- 976 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HIRÇIN VADİNİN ZİYASI
<font face=’Comic Sans MS’ color=’black’ size=’+0,5’>
19.yüzyılın başlarında son İslam devletinin beşiği Anadolu’-nun şirin şehri Gümüşhane... Devlet-i Ebed Müddet üzerinde ilk ışıklarıyla gülümseyen güneşle, gecenin pusundan yepyeni bir güne, bir İslam büyüğüyle ayağa kalkıyordu bu şehir.
Geniş toprakları kaplayan yüce devlet yavaş yavaş gölgelen-meye başlayan aşk ve vecdin, eski coşkunluğunun büyük ölçüde yitirildiği bu vakitlerde, bir kentiyle de olsa kaybolan değerlerini kucaklamaya çalışıyordu sanki...
1813 yılı Gümüşhane’nin Emirler mahallesi (bugünkü Bağlar-başı) bir İslam büyüğünün doğumuna sahne oluyordu.
Gümüşhanevi beş yaşlarında okumaya başlar. Sekiz yaşlarında Kuran-ı Kerim, kaside, Delal-i Hayrat ve Hizb-ül Azam kıraatıyla icazet (diploma) alır. Tüccar olan babasıyla gittiği Trabzon’da Sarf ve Nehiv dersleri alır. 1831 de amcasıyla İstanbul’a gitti. İlmini tamamlamak için İstanbul’da kalır.
Yirmi yaşına kadar Dersaadet medresesinde ilmin peçesini kaldırmaya çabalayan Gümüşhanevi hazretleri batın aleminin pencerelerini açacağı, büyük nuru kucaklayacağı otuz beş yaşlarında Mevlana Halid Bağdadi’nin bağlılarındandır. İç susuz-luğunu gidermek arzusuyla sabırsızlanan Gümüşhanevi pek yakın bir zamanda kendisini kucaklayacak bir inanç kahramanını beklemesi öğütlenmiştir. Nakşi yolunun büyük mürşidi Halid Bağdadi’nin kendisinden sonraki son altın halkasının sahibini başkentte kucaklamaktadır.
Başkentte Abdülfettah hazretlerine gider. “Senin irşadın başkalarının eliyle olur, bekle” buyrulur. 1845 yılında İstanbul’a gelen şeyhi Abdülfettah hazretlerinden Nakşibendi, Kadirriye, Sührevdiyye, Kubrevviyeve Çeştiyye tarikatlarından icazet alır. Gümüşhanevi ayrıca şiirde usta edip bir alim olan Ervadi hazretlerinin iki yüz kırk’ı bulan eserlerini okutma görevi alır.
Gümüşhanevi İstanbul civarında bulunan ve 1923 ten sonra yıkılan zaviyede ömrünün sonuna kadar öğrenci yetiştirmeye devam eder.
Doksan üç savaşına müritleri ile katılır, ateş hattında bulunur. Asker ve kumandanların maneviyatlarını yükseltir. 1863 yılında peygamberler ufkunun kokularıyla yoğrulmuş kutlu beldeye gider. Uzun bir süre sonra 1877 yılında tekrar hacca gider. Oradan Mısır’a gelir, burada kendi tasnifi olan Ramuz-ul Ehadis’i yedi kere okutarak yüzlerce alime icazet verir. O zamanlar müritlerinin sayısı bir milyonu aşmaktadır.
İslam’ın kuvvetlenmesi için bir matbaa kurar, Rize, Bay-burt ve Of’a büyük kütüphaneler açar.
Gümüşhanevi hazretleri 29 yıl müddetle irşad etme görevini sürdürür. Her yıl biri Zilhicce diğeri Recep ayında olmak üzere halvete girer. Takva derecesi çok yüksektir. Gayet kanaatkar yaşar, çok zaman katıksız ekmekle yetinir, eline geçen parayı fakirlere dağıtırdı. Geceleri uyumaz zikir, ibadet ve eser yazmakla meşgul olurdu. Gündüzleri de öğrenci yetiştirmekle meşguldü. Kuşluk vakti oturduğu yerde yüzüne havlu örterek biraz uyurdu. Otuz sekiz yıl oruç tutulması haram günler dışında aralıksız oruç tutmuştur. Yatsı namazından sonra konuşmayı sevmez, yatsının abdesti ile sabah namazını kılardı. Hocası Muhammed Emin Efendi’de kendisine intisap edenler (bağlananlar)arasındaydı.
1893 yılında ihtiyarlık ve hastalık dolayısıyla halsiz düşmüştü. Tedaviye gelen doktor, kendisinden geçmiş vaziyette yatan Gümüşhanevi Hazretleri’nin başucunda durarak, etrafında hizmet edenlerden onun ayaklarını uzatmasını ister. Onlar da uzatırlar. Gümüşhanevi Hazretleri kendine gelince upuzun yattığını görür ve “ayaklarımı uzatıp yatmaktan haya ederim. Beni Huzur-u Hak’ta ayak uzatma suçuyla başbaşa bırakmayın “buyurur. Hizmet edenler ayaklarını eski haline getirirler. Gümüşhanevi Hazretlerinin sohbetleri çok tatlı olurdu. Zaman zaman sohbetlerine ve derslerine Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülhamit de devam ederlerdi. Bilhassa Sultan Abdülhamit ile aralarında özel sohbet ve istişareleri olurdu. Öğrencileri arasında çok sayıda devlet adamı vardı.
