"Bilemiyorum"
Her kulun kendine has bir karakteri var özünde. Parmak izimizden saçımızın rengine, bakışımızdan gülüşümüze, ruhumuzu sarmalayan duyguların çeşitliliğine kadar tabir yerindeyse her insan başlı başına bir dünya ve bu dünya oldukça karmaşık bir yapıdan oluşuyor.
Hani bazı özelliklerimiz var ki hamurumuzun mayası kıvamında. Bizi diğer dünyalardan farklı kılan, isimleri aynı olmakla beraber ruhları aynı olmayan iki Esra’yı benzer olmaktan kurtaran yapı taşları…
Bazen bunu şöyle tarif etmeye çalışırız: “Bu duygu öyle bir içime işlemiş ki söküp atamıyorum, ne yapsam bu davranışımı yapmaktan vazgeçemiyorum, yaradılışımda var bu benim.
Kopmak istesem de kopamıyorum. Ne çare, böyle geldim dünyaya, böyle gitmek var kaderimde.
”Değil mi ki sırf bu nedenle anlayışlarımız bile birbirinden ayrı ve kopuk. Bunu ifade için der ki Mevlana: "Siz, karşınızdakinin sizi anladığı kadarsınız."Anlamak ve anlaşılmak üzerine geliştirilen kuramlarda bu şöyle demeye gelir: “Bir gün elime kalemi aldım yazıyorum. Çevremde bulunan insanlara sormaya başladım: “(Elimdeki kalemi işaretle)bu ne olabilir sizce?”diye.
Herkes kendince bir cevap verdi: Biri onun yazma işlevi gördüğünü, diğeri tutulabilen bir nesne olduğunu,bir başkası ise hayatta meydana gelen olayların şekillenmiş bir sureti olduğuna inandığını ifade etti.
Yani Mevlana’nın bizlere işaret ettiği şekliyle ben bir sözle insanlara hitab ettim ve bu sözü herkes kendince yorumladı. Söz her kulakta aynıydı ama algılar onu boyutunun dışına taşımıştı. Kimine göre anlattıklarım saçma birer vurgudan ibaretken, kimine göre de aksi suretinde yankılanan ve dalga dalga vuran bir dokunuş… Anlamak böyle bir şey işte.
Duyumlarla başlayan anlama serüveni… Doğru anlamak, karşıdakini doğru dinlemekten geçiyor öncelikle. İnsan olsun, suda çırpınan bir balık olsun ya da her ne olursa olsun karşıdakini iyi dinlemek ... Varlığa bürünen bütün isimler,dünya üzerinde seyahat halinde olan sesler,alenen görünen ve görünmeyen işaretler,her biri dinlenmek için varlar.
Yaprakların yeniden yeşillenmeye, tazelenmeye başladığı bahar günlerinde cıvıldaşan kuş seslerini dinlemek. Yolda yürürken havanın esprilerini dinlemek .Araba sürerken ilahilerle sürat yapmak. Veya hareketli müziğin ritmine bırakmak kendini. Nur’un çocuklara anlattığı hikayeleri dinlemek. Dinlemek! Dinlemek Dinlemek! Peki her biri ayrı bir anlam ifade eden sesleri dinlemeye ne dersiniz?
Şimdiye kadar birçok şeyin bir anlam ifade ettiğini düşünmüştüm ama bir sesin, sadece bir sesin anlam ifade etmesi hayatımın devrimi oldu. Önce bir kelimeyle başladı bu yolculuk. Öyle bir kelimeydi ki kendimi bildim bileli anlamını öğrenmek için türlü çareler aradığım halde bulamıyordum. İçimde bilinmeyi bekleyen bir ukde oldu.
Günler olmuş ki hiç bitmeyecek gibi görünen bir hüznün içine çöreklenmişim. Hüzün yıktı mı dersiniz en ağır darbelere karşı bile dayanıklı olan bu yüreği? Hüzün, yıkmak için değil yapmak; onarmak içindir aslında. Hayatımız mutlulukların arasına kara kedi misali giren acıları temizlemekle geçiyor işte. Acının şiddeti yaşanan küçücük mutluluğu gölgeleyemiyor.
Aciz olmaktan dolayı korkmuyorum. Sadece bazen bu acizliği hatırlamak yeniden toparlanmam için bir ümit oluyor gelecek günlerime. Öyle ya ne gam bulutlarının ardına gömülmeli insan, ne de neşe bulutlarının göğsüne yaslanmalı.Herşey zamanında güzel.Allah’ın yıkmadığını kim yıkabilir ki?
Bugün beş ocak gününü geride bıraktığımız şu vakitlerde yazdım bunu . Değişen, giderek daha da durgunlaşan ve bazen de gelişim gösteren hadiselerle.................
Ruhum nasıl bir hal içerisinde onu ben bile bilmiyorum .Her zamanki gibi hayatım med-cezir gel-gitleri üzerine kurulu.
Bu yazıyı da öylesine gelişigüzel ve karmaşık yazıyorum. Yüreğimden satırlara dizilen kelimeleri en sonunda fark edeceğim. Bunun nasıl olduğunun bir önemi de yok. Önemli olan bizim bir yol çizmemiz ve bu yolda gitmeye karar vermemiz ya da bunu tercih etmeyip başka yollara yönelmemiz.
Bazen anlatamayacağımız durumlar da olmuyor değil hani. Herşey istediğimiz gibi gitmeyebiliyor. Her şey düşünülen gibi gerçekleşmez. Herkes talebi üzeri yazılan kaderi yaşamak zorundadır. Bazıları mutlu olurken bazıları da mutsuz ömür yaşarlar. Bazılar da Hayatın sabah çisesini anlamadan üzerinde bulur, sadece ıslanır ve üşür. Senden başkası bunu bilemez ve hissedemez.
Ben yine hayatın bu akışında kendimi Yüce Yezdanın şefkatli ve merhametli engin denizine dalmakla bulayım diyorum. Çünkü orda olanlar her şeyden arınmışlar. İnsanın dünyada dost bulması çok zor kaybetmesi de bir o kadar acı.
Dostluklar kaybedilmeden devam etse ne güzel.......
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.