- 1648 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KINALI KUZULAR
Yaz mevsiminin en bereketli ve sıcak günlerini yaşıyorduk. Köyümüz ,yeşilin içinde, kaybolmuş gibiydi. Bu kayboluş sadece gözlerden değil, medeniyetten, çağın imkânlarından da uzak kalmanın verdiği bir kayboluştu.
Evimiz, bu yeşile boyanmış ve iki tarafında dere akan köyümüzün yükseklerine kurulmuştu. Babam, bu evi yaparken nasıl duygular içerisindeydi bilemiyorum ama köye böyle yüksek bir tepeden bakmak insana tarifi zor duygular hissettiriyordu. Yan tarafımızdaki Kezban Teyze’nin evi olmasa ayrıca ara sıra muhtar emmi ziyaretimize gelmese insan yüzüne hasret kalacaktık.
Kardeşim Hüseyin den başka hiç arkadaşım yoktu. Annem hamileliğinin son anlarını yaşıyordu. Ben ise 9 yaşında olmama rağmen evin tüm yükünü sırtlamıştım. Bu ağır yük beni hayal dünyamdan sıyırıyor, gerçeklerle yüz yüze getiriyordu. Bu gerçeklerin kalbimi katılaştırmasından, bana acı vermesinden korkuyordum.
Bahçemize ektiğimiz sebzeler ve ahırdaki buzağılayan ineğimiz olmasa nasıl yaşamımızı sürdürürdük bilmiyordum ama annemin bunlara sürekli şükür edişinin bizim asıl kurtarıcımız olduğuna inanıyordum.
Annemin, tüm günü bahçeyle uğraşmakla geçiyordu. Toprağa bir şeyler ekiyor, toprağı temizliyor, çapa yapıyordu. Aylar önce ineğimizi de sağıyordu, fakat artık karnı o kadar büyüdü ki bu işi ben yapmak zorunda kalıyordum. İki odası, küçük mutfağı ve uzun bir koridoru olan küçük evimizi temizleme işi de bana kalmıştı.
Yaz gelince bütün işlerimizi bahçede yapardık. Annem bahçeye bir divan kurmuştu, babamda gölgelik olsun diye birde çardak hazırlamıştı; üzüm yapraklarından.
Annem işi bitince divana kurulur, kış için kazaklar örerdi.
Kapımızın önündeki yoldan sola sapınca aşağıya doğru inen patikadan sonra köyün mezarlığına varırdık. Mezarlık köye uzak bir yere, bizim evin ilerisine yapılmıştı. Orada annemin abisi ve babası yatıyordu. Annem beni ve Hüseyin’i alır mezarlıkta dua okumaya götürürdü. Bu mezarlık bizim evin bir odası, bahçemizin bir köşesi gibiydi. Huzur bulmaya, dua etmeye ve Hüseyin’le gezmeye giderdik.
Bir sabah annem saksıya tohum ekiyordu. Hüseyin’le oturmuş annemi seyrediyorduk. Babamın, evimizin önündeki, küçük bahçe için tohum almaya ilçeye gittiği bir gün getirmişti; bu daha adını bile bilmediğimiz çiçek tohumunu. Babam elime uzatmıştı torbaları;
-Al Ayten! ,bunlar bahçe için sebze tohumları,ağacın önüne iliştiriver,bunu da Muhtar emmi verdi ,çiçek tohumu ,anan ekiversin.Ömre bereket verirmiş!
Annem kıyamadı bahçeye ekmeye,tenekeden bir saksı yaptı,toprağını eledi ,itinayla ekiverdi saksıya tohumu.Biryandan elleriyle toprağını bastırıyor bir yandan da benle Hüseyin’e anlatıyordu.
-Bu çiçek ömre bereket verirmiş,İnşallah Allah bilir orasını.Ama iyi bakmak lazım,incitmeyeceksin,suyunu,ışığını eksik etmeyeceksin.Birde yavrun gibi sevdin mi ;gör o zaman sen kınalı kuzumu nasılda boylanır.
