- 1459 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Doǧanın Dili; Mevsimler
Bu gün uyanıp pencereden çevreme baktıǧımda lapa lapa karın yaǧdıǧını gördüm. Berrak düşünceler içinde “mevsimlerin kendilerine has, bizlere anlatmak istedikleri ya da bizim farkına varmamız gereken dilleri vardır” ilkesinin doǧruluǧunu bir kez daha kanıtlamış oldum kendi kendime. Noel tatilinin hantallıǧıyla gözlerimi ovarak hemen hemen bir aydan beri ilk kez yataktan bu kadar erken kalkmanın zevksizliǧinin aǧırlıǧını odadaki adımlarımda bile hissediyordum. Yıllardan beri ilk kez sakince kristal kar taneciklerinin rüzgarsız havada yere doǧru isteksizce düşerken, ben pijamalı vaziyette yarım saat kadar efkarla hüzün arasında yaǧan karı seyrederek kendimi melankolik bir havanın kollarına bıraktım. Mevsim kıştı, aylardan 5 ocak 2009. Kainat belkide birkaç yıldan beri yeniden bir beyaz gelinlik giyerek bakire bir havaya bürünüyordu. Parktaki bütün arabalar beyaz karla örtülmüş, aǧaçlar çırılçıplak yanlızlıǧı oynuyorlardı. Aceleyle işlerine giden insanlar elbiseleriyle beyaz görünümü lekeliyorlardı. Saatler sabahın 8:22’ini gösteriyordu. Ben duşa girerken şöyle düşünüyordum: Kış baharin itici gücüdür. Kainatta her canlının kendini ifade ediş biçimi de farklıdır. Rüzgâr daǧlara vurup geçerken uǧultusuyla sürekli bir hareketliliǧi simgelerken, daǧların baǧrından sızarak çoǧalan bir dere çayları, çayların toplanarak ırmakları, ırmakların birleşerek nehirleri oluşturduǧu gibi günlerin toplamıda ayları, ayların toplamı yılları, yılların toplamı asırları, asırların toplamı ise milenyumları oluşturur” diyerek, bu buz gibi havada, buz gibi bir duşun beni hasta etmeyeceǧine inanarak musluǧu en soǧuk biçimde sonuna kadar açarak duşumu aldım. Arkasından kurulanır ve giyinirken mevsimler üzerine, bu örnekler sınırsızca çoǧalabileceǧini düşündüm. Kar üstündeki ayak izleri ilk dışarı çıkma cesaretini gsterenlere ait olur. Geriden gelenler bu izlere basarak yürümeye çalışır. Yürümek zordur karda. Eller üşür, diller üşür, kalem üşür. Sular gibi donar mürekkepler de. Kaloriferler sonlarına kadar açılır, sobalı evlerin bacalarından dumanlar tütmeye başlar. Çaydanlıklar da sular kaynar. Düsünceler demlenir, uzun kış gecelerinde. Masallar ve hikayeteler anlatılır, bilmeceler sorulur. Bir de bu mevsim de, mevsimler kurulur uzun sohpetlerde. Yalnızlıǧı erken açan çiçekler kadar hiç kimse bilemez onlar her an kara kışın korkusunun izlerini üzerlerinde taşırlar. Soǧuk onları güzel bir terbiyeden geçirir. Çünkü kara kış dalların üstünde, kara kış okulların, evlerin aǧaçların, düşüncelerin üzerine konarak sevimsizliǧi