikler sunuyorsunuz ve bunu emsalsiz bir kültürün köklerine dayandırarak ortaya koyuyorsunuz.Bunun adı da ÖZLEŞİM..."Bir mum diğer mumları yakmakla ateşinden birşey kaybetmez" demiş atamız...Bizlere hergün yeni birşeyler öğretiyorsunuz ve özümüzden aldığınız güç ile bize ÖZLEŞİM'i sunuyorsunuz...Bu gerçekten büyük birşey büyük marifet.Umarım Türk şiirine gönül verenler ÖZLEŞİM yolunda yorularak size ve şiire olan borcu öder.Esen kalın hocam.
Konuya açıklık getirmek adına şöyle söyleyeyim Şahamettin Bey;
-Divân-ı Hikmet
Sade ve yalın bir dil kullanılmıştır.Aruz ve hece ölçüsü kullanılmıştır.Dörtlük ve beyitle yazılmıştır.Yani tamamen hece ile
yazıldığını söylemek ve düşünmek yanlıştır.Şiirlerde ulusal ögeler (ölçü, nazım biçimi, yarım uyak) ile İslamlıktan gelme
yabancı ögeler (din ve tasavvuf konuları,yabancı sözcükler) bir arada kullanılmıştır.
-Kutadgu Bilig
Aruz ölçüsü ağırlıklıdır.
fa‘ūlun fa‘ūlun fa‘ūlun fa‘ūl ve vezniyle yazılmıştır.Beyitler mesnevi tarzında ve kendi aralarında kafiyelidir ve fakat bu
hece olduğu anlamına gelmez elbette.
-1911-1917 Servet-i Fünun’culardan Tevfik Fikret ve Cenap Şehabettin ile Fecr-i Ati’nin ünlü şairleri (özellikle Ahmet Haşim)
Bu arada Mehmet Akif Ersoy’da aruz ölçüsüyle yazdığı toplumcu şiirleriyle edebiyat dünyasının ön sıralarında yer alıyorlardı
Rübab dergisi çevresinde toplanan kimi genç yazarlar (Halit Fahri, Selahattin Enis, Hakkı Tahsin, Orhan Seyfi) “Nayiler”
(Ney Çalanlar) adıyla ortaya çıktılar ve eski şiirin içten, lirik ve mistik havasını şiirleriyle yaşatmak istediler;
edebiyatın ancak milli geçmişe dayanarak yaratılabileceğini savundular.Yahya Kemal ile Yakup Kadri’de “Nev Yuna-nilik”
(Yeni Yunancılık) adını verdikleri bir akım oluş-turarak, Eski Yunan Edebiyatı’nı örnek edindiler.Ne var ki bütün bu
girişimler kısa soluklu kaldı.1917’de Servet-i Fünun dergisi çevresinde “Şairler Derneği” adıyla toplanan gençler
(Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz, Halit Fahri, Enis Behiç, ) yalnızca “konuşma dilinin ve konuşma dilinin kullanılması”
konusunda görüş birliğine vardılar.
Tük Edebiyatı’nda Beş Hececiler adı verilen bu topluluk özellikle şiir dilinin yalınlaşmasında ve hece ölçüsünün
ulusal ölçü olarak benimsenmesinde büyük rol oynamıştır.
Beş hececilerden sonra gelen ve ikinci hece kuşağı olarak adlandırılan şairler (Necip Fazıl Kısaküek, Ahmet Hamdi Tampınar, Ahmet Muhip Dranas) de hecenin çeşitli kullanım olanaklarını denediler.
Mesela duraksız hece ölçülü şiirler yazdılar.
-Yunus Emre
Yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkilemiştir.Hece ve aruzla yazdığı şiirlerde sevgi temel alınmıştır.
-Hacı Bayram Velî
Misyonu şühesiz Anadolu'da Türkçe ve Türk kültürünün hakim olması idi.Gerek çağ ve gerekse toplum şartları
Hacı Bayram Veli'ye önemli bir misyonu da yüklemişti.
Sözün özü,heceyi sahiplenmek sadece kültürel bir olgu değil bir misyondur.Ve bu misyonu lâyıkıyla yerine getirmiş daha
adını bile duymadığımız ozanlarımız,aşıklarımız vardır.
Ben teşekkür ederim
Saygılarımla
verda tarafından 1/12/2009 2:29:16 PM zamanında düzenlenmiştir.
Değerli arkadaşım.
İslamiyetin kabulu ile birlikte yazılan ilk eserlerde kısmen hece ölçüsü kullanıldı. Sadece A.Yesevi'nin" Divan ı Hikmet'i " heceyle yazılmıştır."Divanı Lügat üt Türki " hece ile yazılmış islamiyet öncesi türlerden biz haber vermiş diğer ikisinde " Atabet ül Hakayık" , "Kutadg u Bilik" de ise yer yer heceyle yazılan şiirler vardır ve büyük kısmı beyitle ve aruzla yazılmıştır.