Bunları anlatırken Hüseyinle göz göze geldik annem tıpkı bizi sever gibi seviyordu bu daha adını bile bilmediğimiz, neye benzediğini tahmin edemediğimiz çiçek tohumunu. O kadar dikkatli izliyorduk ki annemi, sanki bir anını kaçırsak çok şey kaybederiz gibi geliyordu.
Hüseyin kalktı, gidip başını annemin omzuna dayadı. Yine halsizdi, annem topraklı ellerini silkeledi ,önüne bağladığı önlükle siliverdi. Hüseyin’i bağrına bastı.
-Ah oğlum, ah kınalı kuzum ! yine ateşlenmişsin canın bir şey çekiyor mu?, bir yerin ağrıyor mu?
Hüseyin hastaydı, hem de doğdu doğalı . Beş yaşında olmasına rağmen ,muhtar emminin üç yaşındaki torunuyla aynı boydaydı ama daha zayıf ve solgundu. Kimse hastalığının ne olduğunu bilmiyordu. Bir gün muhtar emmi şöyle demişti.
-Bundaki hastalık kan kanseri, amcamın torunu da böyleydi. İlçeye doktora götürmek lazım, emme çok para isterler demişti. O çok para isterler sözü önce babamın, sonrada annemin yüreğini kavurup geçti. Hüseyin ateşlenince, annem onu havadar bir yere çıkarır, ateşinin düşmesi için Allah’a dua ederdi. Bunu yapabildiği tek şey olarak görüyordu. Hüseyin’i doktora götürmek o kadar imkansızdı ki , bu imkansızlık yüreğine sokulmuş bir hançerden daha fazla acı veriyordu.
İmkânsızlıklar, sadece doktorla sınırlı değildi. İmkânsız olan ve babama göre gereksizde olan diğer unsur; benim okula gitmemdi. Çünkü hastane gibi okulda benim hayallerime yakın olduğu kadar, köyümüze uzaktı. Köyümüz; ilçeye en uzak köydü. Evimiz ise köyümüze en uzak ev. Geceleri evimizin damına çıktığımda, köyümüzün ışıklarını uzaktan da olsa görebiliyordum. Çok az hanesi olduğu için köyümüze okul yapılmamıştı. En en yakın köye ise derenin üzerine yapılmış bir tahta köprüden geçerek gidiliyordu. Bu da uzun ve meşakkatli bir yolculuktu. Bu yıllarda, babam beni bu en yakın ama uzak köye götürmüştü. Bu köyde babamın teyzesi olan Dönüş teyze yaşıyordu. Dönüş teyzelerin evlerinin arkasında bir ilkokul vardı. Bahçede koşuşan öğrencileri seyretmiş, için için ağlamıştım.Dışarıya çıkıp ilkokulun kapısında onlara baktım. Öğrencilerden birisi yanıma geldi.
—Bu okulda mı okuyorsun? Diye içimi kanatan bir soru sordu. Bende “hayır” dedim ve sonra ekledim.
—Siz okulda ne yapıyorsunuz?
—Öğreniyoruz?
—Neyi?
—Her şeyi! öğretmenlerimiz ve kitaplar bize her şeyi öğretiyor.
Bu her şeyi kelimesi uzun süre kulağımda yankılandı. Geceleri yatağıma girdiğimde, bu kelimeyi uzun uzun düşünürdüm, her şeyi öğrenmek nasıl bir şey acaba? diye. Acaba okula gitsem Hüseyin’in hastalığının ne olduğunu öğrenebilir miydim? Yada babamın neden sinirli olduğunu? Sürekli neden bağıra çağıra kızdığını?. Annemin bu imkânsızlıklar içinde neden üçüncü çocuğa hamile olduğunu?. Evimizin yanındaki, kabristandaki ölülerin bizi duyup duyamadıklarını, insanların bu hayatta sürekli bir koşuşturma içinde olmalarının asıl sebebini öğrenebilir miydim? Neden bu kadar uzağız her şeye, neden? Bu yalnız ve itilmiş hayatımızı biz kendi ellerimizle mi ördük yoksa tek sebebi babamıydı acaba?
