- 555 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ufuklardaki düş
İnsanların tek çabaları asırlardan beri kendilerini, var oldukları dünyayı anlamak ve an latmak için verdikleri uğraşlardan doğan yaşam serüvenidir. İnsanın kendisini, yaptıklarını başkasına anlatılması çok insanca bir şey... Çağımızda hiç bir insan, hiç bir ulus, bir kuyunun dibine saplanan taş gibi saplanıp kalmak istemez. Baş döndürücü aktuel gelişmeler insanın kafasını öyle döndürüyorki bunları anlatmağa bazen var olan kelimelerin gücü yetmiyor. Teknolojinin yarattığı harikalar sayesinde bütün gezegenler kesfedilmiş, uzayın derinlikleri dahi ayrıntılarıyla ekranlara taşınmıştır. Uydu aracılığı ile yerdeki bir karıncanın kımıldanışı dahi gözlemlenebiliyor. Bunu da teknolojinin yardımıyla bilim adamları gün ışığına çıkarıyorlar ve bu buluşlar hayatımızı öyle kolaylaştırıyorlar, ki insan anında bir bir yerden bir yere ulaşabiliyor, haberleşiyor, olayların detayları hakkında hemen ve en yeni bilgilere sahip olabiliyor.
Bu baş döndürücü ve hızlı gelişmeler özverili insanların kendilerini insanlığa adamalarından, insanlık için bir şeyler yapmanın sorumluğunu kendilerine ilke edinmelerinden doğmuştur. Yoksa, bu gün de insanlık bin yıl önceki gibi ilkel şartlarda yaşamak zorunda kalacaktı, eğer bu özverili insanlar olmasaydı... Bu sebeple bu çağda kuyunun dibine saplanmış bir taş gibi kalmak, insanlık için ölüme eşit bir şeydir. Gözümüzü açıp bu gelişmeleri engelleyen güçlere karşı, kollektiv bir güç yaratamazsak, karşıt güçler, kendi çıkarlarını kaybetmek istemeyen egemenler bu gelişmeleri her dönemde olduğu gibi engellemeğe çalışacaklardır. Dünyada varolmak için dünyayı önemsemek zorundayız, bu ben insanım, insanlığı birazcık olsun düşünüyorum diyen herkes için geçerlidir ve geçerli de olmak zorundadır. Dünyaya açılmanın, ufuklarımızı genişletmenin, hayata geniş bir perspektivle bakmanın tek yoludur ve şimdiki davrandığımızdan daha özverili çalışmalar sonucunda varlığımızı başka bir biçimde yüceltecektir.
Yazan ve düşünen insanlar diğer insanlardan farklı değillerdir, ancak diğer insanların da görüp düşünerek bu olayların bilincinde olmalarına rağmen, fikir beyan edememelerinden dolayı bu görevi üstlenen bu insanlar aynı zamanda toplumun soluk borusu görevlerinide üstlenirler. Yaşam şartlarının herkesi toplumda belirli işbölümlerine ittiği gibi, bazen de bizler kendi düşüncelerimize uygun veya ona çok yakın meslekler ediniriz. Çağımızda insan oğlu bütün uğraşlarına rağmen yapılması gereken bir çok şeye erişememiştir. Bu acı durum malesef gerçtekten böyledir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütünün yapmış olduğu yüzeysel araştırmalara göre bu gün dünyanın geri bıraktırılmış bölgelerinde globalleşmeye rağmen hala milyonlarca insan, insanlığın temel ihtiyaçlarından mahrum bırakılmatadır. Pek çok araştırmacı okuma yazma bilme oranının direkt olarak insan için hayatî önem taşıdığını öne sürerler. Bu iddiayı savunanlara göre, köle pazarlarında okuma yazma bilenlerin daha pahalıya satılması, Hindistan’da 1960’te yapılan eğitim reformunun ardından anne-bebek ölüm oranlarının hızla düşüş göstermesi bunun en açık kanıtıdır.
Dünya üzerinde okuryazarlık oranlarının en düşük olduğu bölgeler Güney Asya, Arap ülkeleri ve iç Afrika ülkeleridir. Bu bölgelerde okuryazar olmayan nüfus %40-50’lere kadar varmaktadır. Okuryazarlık oranının yakın zamana kadar çok düşük olduğu Çin, Vietnam gibi ülkelerde bugün okuryazarlık oranları %90’ları aşarken, Brezilya, Türkiye, Endonezya gibi gelişmekte olan ülkelerde bu oran hızla artış göstermektedir. Okuryazarlık oranlarının en yüksek olduğu ülkeler Avrupa ülkeleri ve SSCB’nin dağılması ile ortaya çıkmış olan Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Belarus gibi devletlerdir.