sevgiye çevirir sıcak yorganlara yumulurken. İncecik tişörtlere veda edilerek kalın kazaklar ve mantolar sergüzeşti olurlar gövdelerin. Semadan arza indirilen beyaz başkadır bu mevsimde... soluǧu tükenmeyen tipi, fırtına doǧaya hakimdir kendi kanun ve kurallarını koyarak muşbasını giyerek kararlarını verir. Artık ona boyun eǧmek boynumuzun borcu olmaktan başka bir şey deǧildir. Bahar henüz gelmemiştir. Kış kar ve buz yaǧdırarak esir almıştır toplumları. Uykudadır herşey. Kırlar kardelenlerini saklarlar karların altında. Badem aǧacı dallarının üstündeki beyaz karları, beyaz çiçekleriyle deǧiştirmek ister. Hazırlık yapar içeride. Harıl harıl tomurcuk depolar. En körpe dallarının ucunda. Daǧ dorukları karlarla kaplıdır eteklerine kadar. Erik aǧacı da baslamak ister hazırlıǧına. Kimsenin haberi yoktur bunlardan. Kışın beyaz bayrakları olur ilk açan çiçekler. Bahara teslim olmayı simgelerler. Her doǧan gün yeni çiçekler getirir doǧanın yaratıcılıǧıyla. Güneşin canlandıǧını, doǧayı ısıttıǧını açan çiçek sayısından biliriz. Kardelenler yürüyüşe çıkarlar adım adım, daǧlara doǧru. Su şırıltıları duyulur insana keyif veren, içimizi ferahlatan atmosfer bu mevsimin sonlarına doǧru derelere hayat verir yeniden. Nazlana nazlana giden kışın ayak sesleri ırmaklara dönüşür. Birkaz avuç kar kalmıştır köşe bucak saklanarak, güneşle dost olduklarını söylerler bize, inanmayız sanki onlara, belki de ukalalıǧımızdan dudak bükerek gülüp geçeriz.
Baǧrında selamlar taşıyan ılık rüzgar çocukların başını okşar. Çocuklar soǧuktan yanmış yüzlerini gözbebeklerine kadar gülümsemeyle doldururlar. Ceplere saklanan minik eller uçurtmaları kavramıştır şimdi; yeryüzündeki renk cümbüşünü gökyüzüne taşırlar şimdi soǧukları soǧukkanlılıkla severek.
Kendini nazlı bir gelin gibi terk-i diyar ederken o kendi tecessüslerine boyun eǧerek yad ellere doǧru adımlarını atarken, arkasına dönüp baktıǧında, geride bıraktıǧı eserin ihtişamını görünce sevincini belli etmeden kayıplara karışır gözlere gözükmeden... “Dağlarıın zirvesinde biraz kar ve soğuk kalsa da, ovada bahar hükmünü sürdürmekte, gafletten uyanan dağların karsuları, yaz boyunca, ovaları sulamaya devam etmekte. Kuşların her biri başka bir besteyle karşılar baharı. Her dalda ayrı bir senfoni havası eser kuşların dilinden, yumurtlamak için çiftler aranır, yuvalar yapılır çalıdan çırpıdan, çalışılır canla başla yumurtadan çıkan yavrular için, vefasızca uçup gitsinler diye bunca verilen emekten sonra... Bülbül en iyi nağmelerini gül için söyler. Güvercinler, cami pervazlarında, ezanlara bir başka eşlik ederler. Turnalar, gökyüzünde halay çeker bulutlarla. Sanki kainat