Babam, zayıf, saçları önden dökülmüş, esmer bir adamdı. Boyunun uzun olması mı yoksa ellerinin büyük olması mı beni etkiliyordu bilemiyorum ama şimdilik babama ait hafızamda iki şeyin bariz bir şekilde yer ettiğine inanıyorum. Birincisi akşamları yemekten sonra çardağa kurulup o büyük parmaklarıyla, tütün sarıp, içten dumanı çekmesi, ikincisi de sürekli bağırarak ve kızarak konuşmasıydı. Babam ,bütün yaz ormandan odun keser, sırtına yükleyip ,eve getirirdi. Birde ara sıra köye iner ,evin ihtiyaçlarını alırdı. Beni de götürürdü bazen, babamla köyün bakkalına girince ,Hüseyin’le ikimize karamelli bisküvi ve çikolata alırdı. Bunları bana uzatırdı ,bende üzerime giydiğim ,annemin diktiği, kırmızı elbisenin cebine koyar, sabırsızlıkla eve gidip, Hüseyin’e vermeyi düşünürdüm.
O yıllarda, süregelen hayatımızda ,karşımıza nelerin çıkacağını bilmeden sürdürdüğümüz o yalın, içten ve meşakkatli yaşantımızı düşündükçe ,tarifi zor duygulara kapılıyorum. Annemin çörekleri geliyor aklıma! sıcacık, taze ,otlu çörekleri, sepete yerleştirirdi. İneğimizi otlatmaya götürdüğümüzde ,acıktığımızda, azık olsun diye elime verirdi. Yemeğe doyamazdım. Bazen Hüseyin’i de götürürdüm yanımda ama Hüseyin çabuk yorulduğu için ;bir ağacın altında yatırırdım. Hemencecik uykuya dalardı, saçlarını okşar, alnından öperdim. Hüseyin’im derdim, biricik kardeşim. Ne olur bir an önce iyileş!.Sağlığına kavuşsun diye o kadar dua ederdim ki, gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırdı. Tek kardeşim tek arkadaşımdı o. Onunla hiç koşup oynayamadım. Tepelere çıkamadım. Ağaçlara tırmanamadım. Hüseyin’siz hiçbir şeyin tadı yoktu.
Yine bir gün ,inekle, buzağıyı otlatmaya mezarlığın arka tarafına götürmüştük. Akşam olmuştu. Bir elimde sepet, bir elimde Hüseyin, önümüzde inekle, yavrusunu katmış eve dönüyorduk. Tam eve yaklaşmak üzereydik ki, buzağı yan komşu Kezban teyze’nin bahçesine kaçtı. Arkasından koşup bende bahçeye girdim. Buzağı bir o tarafa, bir bu tarafa koşup duruyordu. Hüseyin, bahçe kapısında durmuş bize bakıyordu. Tüm çabalarım boşaydı. Buzağı durmak bilmiyor ,bahçeden çıkmıyordu. Kezban teyzenin evden hışımla çıktığını hatırlıyorum. O kadar çok bağırıyordu ki; bağırtısından ne söylemek istediğini anlamak pek de kolay değildi. O sırada eline geçirdiği büyük bir sopayla buzağının sırtına çok sert bir şekilde vurdu. Buzağı bu acıya nasıl dayandı bilmiyorum ama, ben korku ve öfkeyle buzağıyı onun elinden kurtarmaya çalıştım. Kezban teyze bir yandan bağırıyor ,bir yandan da vurmaya devam ediyordu.Bağırtısına annem bahçeye çıktı ,olan biteni anlaması geç olmadı. Hemen yardımıma yetişti. Kezban teyzenin bağırtısı hiç bitmiyordu. Deliye dönmüş gibi zapt edilemez bir hale gelmişti. Sonunda ,buzağıyı annem onun bahçesinden çıkarıp, bizim bahçeye soktu. Kezban teyze;
