- 636 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KÜÇÜK AT MASALI
Benim, küçükken bir atım vardı. Bir gün kayboluverdi atım. Çok aradım; ama bulamadım. Onu ararken utangaç sincaplar da katıldılar bana. Sonra şüpheci kuşlar da katıldılar aceleci sekişleriyle. Ağaç dalları ve kozalaklar da… Sonra bir bulutun rengi, enginliği ve nemi katıldı arayışıma. Sonra yılanlar sürünüşlerinde, tedirginliklerinde, soğukluklarında ve çekik gözlü zehirleriyle katıldılar. Ceylanlar, sayıları çok değildi ama kaçışlarının hızıyla; simsiyah, narin, ince ve çaresiz kara sevdaları anıştıran gözleriyle katıldılar arayışıma. Ova enginliğiyle, dağ vakurluğuyla katıldı. İşte o an bütün dünya bir arayışa dönüştü de adeta, ama atım bir türlü bir bulunmaya dönüşemedi. Hem onu bulamadığım her an biraz daha kayboluyordu atım sanki. Kayboluşu biraz daha derinleşiyor, biraz daha anlamlanıyordu. Oysa izler vardı. Yanımdan geçen yanımdan geçen rüzgârda koşuşu vardı mesela, kurumuş dere yataklarında bakışları, kargaların çığlıklarında kişneyişleri vardı biraz. Ama hiçbir yere hiçbir yöne gitmeyen izlerdi onlar. Her şeye rağmen vazgeçmedik. Aramaya devam ettik. Ve o kadar çok o kadar çok aradık ki kaybolduğu yerde atımı arayışımız bir ata dönüştü bir ara. Atım bir arayışa… Sonra biz, dağ taş, börtü böcek ve bütün bir ovayla kaybolan bir arayışın atına dönüştük mesela. Zaman sihirli bir ayna gibi gerindi. Uzadı ve geçti. Gözyaşları yanaklarımı boydan boya aşıp dudaklarıma ulaştıkça tadını aldığım tuzda yanıp yanıp sönen engin mavi… Denizatları değildi aradığım oysa. Öteden siyah pelerinli gece geldi. Ayaklarını sürüye sürüye. Bitti mi, dedi. O gün bugündür çaresizlik deyince aklıma hep akşamüstleri gelir. Artık eve dönmelisin, dedi. Bunu derken yüzünde annemin endişesini gördüm. Gözyaşlarının kayganlaştırdığı bakışlarını… Evimizin karanlıktaki gölgesini bir an… Dönmeliydim. Peki ya atım, dedim. Yeterince aradın, dedi. Ama bulamadım, dedim. Her arayış, sonunda bir buluşu vaat etmez ama yine de aradığın şey olmasa da bulursun, dedi ve ardından ekledi, bir şeyler… Sonra devam etti, üzülme, ben sabaha kadar arar, bulurum onu. Sonra sana yollarım. Duraksadım ve umutsuzca sağıma soluma bakınıp, bu karanlıkta mı, dedim, gülümsedi. Bu karanlıkta, dedi.