tek dil olmuş, susulan kışın ardından; bir nağmeler topağıdır, yüreklerden kopanlar.Tellal bedrularla karşılanır baharlar. Bir başka özlem vardır, sinelere sinen, özlemle beklenen, selamlara durulan. Sabah rüzgarlarıyla selamlar yollanan Sevgililer Sevgilisine, her baharda. Nisan onun doğumu, âlemin yeniden canlanışına sebep olduğundan. Gelip yüreklere misafir olmasını beklemektedir bahar. Gönlü ona açmak ve onun yolunun yolcusu olmak. Baharlar uyanıştır, silkiniştir, yeniden diriliştir. Yere atılan tohumlar çiçeği, çiçekler de meyveyi çıkartır bağrından. Aynı topraktan ayrı kokular, ayrı tatlar, ayrı güzellikler. Tabiat kendini yeniler ve değişmez kanunlarından bahseder bizlere, bir şey anlatmak istercesine. Gaflette olanlara bir fırsattır bahar. Uyuyanlara bir uyanıştır bahar. Bahar içimizde, bahar düşüncelerimizde, bahar yaptıklarımızda. Ve bahar, mücadele kokan her yerde, çiçek açmakta… Orada tazeliǧi, canlılıǧı, yeşeren doǧanın giymiş olduǧu yeni elbisesiyle baloya giden bir hanımefendinin şıklıǧını ve zarifliǧini hissetmemek olanaksızdır. Baharda iki aşırı uç bir ortak nokta bularak birleşmenin mutluluǧunu hemi kendisi doǧa ana olarak yaşar ve hemde insanlara bu bilinci yaşatır. Yani yazın kavurucu sıcaǧı ile kışın dondurucu soǧuǧu bir sentezleme yaparak ortak noktaların deǧerini göstermiş olur. Bu yüzden en ihtiraslı bir biçimde severiz baharı bir sevgili gibi her zaman. Israrlıdır çiçekler, sabırsızdır aşk bahara duyulan özlemin bir başka adı olmuştur. Uyanış mı? Sorusunu sormak gereksizdir bu mevsimde... Gökyüzünün sevimli renkleri bulutların okşamasına yüz uzatarak yaratırlar mevsimi kendi uykularının güzellliǧiyle... İşte şimdi başlamıştır asıl zaman sonsuzluǧunu yaşamaya serüvensiz sergüzeştlere imza atmaǧa. Tıpkı eski baharlarda olduǧu gibi bir adım daha yaklaştıǧımızı sanırız beklentili mutluklarımıza... bekleyişlerimiz nafiledir. Umudu sadece doǧanın elbiselerinde ararız eǧer o bize uzaksa, açan her çiçek, yeşeren her yaprak başka bir dünyada olmanın öteki adıdır bir bakıma öteki taraftan bize el sallayıp gülen, yaklaştıǧımızda kaçıp giden hep o deǧilmidir. Gene de sabırsızdır isyana inat doǧa. Aşk bahara duyulan özlemdir. Bir uyanıştır, bir diriliş muştusudur hayatın. Biz insanlarda yeryüzüne daǧılan canlılar olarak 1.300 deǧişik dili, 4 deǧişik ana aile grubu içine alarak kendimizi ifade edebiliyoruz. Her bahar aynı uyanış sahnelenir doǧada. Aynı tohum aynı çiçeǧi, aynı çiçek aynı meyvayı çıkartır baǧrından. Aynı topraktan ayrı kokular ayr tatlar üretirler. Kendini yenileyen doǧa uyanışın deǧişmez kanunlarından bahseder bizlere, birşeyler anlatmak ister.
