OZANLAR BİLİR EN ACIYI BİR DE- 2
OZANLAR BİLİR EN ACIYI BİR DE- 2
El ayak buz kesmiş, yürek tamau, umut kuşkulu. Ve zonklar sancıyı gönüldeki sarı dolama… Ve sonrası, sımsıcak kül sızıdan uç verir zemheri çiçekleri…Ama çaresiz, ayaz vurgunu…
Ssuskunluğunu dizelerine nakışlayan esrik ozan; bir olgun karpuz gibi çatlamak da var damardan, bilirim… Ama, sevi saksısında uç süren pembemsi çiçekler, sevenin kışında baharı yaşamasına kapıları aralar Ozan.. Yalın, katıksız sözcüklere karşın suskunluk ve kırılganlıklar olmasa bir de… İşte, sevi yüreklerinin ürküntüleri bunlardır Ozan…Hem de söylenecek, anlatılacak çok şey varken… Boğazda düğümlene kalan ve söylenemeyenler… Kolay değil Ozan, her seven ozan değildir, her seven de dilbaz…
Yürek dilinden, duygu dilinden, mimik dilinden, kısaca gönül dilinden… Sözcüklerin utangaç, çekinceli, titrekliğinden, bakışların utangaç kaçamaklarından, ürkek duygular içinde ellerin buluşmasında duyguların düş dünyalarına dalıp gitmesinden, kısaca sevi esrikliğinden anlar mısın Ozan?
Dağ çiçeği kokulu sevi sözcüklerinin, böğürtlen karası gözlerin, duyguların korlanmış bir gül bahçesine ne denli mayalandığını bilir misin? ‘’Bozkırdan kalma sözcüklerle yarım-yamalak aşklar…’’ dediğin bu mu Ozan? Sevi her zaman on ikiden vurmaz Ozan.. Seviler kimileyin namlu kırdırır, kimileyin de ateş alı tavda yürek dövdürür… Dövdür de, su verildikçe ya dize dize şiir, yada bu denli yazılımlar ortaya çıkartır…
Sevilenlere fısıldanan mutluluk sözcükleri nasıl da gevelenir dillerde… Kesik, kesik ve titrek… Bir hoş buğu gibi yumuşacık… Naz adına takınılan suskunlukların sevdalı yürekleri nasıl burduğunu bilir misin Ozan? Bunlar acısız yaşanmaz. Bunlar iç kanamasız hiç yaşanmaz Ozan… Ve bunları çağdaş denilen hangi seviler taşıyabilir ki…’’Bozkırca yarım-yamalak’’ dediğin sevda budur Ozan.
Uçarılıklar, dillere pelesenk yapılan sevdalar sevi değildir Ozan… Sevi yürek işidir, sevi gönül işidir, sevi erdemliliği öne alarak her şeye karşın sevgiliye adımlama işidir... Sevi düşünce gönüle, yüreğe ya Kerem düşer, ya Yunus… Ya Maral gezinir yürekte, ya Ayzıt… Ya gül açar gönül bahçesinde, Ya karanfil… Ama, yine de bir çiçek uç verir gizliden gizliye…
Sen ey Sevi!
Sevenlerin en güzel rengi… can ötesi… onmaz acılı… erdemi ve onuru önüne alıp büyüten iksir… Bilirim, dargın ve kırgınsın insanlara… Yitikliğin… bulunmazlığın… ve bilinmezliğin bundandır ey sevi… İnanır ve bilirim ki, ölüm yaratılmışların boynuna bukağıdır… Yürekleri yakan, acıtan, kanatan ve sonsuzca ayrılıkların, özlemlerin sızısı… Yüce Takdirin yasasıdır bu… Ama, Temmuz göynüğü bir yüreği kırağı vurması, sevdiğinin inciten sözcükleri, çatlatan gizemliliği, suskunluğu dahası… Bunlardır bin beteri ölümün… Seven yüreklere ne ki ölüm!
Suskunluğu göğsünde kabartıp sevenini kristal parçacıkları gibi darmadağın eden Ozan; acıların soylu ana-atası…ve sevmenin denek taşı… Yudum yudum senden alınan acıları, efil efil sana göndermeyen kim ki o, yakınırsın dizelerinde…? Acıların, yakınmaların bizlere yansır oldu… Dize dize yazılan, söylenen onulmazlıklar bizlerin de yüreğini zedeler oldu…Kim o taş duygulu görüntü…?
Acılara, iç kanamalara koşulu Ozan!
Bilirsin ki, seven insan acının, kaynayan kazanın üzerine bağdaş kurmuştur… İçi pişer ama, yine de gülümser.. Çünkü gerçek sevenler için küllenmiş ateş gözü acılar, onların soy mutluluklarıdır..
Bitmedi Ozan, daha diyeceklerim var
KÖMEN
YORUMLAR
karpuz gibi çatlamak da var damardan… Ama, sevi saksısında uç süren pembemsi çiçekler, sevenin kışında baharı yaşamasına kapıları aralar Ozan.. Yalın, katıksız sözcüklere karşın suskunluk ve kırılganlıklar olmasa bir de… İşte, sevi yüreklerinin ürküntüleri bunlardır Ozan…Hem de söylenecek, anlatılacak çok şey varken… Boğazda düğümlene kalan ve söylenemeyenler… Kolay değil Ozan, her seven ozan değildir, her seven de dilbaz…
....
kutluyorum güzel cümleleri güzel yazıyı
namık cem