Başım önde kayıp bir at gibi ağır ağır evin yolunu tuttum, bedenimde soğumaya başlamış köpük köpük ter, rüzgâr vurup yelem ovaya doğru benden kopup savrulmaya çalıştıkça ürperiyordum. Toynaklarım acıyordu ve açtım. Evimizden, en az benim kadar üzgün soluk bir ışık, boyu pencereye yetişmeyen çocuklar gibi çaresizce duvara tırmanıp görmeye çalışıyordu dışarıdaki karanlığı. Arif bahçenin çitine tünemiş, gözlerini kısmış, mevzide düşmanını bekleyen bir asker gibi bekliyordu daha şimdiden sabah doğacak güneşi. Sofra kurulmuştu. Yemek yemedim. Kimse ısrar etmedi. Nenem sedirine oturmuş tespih çekiyordu. Ben de oturdum sedire. Bacaklarımı karnıma doğru çektim. Başımı öne eğdim. Kollarımı göğsümde birleştirdim. Nenemin ağzında, birbirlerine nasihatler dolu cümleler kuran alev dilimlerine benzeyen başka bir lisanın harfleriyle fısıltı olarak yaşayan sonra o fısıltılardan boşluğa örümcek ağlarına benzeyen iman dolu ağlar kuran dualar yaşardı. Bir ara onlara kulak verdim. Ödevimi yapmadım. Kimse ısrar etmedi. Sonra Allahın sonsuz bir denizin ortasındaki bir kayığa benzeyebileceğini düşündüm. Sonra bizim de onun içindeki anlamsız mahlûklar olduğumuzu… İşte ben bunları düşünürken nenemin ağzını kapatıp dualarını yuttuğunu ve onları ruhunun kim bilir hangi buğulu kapısının arkasına doğru bir yerde kaybettiğini fark ettim. Sonra o zümrüt yeşili, gaz lambasının soluk, mutsuz ışığının bile söndüremediği, gözleriyle bana baktığını gördüm. Kim bilir gençliğinde ne kadar güzeldin, dedim. Başıyla yanına çağırdı beni. Beni miskin bir kediye dönüştüren hüznümle kuruldum nenemin kucağına. Başımı kurumuş göğsüne dayadım. Ah, benim güzel sevgilim ben bugün atımı kaybettim, dedim. Dedem bir kaçakçıydı. Zümrüt yeşili siyah gözlerini de nenemin, dedem, bir aygırın sırtında, bir gece vakti… Onları kovalayan sivri dişli mermilerden kaçarak… Dedem. Bir mayının parçaladığı…
İşte ben yine bunları düşünürken nenem bir masala başlamıştı. Kim bilir neyden bahseden. Dışarıda akşam, koyulaştıkça koyulaşıyor, nenem kelimelerin anlamlarının geçmişten bugüne yaptığı yolculuklardan kalma tozları üfleye üfleye hiç eskimeyen padişahlardan, beylerden, onların güzelliklerine hiç benzemeyen kaderleriyle kızlarından, perilerden, kötü kalpli vezirlerden, gizemli falcılardan, müneccimlerden, iyi kalpli fakirlerden, delinmiş, artık işe yaramaz dağlardan, geçilemeyen yollardan, tüm iyi niyetlerle ve temiz kalplerle tutulan dileklerden, uzak ufuklar yaratıyor, işte tüm bunlar gözlerimin önünde belirip belirip uzaklaşıyor, uzaklaşan her sahne başka bir sahneyi çağırıyordu. Bu sahne kimi zaman kanlı bir savaş alanı oluyor, kimi zaman çaresiz bir sevgilinin son nefesinde tükettiği son aşk kelimesi oluyor, sonra işte bu son sevda kelimesi karanlıkta havai fişek gibi gökyüzüne yılan gibi bir fısıltıyla tırmanıyor ve olanca güzelliğiyle yüreğimi hoplatan bir gümbürtü kopararak bin bir renge dönüşüyor, kimi zaman da koskoca bir ülkenin mutsuzluğunu alt etmeye çalışan gariban köy delikanlısının yendiği tek gözlü devin cesedi oluyordu. Ama tüm bu sahneleri arasında fark edilen başka bir şeyde arkada sırasını bekleyen belli belirsiz bir kuytu bir karanlıktı. İşte bu karanlık, masallar birbirine, iyice kızışmış karayılanlar gibi dolandıkça bir adım daha öne çıkıyor, kendini biraz daha belli ediyor, biraz daha varlık buluyordu. En sonunda bir ele dönüştü işte bu karanlık sonra uzaklarda bir yeri işret ediverdi. Göz kapaklarım ağırlaştı. Masallar zihinim bilincine tutunup dışarıdaki karanlığın belirsizliğinde kaybolmamak için bir birine girdi. Kimisi içerde kaldı, kimisi evin fakir kilimin üzerine döküldü. Nenemin kucağı uyku oldu. Uyku bir düşü çağırdı. Masallardan arta kalanlar düşe üşüştü. Sonra ben bir yerden düşer gibi… Ama düştükçe hafifler gibi… Hafifledikçe bir tüye dönüşür gibi… Bilincimin kim bilir hangi tanımlanamaz, anlaşılamaz tesadüfünde birden bire hem de atımın sırtında, hem de dörtnala… Ve kim bilir nereye doğru ümitle… Mutluydum.