Yaz bahara baştacı olmanın zevkini ona dokunmanın sıcaklıǧyla yaşamaǧa başlar. O mevsimlerin en sıcaǧıdır ve günler uzadıkça uzar. Doǧa haziran sonlarına doǧru baharın rengini deǧiştirmek için ilk adımını attıǧında zafer çıǧlıkları duyulmaǧa başlar şafak vakitleri. Kuşlar haylazlıklarını bu mevsimde hayatlarının doruklarına çıkmanın telaşını yavrularını yuvalarından çıkarmanın zevkini korkuyla belli ederler. Anne ve baba henüz uçamayan doǧanın bu sevimli yaratıkları minilerini esen rüzgarlardan bile kıskandıkları için sürekli tehlike varmış gibi tetikte bekleyerek kendi savunma mekanizmalarını gösterirler. Bu arada her gün biraz daha canlanan yavrular iki üç haftalık bir zaman dilimini saǧlıklı bir şekilde başarılı olarak atlatırlarsa kendi hayatlarını kurmanın telaşını ve göçe hazırolmak için gerekli gıdayı aramaktan başka meşguliyet aramazlar. Ortalık ısındıkça gölgelerin tadıda bir başka olur yaz sıcaklarında... Ekinler boyatıp olgunlaşarak hasat için sararan başaklar daneleriyle rüzgarlarda sam yelinin etkisiyle olgunlaşmaǧa başlayarak, baharın yeşilliǧine elveda demenin zamanın gelip kapıya dayandıǧını müjdelerler. Sıcaklar bir kaç hafta daha devam ettiǧinde ekin tarlaları sarı, krem, samanı, portakal ve kavun renklerine karışarak sarının cennetini oynarlar. Ovalar baştanbaştan başa bir elbise giymenin eşitliǧini komunist sistemin bile veremediǧi şekilde kendi kendilerine armaǧan etmenin sevincini yaşarlar. Hayat için her mevsim vazgeçilmez bir unsur olduǧu halde bu mevsim, mevsimlerin “nadide sultanı’dır”. O ortanında ortasında ki merkez noktasıdır mevsimlerin. Dili sıcaklıktır. Bütün şarkıların konusu sıcaklık üzerinedir. Aranan su bir ihtiyaçtır terleten sıcaǧa karşı, aşkın adıda sıcaklıktır bu mevsimde... Biçerdöverler vurur sıcaklarda kendilerini ovalara. Sapla saman ayrılmıştır birbirinden, mevsimler gibi. Hasat yıǧılmıştır tarlaların orta yerlerine öbek öbek. Evler boşalmıştır çoǧunlukla varlıklılar ovaların sıcaklarından yaylalara doǧru tırmanırken serinlemek için gölgeler davetiye daǧıtırlar uzaklardan, püfür püfür esen bir rüzgar kollarını açmıştır bizi sarmak için. Şehirler bir başka boşluǧa terketmişlerdir kendilerini, kafileler halinde terkedilir şehirin ışıkları akşamlar sakinleşir, barlarda o eski havaların sadece nostaljileri vardır hatıralarda yaşayan. Bir yılın yorgunluǧu terkedilmek için sahiller şimdi ayak izlerinin zevklerini yaşarlar büyük kalabalıkların altında... Tatil beldeleri ve deniz kıyıları kumlara inat çoǧalırlar. Sahiller; barları, diskotekleri, eǧlence merkezleri, hotelleri, motelleri ve pansiyonlarıyla geçici aşkların ihanetlerini yazarlar kumlara en yakında kıyıyı ziyaret eden bir dalgada kaybolmak için... Kadınlar bu mevsimde bronz renklere boyanmak için şehvetli vucutlarını güneşle sevişmelere armaǧan ederken erkekler bunlardan birini ayarlamanın telaşını yaşarlar içlerinde. Umutsuzluǧa imza atan mutluluk dolu anlardır