Gümüşhanevi güzel ahlak ve güzel halleriyle meşhur olmuştur. Dünya malına kıymet vermezdi. Az konuşmak, az uyumak ve az yemek adetiydi. Yemekten evvel ve sonra tuza banar, misafirsiz sofraya oturmazdı. Sabah namazından işrak vaktine kadar ve yatsı namazından sonra mecbur kalmadıkça dünya kelamı konuşmamaya dikkat ederdi. Günde yetmiş bin kelime-i tevhit okumayı adet haline getirmişti. Yatacağı zaman mutlaka Yasin Süresini okurdu. Yaz aylarında Beykoz’ daki Yuşa Tepesi mevkiine çadır kurar, orada öğrencileriyle sohbet ederdi.
Beykoz’da kaldığı günlerden birinde elinde kamanla serseri serseri dolaşan birini görür, başını ondan yana çevirerek hizmetçiye “Git onu çağır gelsin” buyururlar. Hizmetçi çalgıcının yanına varır ve “Hocam Ziyaüddin Gümüşhanevi sizi istiyor” der. Çalgıcı gülmeye başlar ve Hocanız beni ne yapacakmış” diyerek alay eder. Hizmetçi “Ben de bilmiyorum, çağırmamı söyledi” der. Beraberce hocanın yanına varırlar. Ziyaüddin hazretleri “yaklaş” buyururlar. Eğilir gizlice kulağına bir şeyler fısıldar. Kemancı titreyerek ağlamaya başlar, tövbe eder ve hocaya öğrenci olur. Aradan hayli zaman geçer. Tövbekar kemancıya hocanın ona gizlice ne dediği sorulur. Kemancı şöyle anlatır.”Önceleri bir zatın talebesiydim. Lakin onun etrafındakilerin tutumunu beğenmedim. Oradan ayrıldım, serseri bir hayat yaşamaya başladım. Hak karşıma Ziyaüddin Hazretlerini çıkardı. O gün kulağıma “oğlum hocan seni bize ısmarladı. Artık hak yolu bizden öğrenirsin” buyurdu. Bunu duyunca hocamın yıllar önce bana “Oğlum seni Allah’ın salih kullarına ısmarlıyorum” dediğini hatırladım ve titredim. Hocam da merhamet edip beni bu zilletten kurtardı” der.
Bir talebesi şöyle anlatır.” Hanımım hastalandı. Derdine çare bulamadık. Ben de hastalandın. Aradan altı ay geçti. Bir gün abdest alıp rabbimden bize derman göndermesini niyaz ettim. Birden Ziyaüddin Hazretlerini karşımda gördüm. Hayretler içinde kaldım çünkü hocam yürüme tam altı aylık çok uzak bir yerdeydi. Tebessüm ettiler, hatırımı sordular ve bize dua ettiler. O andan sonra hanımımda ve bende hastalıktan eser kalmadı”. Gümüşhanevi Hazretlerinin kerametleri pek çoktur. Yerimizin darlığı sebebiyle ancak bu kadarını aktarabildik.
Talebesi Hilmi Efendiye yazdığı mektubunda; Korku ve ümit arasında bulunmak, verdiği sözde durmak, Kişiyi öğünmeye sevk eden debdebeyi terk etmek, temizliğe dikkat etmek, nefis ve şehveti kırarak ahlakı güzelleştirmek, rahat ve huzur veren şeylerden uzak durmak, yalnızlığı seçmek, nefsin isteklerine uymamak, şeytani arzuları yok etmeye çalışmak,tevazu,şükür ve kanaat sahibi olmak gerektiğini nasihat eder.
Gümüşhanevi hazretleri öğrencilerine vasiyetinde “Amelleriniz, tahsiliniz ve ahlakınızla alim olun, insanlara seviyelerine göre hitap ediniz”buyururdu.
“ Ölmeden önce ölümün sırrına ermek” kutlu sözünü hayatında mahyalaştıran ulu insan, bu dünyadaki çizginin bitmek üzere olduğu demlerde ölümle kucaklaşarak öte dünya çizgisine kavuşacaktır, Yaradan’ın yüce buyruğu gereği.
Devlet-i Ebed Müddet topraklarında güneşler çok doğup çok batmıştı. Ama bir vakitler gecenin pusunu bir inanç kahramanının doğuşuyla ağartan güneş; 1893 yılı Şubat ayının bir sabahında çehresi hüzünlü olarak doğacaktı. Anadolu’nun küçük ve mütavazi bir kentinde, Gümüşhane’de gün ışığına gözlerini açan yüce insan, dünyanın gözbebeği, sultanlar diyarı İstanbul’da 25 Mayıs1893 de Pazar günü vefat edecekti. Mezarı Süleymaniye Camiin avlusunda Kanuni Sultan Süleyman türbesinin kıble duvarına bitişik demir parmaklıklarla çevrili mekana konulacak ve mezarının ayak ucundaki kitabesinde “ Muhaddisin-i kiramdan fahrül meşayih Gümüşhaneli el-Hac Ahmet Ziyaeddin Efendi hazretlerinin ruh-ı mukaddislerine el-fatiha” yazılacaktı.
Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretlerinin eserlerinden bazıları: ---Ramuz-ül Ehadis,--- Garibül Ehadis. ---Hadisi Erbain, ---Cami-ul-usul, ---Ruh-ul Arifin, ---Mecmuatıl Ahzap, ---Kitab-ul Arifin, ---Necat-ül Gafilin,---Netaic-ül İhlas, ---Cami-ül Menasik, ---Cami-ül Mutün, ---Vesiyetleri’dir.
Zülfikar Yapar Kaleli