-Bıktım artık senden de ,çocuklarından da, ineğinden de! başımın belası mısınız siz ya! akşam kocana sizi şikayet edeceğim, dedi ve sopayı fırlattı. Annem sükûnetini de, terbiyesini de bir nebze olusun bozmadı. O kadar sabırlıydı ki, tüm bu olup bitenler karşısında soğukkanlılığını bozmuyordu. Ben ve Hüseyin korkmuş ve şaşkın bir vaziyetteydik. Annem buzağıyı ahıra yerleştirdikten sonra beraber eve girdik. Bu olaydan sonra Kezban Teyze gözümüzde bir canavar gibi büyümüş, masallardaki kötü cadı kılığına girivermişti. Annem Kezban teyzenin yalnız ve kimsesiz olmasına bağlıyordu bu hırçın ve kıskanç tavırlarını. Çünkü kocası yıllar önce ölmüş , tek oğlu da evlenmiş ve İstanbul’a yerleşmişti. Gelininden sürekli şikayet ediyor diye oğlu fazla gelmiyor, gelse bile yalnız geliyordu. Bu durum onun öfkesini arttırıyor, çekilmez bir kadın yapıyordu. Sürekli çatık kaşlı ve gizemli birisiydi. Perdenin arkasından bizi süzerdi. Babamla iyi anlaşırlardı. Hep bizi babama şikâyet eder, biri bin gösterirdi. Babamda ona inanır ,durmadan bizi azarlardı. O akşamda öyle oldu. Babam, dağdan odun toplamaktan geliyordu. Kapıda, babamı durdurup uzun uzun bir şeyler anlattı. Bunları anlatırken, elleri kolları hiç durmuyor arada bir elini başına götürüp, başını sallıyordu. Annem yemek yapıyordu. Bu manzarayı görmediği için çok şanslıydı. Sonra babamın;
-Sen merak etme Kezban Hanım, ben şimdi onların icabına bakarım!.Dedi ve öfkeyle bahçeye girdi.Ben, çardağın altında kardeşimle oturmuş tahtalardan at yapıyordum.Beni görünce, öfkesinden deliye döndü,tıpkı, zapt edilemez,önüne geçilemez,çılgına dönmüş bir canavardı.Elini…O büyük ellerini kaldırmasıyla,yüzümde indirmesi bir oldu.Neye uğradığımı şaşırmıştım! Daha şaşkınlığımı atmadan ikinci tokat geldi.Yüzümde patlayan tokatların sonu gelmiyor,babamın elinde sendelenip duruyordum. Hüseyin çığlıklar atmaya başladı,sesleri duyan annem koşar adımlarla yanımıza geldi,babamın elinden beni kurtarmaya çalıştı.Babam hızını alamadı ve anneme de vurmaya ,bağırmaya başladı.Annem ona karşılık vermiyordu,Beni ve karnındaki bebeği, darbelerden korumaya çalışıyordu.Biz bu şekilde bahçede bağrışırken,Kezban teyze bahçe duvarının arkasından gözlerini kısmış bakıyordu
Aradan haftalar geçmiş, annemin doğumu yaklaşmıştı. Annem çok ağırlaşmıştı. Yinede ,bahçeyi temizliyor ,kuyudan su çekip, işlerini yapıyordu. Saksıya ektiği kınalı kuzusu büyümüş beyaz, üzerinde kına renkli lekeleri olan büyük ve çok güzel bir çiçek olmuştu. Annemin ilgisinden midir acaba? Çiçek, annem onu sevdikçe büyüyor, göz alıcı oluyordu.