Bütün bu olumsuzlukları aşmanın tek yolu insanlığın bilgi alemiyle donanması için okuma yazma oranın artırılması olması gerekmektedir. Okuryazarlıkta sadece insanların okuyup yazma becerisini artırmak olarak algılanmamalıdır. Düsünen ve yaratan bireyler kitleleri meydane getirdiğine göre toplumun kalkınması insanlığın bilinçlenmesi ve daha yukarı uygarlık bilimiyle donatıldıği sürece gelişmeler bireysellikten kurtulup kollektivizime dönüsecektir. Bununda başarılması için insanlığın bilinçlenmesi, bütün hepimiz için ilk hedef olmalıdır. Okuryazarlığın genel tanımı bir dilin yazınlarını okuyabilme, okunan ögeleri algılama ve kavrama yetisine sahip olunmasıdır. Günümüz bağlamında okuryazarlık iletişimin bir parçasıdır. Bir dili bilip, konuşabilmenin yanı sıra iletişim kurabilmek için yeterli derecede okumayı ve yazmayı da bilmek gerekir. UNESCO’nun tanımına göre okuryazarlık; Değişik türdeki yazılı kaynakları, kayıtları kullanarak tanımlama, anlama, yorumlama, bir araya getirme, iletişim kurma ve hesap yapma yeteneğidir. Toplumun geniş bir kitlesine hitap edebilmek, bilgisini ve gücünü geliştirerek hedeflerine ulaşması için bireye olanak veren olgudur. Günümüzde her yıl 8 Eylül günü Dünya Okuryazarlık Günü olarak kutlanır.
Hala günümüzde birbuçuk milyara yakın insanın okuma yazma bilmemesive bundan mahrum bırakılması, yine bu kadara yakın büyük bir insanlık ayıbı olan sağlık sorunlarının halledilmemesi, bulaşıcı hastalıkların artması, kuraklığın bir çığ gibi büyüyerek var olan yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yok etmesi, su rezervelerinin tükenmesi, plansız nufus artışı, buna paralel olarak açlık tehlikesinin günbe gün artması ve milyonlarca insanın bir öğünden fazla yeme şansına sahip olması hepimizin ayıbı olsa gerek. Bu utanç verici durumdan kurtulmak için eel ele vererek büyük bir savaş yürütmek zorundayız. Yerli uşaklar ve kompradorlar halkların düşmanları oldukları için onlardan bir fayda beklememiz, üzerine gittiğimiz bir akrebin ve yilanın bizi „sokma diye“ bağırmamıza benzer. Oysa tehlike kapımızdadır. Kirlenen nehirler, denize dökülen artıklar, günlük ürettiğimiz gereksiz çöpler bizim birey olarakta bir çok sşeyi değiştirebileceğimizin somut kanıtlarıdır. Bu gelişmeler 40 – 50 yıl daha şimdiki gidişiyle aynı tempoda giderse, sanırım insanlığın büyük bir bölümü göz göre göre felaketlere maruz kalarak telef olmağa mahkumdur. Bu tespitleri elbette ben yapmadım, gözlemlerden, basından, yazıliı kaynaklardan edindiğim bu bilgiler 1950 yıllardan sonra hız kazanarak sürmektedir. Ve binlerce araştirmacı, bilim adamı, gazeteci, yazar, aydın, politikacı ve duyarlı insan bu konulara parmak basmasına rağmen öyle büyük değişiklikler, kayda değer bir ilerleme sözkonusu değildir. Afrika’da ve bizimde binlerce hektar toprak, orman, koru, mera ve irmaklar, kuruyup yok olmuşlar; milyonlarca hektar toprak erozyona birakılarak insanlığın en büyük hazinesi, yine insanlar tarafından yok edilmeğe başlanmış ve bu talan hızla sürmektedir.
Bizde bu durumdan yola çıkarak kendi iç dinamiklerimizi yaratarak yok ve talana maruz kalan her şeye karşı mücadelemizi artırmak zorundayız. Hepimiz biliriz ki, dünyamız için zararlı olan milletlerin birbirine düşmanlığıdır. Kişilerin, politikacıların, rejimlerin birbirlerine düşmanlıklıkları gelip geçicidir. Önemli olan milletlerin birbirine düşmanlığını yok edecek şartları ortadan kaldırmaktır. Bu sorunları aşmak için, insanları, insanlığa yakışmayan, aşağılayan durumlardan kurtarmalıyız. Bunun için savaşım vermeliyiz ki, hedefimiz kutsal, güzel ve sonsuzadek muzaffer olsun. İnsanlık, insanlığının gerektirdiği hedeflere zaferle ulaştığı gün, çektiği bütün acıları unutmayacaktır ama, geleceğini daha duyarlı bir şekilde yönlendirecektir. Bunun içindirki, sizler, güzel insanlar bu olumsuz gelişmelerin önlerinde bend olacaksınız, yine tekrar etmek zorundayım malesef, biz kendi işimizi kendimiz göreceğiz, yoksa birileri bize gelin buyurun, soframızda doğanın ve insanlığın nimetlerinden sizde faydalanın demeyecektir. Çünkü onlar hiç bir zaman doymadılar, doymuyorlar ve doymayacaklardır. Kendi azıcık mutlulukları için ölülerin üstünde yürüyecek kadar acımasızdırlar onlar... Benim şaştığım bu hainler, bu satılıklar, bu hale getirdikleri dünyanın ve halkın yüzüne utanmadan ve sıkılmadan bakmalarıdır. Nasıl bakıyorlar? Bunlarda hiç hayâ, hiç insanlık yok mu? Hani nerde bunların insanlık onuru? İşte „Ufuktaki Düş“ insanlığın kendi değerlerini yaratması ve korumsı olmalıdır. Bu insanlığın ilk ve temel ilkesi olmadığı sürece aynı felaketleri ve dramaları insanlık her gün yeniden ve aynı biçimde, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşamağa mahkum bırakılacaktır.
Sevgi ve dostluklarla dolu bir dünya özlemiyle... Hüseyin Arslan, 01.06.2008, Frankfurt am Main
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.