hayatın serüvenleri kendi gerçeklerini isbatlayarak. Cehennemin öbür adıdır cennet geçici mutluluktan bayılanlar için. Ayıldıklarında suratlarında hissettikleri acı yazdan kalan izlerdir evlere döndüklerinde... Adresler, telefonlar, e-mailler bu mevsimde deǧiştırirler kendilerini bolca. Gidenler sevinir yeni yerlerine kavuşmanın heycanıyla, kalanlar dövünür başbaşa kaldıkları acılarıyla. Servetler yıkılır yaz aşklarında, yapıldıkları gibi, gözyaşları terin suyuyla akar bize sormedan incimenin derin hüzünüyle... Sonbahara kapılar aralanır sarı yapraklar meltem rüzgarlarıyla içeri girsin diye. Akşamları balkonlarda ve teraslarda oturularak karanfilli çaylar, soǧuk mezeler bir iki kadehin acı keyfi ile gönderilir mideye. Sigaralar bir başka tutkuyla daha derince oflar çekilerek içilir, sivrisinekler ve moskitolar dumandan ürksün diye... Yoksullar bu yazda yoksulluǧun keyfini varsallıksızlıklarıyla kucaklarlar bir kere daha. Ama bütün bu olumsuz gelişmelere raǧmen; bu mevsimde sevinenler sadece lamekansızlar olur. Onlar “nerede akşam, orada sabah” sloganı atarak bir bahar ve yaz daha yaşamanın keyfini sürerler gruplar halinde... Genç kızlar başka bir güzel gözükürler alıcı gözlerde sevildiklerini hisedebilmenin derin gururuyla. Gizli sevdalar coşar eǧer karşıdaki de ruhunu sevgiyle doldurmuşsa bu sevdayı yaşamak için. Mevvaların rengi, aşkların rengi kadar çesitli ve zengindir bu mevsimde. Dutlar, erikler ve kirazlar bunların ilkidir damarlara kan veren. Arkasından incirler, üzümler, kavunlar, karpuzlar, armutlar ve en sonda elma, ayva ve narlar sunarlar kendilerini kanları tazelemek için hizmete... Damar damar gezerler vucudu, hücrelere kadar. Benim bunlardan en sevdiǧim incirdir. Narı da sevmeme raǧmen, incir (ficus carica) ülkemizinde Akdeniz kıylarından Afganistan’a kadar alanı kaplayan bir coǧrafi bölge üzerinde yetiştiǧini daha ortaokuldaki “tarım derslerinde” öǧrenmiştim. Dutgiller (moraceae) ailesine ait olan bu meyve yaklaşık % 40 şeker muhteva ederek a, b, c gibi deǧişik vitaminlerede imza atarak saǧlıklı yaşamamız için besin deǧeri yüksek olan bir gıda maddesidir ayrıca. Ülkemiz de bolca üretilen bu meyve benim için sevgili yerine geçen yazın en büyük servetidir. Sıcaklar da fazla kalınarak ölçü kaçırılmadıǧı müddetçe D vitamin depolamak için de en uygun zamandır.
Yaz mevsimi yazarların şairlerinden ilham kaynaǧı olmuştur. Geçenlerde bir solukta okuduǧum Demir Özlü adlı ünlü yazarımızdan “Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları” Romanı izlenimici bir teknikle; 1970’li yıllarda İstanbul’un köhneleşen suratını, gri gökyüzünün insana kendi yanlızlıǧını daha çok duyuran bir Avrupa Başkentini ve özgürce yaşanmasına engel olunan duyguların (aşk ve cinsellik) toplumsal çalkantılarını anlatan bir kitap olarak belleǧimde yaz anısı olarak kalacaktır. Roman aynı zamanda bir Türk toplumunu ve küçük burjuva özentilerinide büyüteç altına almıştır.