Annemin, bu son aylarında evi bir telaş kaplamıştı. Hiç doktora gidilmediği için doğumun ne zaman olacağını bilmiyorduk. Muhtar emminin karısı Hacer teyze, zaten annemin hamilelik teşhisini koymuştu. Onun ,yaptığı hesaba göre doğuma iki hafta kalmıştı. Hacer Teyze iyi kalpli biriydi. Annemi seviyordu. Annem o olmazsa derdini kime anlatırdı acaba? Hacer teyze ,bize her gelişinde bana ve Hüseyin’e gofret getirirdi.Onun torunlarıyla yaşıtmışız. Bize baktıkça onları görür gibi olurmuş. Hüseyin’i kucağına alır, ona türküler söylerdi. Sonrada gülerdi. Muhtar emmi, ona köyün doktoru derdi. Kim hasta, kim hamile o bilir, hemen yardımlarına koşardı. Benim için ;
-Bu kızın kafası iyi çalışıyor ,çokta hamarat ,keşke okula gönderseydiniz. İleride doktor olurdu belki, o zaman Hüseyin’ide iyileştirirdi, derdi. Evet ;keşke okuyabilseydim,okula gitmemek o zamanki gibi şimdide benim için büyük bir kayıptı ve bunu dile getiren tek kişi Hacer Teyze idi.Hacer Teyze geldiği zaman hepimiz çok sevinirdik,onun gitmesini hiç istemezdik.Bize, köyde olup bitenleri anlatır,annemle dertleşir, ona dert ortağı olurdu.Bizi çok severdi ,bizde onu çok severdik.Bazen gelirken, Ayşe’yi de getirirdi.Ayşe Hacer Teyzenin en küçük kızıydı.Ayşe; 18 yaşlarında, zayıf, uzun boylu,sessiz ,durgun birisiydi.Sürekli dantel örerdi.Hacer teyze ,onun bu ördükleriyle hep övünür,hayırlı bir kısmetinin çıkması için dualar ederdi.Ayşe bize geldiği zaman, hiç konuşmaz,etrafında olup bitenlerle pek ilgilenmezdi.Hacer Teyze nin aksine pek sıcak kanlı birisi değildi.bu haliyle hep hayal dünyasında yaşayan bir insan görüntüsündeydi .
Babam 3 ayda bir ilçeye giderdi. O, bu gitmeleri, hep mecburiyetten sayardı.Yapılması gereken resmi işlemlerin ve diğer ev ve bahçe ihtiyaçlarının karşılanması gerektiğini söylerdi.Yine böyle bir gün, ilçeye gitmesi gerektiğini söyleyerek ,sabah erkenden kalkmış üstünü giymiş, annemin, bahçedeki çardağa hazırladığı kahvaltı sofrasına kurulmuştu. Annem, onu gitmemesi konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Çünkü ;doğumu yaklaşmış ve sancıları onu rahatsız ediyordu. Babam ise pek oralı değildi. Kızar gibi anneme daha doğuma iki haftanın kaldığını, ilçede fazla değil bir gece kalıp döneceğini anlatıyordu. Hatta gelirken anneme istediği bebek beşiğini alacaktı. Annemin çabaları boşunaydı. Babam kafasına koymuş ilçeye gidecek ,yapılması gereken işlerini halledecekti. Anneminki evhamdı ona göre… Annemin tüm ısrarlarına rağmen, babamın gitmekte bu kadar kararlı olması,bana kaderin düzeni gibi gelmişti. Babam gitti… Giderken, tam bahçe kapısından çıkarken,arkasını dönüp baktı anneme, daha önce hiç bakmadığı gibi.Annem hazırladığı yolluğu babamın eline uzatırken baktığı gibi ,baktı babam ona…O an ne fırtınalar koptu içlerinde kim bilir.Babam gittikten sonra, annem uzun süre arkasından baktı,babam gözden kaybolunca ,dizlerinin üstüne çöküp derin düşüncelere daldı.Ben yanına gidince kendine geldi,sonra ,elimi tuttu birlikte eve girdik.Hüseyin uyuyordu,yanına iliştik.Annem Hüseyin’ i öptü kokladı-Oğlum dedi,garibim ,bahtsızım,kınalı kuzum!kokuna doyamadım ,doyamayacağım da…Bunları neden söyledi,neden şimdi söyledi,neden ağladı,neden beni kucağına alıp saçlarımı okşadı?O zaman bunları bilmiyordum ama şaşırmıyordum,o anın tadını çıkarmaya çalışıyordum.Ogün annem hep bizimle ilgilendi,bahçede saksıya diktiği çiçeği bile ihmal etmedi.Hatta bize gençliğini ,babasını,abisini anlattı.Oda hep garip büyümüş,çile çekmiş ve eziyetlere katlanmıştı,bu kaderi evlendikten sonrada değişmemiş,süregelmişti.