Bunlar yazılı edebiyatta hece ölcüsüne de yer veren -tabi ki milli edebiyata kadar yani Ziya Gökalp'in yazdığı " ALAGEYİK" şiirine kadar - aydın şairlerin yazdığı son heceli eserlerdir.
Batılılaşma dönemine vucut veren Tanzimatçıların birinci ve ikinci Kuşağında - 1850- 1880 yılları arasından 1911 e kadar ki süreçte kurulan şiir toplulullarında ve bağımsız şairler arasında hâlâ heceyle yazan şairimiz yoktur.
Servet i Funun ve Fecr i Ati de dahil. Rıza Tevfik ise heceyleilk yazmaya başlayan, Ziya Gökalp, M.Emin YURDAKUL la çağdaş bir şairimizir ve o da 1916 yılllarından sonra heceyle yazmaya başlamıştır.
Bu arada tanzimatçılar heceyle yazmayı tartışmış savunmuşlar ama eğer heceyle şir yazmışlarsa bile bu basılı eserlerinde yer almamıştır.
Sizi şöyle aydınlatayım 11. yydan itibaren Medreseli - aydın edebiyatı - ile, halk edebiyatının yolları ayrılmıştır.bu Tarihten sonra edebiyatımız iki kola ayrılır :
A= Yazılı edebiyat, DİVAN EDEBİYATI
B= Sözlü edebiyat, halk şiiri ve edebiyatı
Divan edebiyatı 13. yy dan itibaren ilk şairleri olan Şeyyat Hamza, MEVLANA, Ahmet Fakif, Hoca Dehhani, Kadı Burhaneddin ve Ahmedi ile kuramsallaşmasını tamamlamışve aruzun yazılı edebiyatta kullanımı 1911 yılında Ömer Seyfettinin Selanikte çıkan GENÇ KALEMLER dergisinde " Yeni Lisan " başlığıyla yazdığı yazı serilerinde hece ölçsüne dönmemiz ve konuşulan dilin sokaktaki halkın konuştuğu dil olmasını gerektirdiğini özetleyen yazıya kadar devam eder.
Bu tari edeb. tarihçileri Milli Edebiyat hareketinin ve aydınların heceye dönüş tarihi olarak kabul ederler.
Şu varki hece 11. yy dan itibaren halkımızın ve ozanlarımızın koruduğu bir ölçü olarak sadece ve sadece sözlü gelenekte Anonim türkü , mani söyleyeni bilinen DİN DIŞI SÖYLEYEN OZANLAR, DİNİ TASAVVUFİ SÖYLEYEN OZANLAR TARAFINDAN YAŞATILDI.
Bu süreçte heceyle yazılan şiirleri içeren yazılı yeğane eserler Hacı Bektaş ı Velinin
MAKALATI, Yunus 'un " Risalet ün Nushiyyesi ve HACI BAYRAMI VELİ nin şiirleridir ki
bunların da tekke Şeyhleri olduğu müritleri kolay anlasın diye heceyle yazdıkları unutulmamalıdır.
Yunustan bu yana heceyle söyleyen diğer dini ve veya dın dışı binlerce ozanımız heceli şiirler söylemiştir. Ama dikkat ediniz ki karacoğlan aşık ömer vb halk ozanıdır ve şiirleri bu güne ya cönkler - şiirlerini tuttukları defterler- yada dededen toruna aşıktan çırağına ezberletilerek ulaşbilmiştir.
Bunların hayatları ve yaşam yerleri hakkında hiç bir şey bilememizsin sebebi de bunların yazılı edebiyatta yer almamış olmamaları değil midir.
MAALESF BU YAZILAR BENİM KİŞİSEL görüş ve tespitlerim değil, edebiyatımızın ve edebiyat tarihimizin ANA KONULARIDIR. Bu bilgilerin tamamı okullarda edebiyat müfredatıdır.
İlginiz için teşekkürlerimle sevgili Verda
''Milli Edebiyatçılara kadar hece ölçüsüne aydınlarımız " Köylü şiiri, köylü yırlamaları" olarak bakmaya başlamış ve şiirden
bile saymamışlardı. Bu bakımdan 13. yy dan1912 li yıllara kadar aydınlar heceyi görmezlikten gelip küçümsediler''
görüşünüze katılamayacağım Şahamettin bey...Kaldı ki,halk edebiyatından çokca yararlanılmıştır...
Şiir dili yalın ve hece kullanımı yaygındır...
Mehmet Emin ve Rıza Tevfik’in başlattığı akım ise Milii Edebiyatçılara örnektir...
Fecr-i Atîcilerle fazla bir farkları yoktur.Aruz yerine hece kullandılar.Biçimsel değişiklikten başka fark göremiyorum...
Saygılarımla