Son bahar en hüzünlü mevsimdir, orada yazdan ve bahardan ne varsa birer birer bizi terketmek için kollarını sıvarlar. Dökülen yapraklar gözyaşlarımız olur adeta pencereden baktıǧımızda... Güne yakıcılıǧını kaybetmiş yeryüzünün rengini solgun renklere bürümüştür. Bahçeler sivri uçlardaki yeşilliklerini korumalarına raǧmen, aǧaçların diǧer yaprakları sarının sınırsiz renklerine ev sahipliǧi yaparak son günlerini efil efil esen rüzgarlara bırakarak son savurganlıklarını yaşamak isterler. Artık günler kısalır bulutların renkleri koyulaşır, gökyüzünün maviliǧi yerini aǧır ve kara bulutlara bırakırlar. Yaǧan saǧnaklar, gücünü kaybeden yaprakları dallarından koparmak için yaǧarcasına yaprakları yerlere doǧru indirirler. Artık aǧaçlar yarı çıplak bir görünümle kuşlara da barınma imkanı veremezler kuytu dalları arasında. Kuşların yavruları büyümüş gelecek yılın anne ve baba olma telaşını yaşayarak kalan son günlerini biraz daha fazla gıda alarak geçirirler. Çünkü onların önünde uzun bir yolculuk vardır. Hicret gelip kapıya dayanmıştır. Sürüler ve gruplar halinde her yılki buluşma noktalrı merkez alınarak uçuşun provaları yapılır adeta buralarda, güneye, doǧa ananın başka sıcak bölgelerine dönmek için. Bu mevsimde baǧlarda bozulmuştur, üzümler kesilip saklanmış kışlık için kurutulup torbalara doldurulmuştur. Son soǧukları bekleyen, ayvalar, narlar, kış armutları ve alıçlarda olgunlaşmıştır. Kısacası aşkların bitişi gibi, son bir geriye dönüş vedası yapılır eǧer arkadan bakan birileri varsa, yoksa hüzüne sarılır, onu kendi organlarımızın bir parçası gibi hissederiz. Artık bu saaten sonra geriye dönüp bakmanın faydasızlıǧını gözümüze ilişen yapraklarını dökmüş herhangi bir aǧaç yada kuruyup solmuş bir bitki bize anlatır, kendi dilimizle beceremediklerimizi... Bazen susmak ilaç gibi gelir, hele o tatlı hüzünü gözyaşlarımızla süsleyebiliyorsa, tadı baldan da tatlıdır o hüzünün, bitenlerin, bitirenlerin acısının sevimsizliǧi sevgi olur Goethe ya da Rilke’nin dizelerinde... Tadına doyulmaz bir roman örnegin “Duyguların Eǧitilmesi” bu mevsimde okunacak en büyük romanlardan birisi olur yataklarımızın başucunda. Tekrar çevrilir sarı yapraklar, çiseleyerek yaǧan yaǧmur seyrederken evlerden. Kışlıklar çikarılir dolaplardan, elbiselerin renkleri deǧişir, renk körü olmayanlar için. Adem denen varlıkta bulamadıǧımı sıcaklıǧı bir kase sıcak çorbada bulabileceǧimizin hayaliyle avnur yanan sonalara daha bir yaslanırız, üşüyen içimizi ısıtmamız için. Bir kadeh rakının keyfi ve tadı başka olur sevgisiz akşmlarda yaşanmamış aşklara inat. Mektuplar daha uzun yazılır, cümleler yüklüdür duygularla, aǧlamanın yerini doldurdukları için, güzel bir dizi ya da filim seyredenler için tadının dozaiını artırarak verir bizlere... Kayıbolan umutlarımızı ve beklentilerimizi bir başka bahara ertelemenin acısı bir matkabın çivisi gibi oturur yüreǧimize. İsyankarlar arabesk şarkılarda bulurlar tesellilerini. Yaprak kolleksiyoncuları, yaprakları sınıflandırmanın bilimselliǧiyle uǧraşırken, fotosentezin bu yıl sona erdiǧinin bilincine bir kez daha varırlar hayat labaoratuvarlarında... Dört mevsim bir kendini, bir de insanin doǧasını anlatır bizlere. İnsanlik tarihinde buluruz mevsimleri, insan doǧasına hükmeden tek ve ezeli bir güç olarak. Özgürlüǧe kanat çırpmayı anlatır hayat bize kendi acımasız yasalarıyla semazenler gibi dönerek gökyüzünde ve mevsimlerin yörüngesinde. Yörüngenizin insan sevgisine merkezli dönmesi dileǧiyle, hayat yaşanan her gün için güzel olsun derim, kendi hüzünümden sıyrılarak.
Size hazan dolu deǧilde, bahar tazeliǧinde iyi günler dileyerek saygı ve sevgilerimi gönderirirm. Hasan Hüseyin Arslan, Grünenberg Anlage, Üniversität Campus, Frankfurt am Main, 06/07.01.2009, saat 13:55’de.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.