Akşam karanlık çökünce; yaymaya götürdüğüm inekle, yavrusunu eve getirmiş,ahıra yerleştirmiştim.Elimi, yüzümü yıkamak için bahçedeki çeşmeye yönelmiştim ki, annemin içerden inlemelerini duydum.Bu inlemelerin verdiği telaşla, koşarak eve girdim.Annem eli karnında odanın içinde hiç durmadan dolaşıyor,arada bir çığlıklar atıyordu.Hüseyin divanda oturmuş,korkulu gözlerle anneme bakıyordu.Koşup anneme sarıldım,annemi hiç böyle görmemiştim.Yüzü bembeyazdı, soğuk terler atıyor,hiçbir yerde duramıyordu.Ne oluyordu anneme,doğumu mu yaklaşmıştı ?Bunları sormak imkansızdı;çünkü annem kendinden geçmiş yüzünde beliren korku ve acıyla sayıklıyordu.Ne yapmalıydım,nasıl yardım etmeliydim?Ne kadar zor bir durumdu bu.Allah’ın yardımını istemek!İşte bu, en derinden istediğim duaydı.Annem sürekli Allah’ın İsmini anıyordu.Ona dua ediyor, yalvarıyordu.Hüseyin ağlıyordu,annemin gözyaşlarına bizimde gözyaşlarımız eklenmiş,çaresizlik dört yanımızı kaplamıştı.Annemin bana:
-Git Muhtar Emmi’lere Hacer Teyze’yi çağır !demesiyle ben ok gibi fırladım evden.Bir solukta bahçeyi geçtim. Ben koştukça yollar uzuyor, nefes alışverişlerimden kalbim fırlayacak gibi oluyordu.O kadar hızlı koşuyordum ki;bu hızıma kendim bile şaşırıyordum.Sürekli kulağımda annemin sesi vardı,Allah’a yalvarışları.Tek yapmam gereken şey, anneme yardım edecek birini bulmaktı.Hacer Teyze yi bulmalıydım,Onu bulmalı ve annemi kurtarmalıydım.O bitip tükenmeyen yollar yılan gibiydi,bitmiyor ,dönüp duruyordu.Sanırım mezarlığı geçmiştim,ağaçların arasına dalmıştım.Karanlık, yolumu kesiyordu ama hiç bir şey yolumu bulmama engel olamazdı;ne karanlık nede bitmeyen yollar.Ben, soluk soluğa koştukça, gözyaşlarım yanaklarıma değmeden saçlarımı ıslatıyordu.Annem gözümün önündeydi sanki, bana elini uzatmış;-kurtar beni Ayten! Diyordu. Koşmam, yetişmem, o eli tutup kurtarmam gerekiyordu, annemi, biricik annemi, ona bir şey olmamalıydı. Evet, işte Hacer Teyzelerin evine yaklaşmıştım. Gördüğüm o evin ışıklarıyla hızım daha da artmış, kalp atışlarım hızlanmıştım. Hızla kapıya yöneldim ve tüm hızımla kapıyı yumruklamaya başladım. Sabırsızdım, kapı açılıncaya dek vurmaya devam ettim. Kapı aralandı, kapıyı açan Hacer Teyzenin kızı Ayşe idi.Onu görünce hıçkırıklarla;annemin durumunu ve Hacer Teyzenin bir an önce gelmesi gerektiğini telaşla anlattım.Benim telaşlı halime karşılık, o, gayet sakindi ,durgun bir şekilde;
—Annemle, babam aşağı köydeler, yarın gelecekler, bende uyumak üzereydim. Demesiyle başımdan kaynar sular döküldü sanki tüm ümitlerim boşa çıkmıştı. Ne yapmalıydım, kime gitmeliydim? Yakınlarda başka ev yoktu, en yakın ev ağaçların arkasında, tepenin çok aşağısında kalıyordu, oraya gitsem de kimi çağıracaktım, kim yardımımıza gelirdi?
