BEYMELEK IV
Sabah ayrı bir canlılık, her güne başlamanın farklılığı, "gezmek" fiilinin ardında gizemli olsa gerek. Evde olsa farklı mı olurdu piknik günlerinin sabahı. İtiraf edeyim bendeki canlılığının müsebbibi, biraz toplantının olmayışı! Birbiri ardına korna çalarak kalkmamıza rağmen, bazı arkadaşlarımızı (Kilis’li Erdoğan Beyi) unuttuk. Alıp götürdüler Hz. İsa’dan bile bin yıl öncesine. Ben "- Demre" bile diyemezken Kale ilçemize, Likyalılar (güneşin ülkesi) "Myra" adında büyük bir şehir kurmuşlar, o günün şartlarında! Beşbin nüfus dağlarla denizin arasında, ova desen, seralardan beyaz bir örtü. İnsanımız, toprağa ihanet etmemek için olabildiğine küçültmüş evlerini. Tiyatrolar, kaya mezarlar, bütün bunlara verilen emek ve zamanı takdir etmemek elde değil. Herkes benim gibi düşünmese gerek, kaya mezarlara delikler açmışlar. Sadece merakla açıklanabilir mi yapılanları, ya da yağma olarak yargılamak insafsızca mı olur? Tiyatronun kulisinde gezerken Ordu’lu Mustafa ile restorasyon amacıyla yapılan çelik gergileri yormakta zorlandık ustanın maksadını(!) Sanat kaygısı hiç olmasa da, geleceği düşünmüş müdür? "- Yaptığım kaç yüzyıl kalır." ya da " -bu yüzyılı suçlarlar mı benim yüzümden" diye. Kemerdeki süse verdikleri değeri anlayamamışız gibi geldi. Sonra, hükmedenin koltuğuna oturup, baktık sırayla o zamana. Hatta anlama çabamızda vardı, kornalar böldü. Bir an evvel noel baba kilisesine gitmek istediler diye düşündüm. Ama orada da kısa sürdürdüler gezilerini. Mabetler oldum olası insanlık tarihinin en iyi korunan yeri olmuştur. Öylesine bakımlı bulduk St. Nicolas kilisesini. Her ne kadar karlar ülkesinin azizi olarak hayal etse de insanlar, bir tezat teşkil etmede yurdumda kar düşmeyen nadir belde.
Öğleden sonrası, tekne gezisi… Kekova ve ıssız koyların keşfi… Daha ilk koyda billur gibi suya görünce dayanamadılar. Tekneden atlayan atlayana… Belki yirmi belki de otuz metre derinlikte suyun dibi görünmekte. Her ne kadar tatil olsa da maksat, bazıları incelemelerine devam etmekte (!) Ruhuna sinmiş Mehmet Ali Beyin mesleği! Ayrılırken son koydan tarihe mal olduk. Ama koyda izlerini bırakanlar kadar medeni olamadığımızdan olsa gerek, bir gün sonra gitsek emaremizi bulamayız o koyda. Olsun ne gam, benim de yazdıklarımdan gayri nem kaldı. Aslında biliyordum suya girenler üşütüp hastalanmaz bendenize zararları dokunur. Dönerken teknenin kıç tarafında uyukladım fütursuzca. Herkes küpeştede bağrını açıp meydan okurken, zavallı ben üşüttüm. Denize alışık olmayanları, dalgalar tekneyle oynaştıkça beyaz köpükleri bıraka bıraka, birde mazotu bitip de (unutulma neticesinde) sürüklenmeye başlayınca huzursuzluk kapladı. Dalgalar sanki daha bir hırçın vurdu gövdeye, biraz nazlı, biraz şımarık. Neyse tamir çabuk tamamlandı da homurtularla atıldı dalgaların üstüne öç alırcasına. Rotamız kıyıya dönünce fark ettim güneşin meylinin dağlara döndüğünü. İçimizde en tecrübeli olan Mazlum Bey oturunca yanıma, yorulduğumu fark ettim, utancımdan, saygımdan söyleyemedim yorgunluğumu. Akşamına sinema günleri bile çekici gelmedi, gidip uykunun kollarına girdim.
.............
Toplantı, son noktayı koymaya yaklaştıkça yerimi değiştirsem mi diye düşünürken, Sivaslı (İrfan ve Ahmet) arkadaşlarla kalıp sonuna kadar savunalım dedik; arka sıraların konulara ilgi ve sessizliğini. Bilirim bu toplantılara herkes kendi doğrularının teyidine ya da sorusuna verilecek cevaba şartlanmıştır. O nedenle konuşmam en azından onlara saygısızlık. Bir de sessiz dünyaları içindeki nazenin insanlara. Yüreğimi yakar her söz alışım. Oysa, benden fazladır söyleyecekleri. Sükut büyüklüğün şanındandır ya da erenlerin hasleti. İrfan Beyin tabiri ile "- en verimli günü kısırlaştırmamak için susalım" Aslında yazılanlar kendime yazılmış notlar veya mektuplar mı demeli? Yazmadığımda sahile yazılan isimler gibi ilk dalgaya kadar bir ömür anılar. Yazılan isimler hem gönül defterine, hem de Beymelek dağlarına kazındı silinmemecesine. Bu toplantıdan yanıma ne kaldı; onların dostluklarından, hoş sohbetlerinden gayri...
BEYMELEK 06 Mayıs 2005
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.