Ben bunları düşünürken, annemin yalnız olduğu aklıma geldi, onu daha fazla yalnız bırakmamalıydım.Gerisin geri eve koşmaya başladım,ellerim boş eve dönmek yıkmıştı beni.Artık ümitsizliğin son demlerini yaşıyordum ki,evimize yaklaşırken Kezban Teyzelerin ışığının yanık olduğunu fark ettim.Acaba? Olabilirimiydi? Neden olmasındı.Belki o yardım edebilirdi?. Birden gözlerimin parladığını hissettim, bu benim için son umut kapısıydı. Hem eve yalnız dönmekten iyiydi. Kapıya vardım, var gücümle kapıyı dövmeye başladım. Bir yandan bağırıyor bir yandan da iki elimle vuruyordum.
-Kezban teyze, yetiş! annem doğuruyor, yardım et !diye .Birden ışık söndü, ama o kapı hiç açılmadı. Açılmayan o kapıyı dövmekten, kanayan ellerimin acısı yüreğimden geliyordu adeta. Hiç açılmadı o kapı, aralanmadı bile. Dizlerimin üstüne çöktüm ,yalvarmaya başladım. —Ne olur aç kapıyı. Allah rızası için yardım et, annem çok hasta! Fakat nafile feryadım yankılandı o tepede, yinede karşılık bulamadı. Ne kadar ağladım o kapıda nasıl gözyaşları döktüm, bunu ancak o tepeler bilir. Doğruldum, gözyaşlarımı sildim. İçimde Kezban teyzeye karşı öyle bir öfke büyümüştü ki, sanki olacakların tek sorumlusu o imiş gibi ona kin kusuyordum. Bu kapıda, daha fazla vakit kaybetmek anlamsızdı. Annem ne durumdaydı? Bunu düşününce hızla eve yöneldim. Açıktı evimizin kapısı, ne annemden, nede Hüseyin’den ses yoktu. Adımlarım yavaşladı. Artık tükenmiştim. Odamız daha bir loştu. Gördüğüm tablo mıh gibi kazınmıştı beynime; annem yerde kanlar içinde, boylu boyunca yatıyordu. Odamız o kadar sessizdi ki, bu sessizliği bozan tek şey; garip ve derinden gelen bir bebek ağlamasıydı. Anneme yaklaştım. Gözlerini tavana dikmiş gibiydi. Hiç hareket etmiyordu. Sanki sancıları dinmiş, acıları bitmişti. Yüzündeki o tarif edilemez bakışı asla unutmuyorum. Ellerini iki yanına salmıştı. Yumrukları hala sıkılıydı. Bacaklarının arasında, eteğinin altında, kımıldamalar oluyordu. İşte bu derinden gelen ses, bu kımıldamalara aitti. Hüseyin, oturduğu divandan hiç inmeden, bütün bu olup bitenleri gözyaşları içinde seyrediyordu. Annemin yanına çöktüm, ağladığımın farkında bile değildim. Bunlar gerçek değildi,hepsi bir hayal ürünüydü gördüklerim,kötü bir rüyaydı sanki , yada ben öyle olmasını istiyordum. Eteğini kaldırdım,küçük iki elin titreyerek havaya uzandığını gördüm. Benim eteği kaldırmamla bu ellerin sahibi olan, küçük kardeşimin sesi, daha net çıkmaya başladı. Artık herkes ağlıyordu annem hariç! O yeteri kadar ağlamıştı zaten, hayatı boyunca, annem acıyla doğmuş, acıyla ölmüştü. Tıpkı, yeni doğan kardeşim Nagehan’ın doğuşu gibi, oda aniden aramızdan ayrılmıştı.
Ben ve Hüseyin hayatımızda geçirebileceğimiz en ağır ve uzun geceyi yaşıyorduk. Hüseyin, divandan inip annemin yanaklarını öptü.saçlarını okşadı ve onun göğsünde uyudu.Bende Nagehan’ı kucağıma aldım,göbeğinden uzanan uzun hortumu, mutfaktaki bıçakla kestim,ucuna çamaşır mandalı tutturdum.Sonra Hüseyin’in battaniyesine sardım.O gece sabaha kadar üç kardeş annemin başında sabaha kadar bekledik .Sabahın ilk ışıklarıyla,,yeni doğan gün, bize, acı gerçeği, bir kez daha yüzümüze vurdu.Biz annemizi kaybetmiştik ve bu dayanılmaz acıyı hiç kimsenin avuntusu olmadan birebir ve sabaha kadar yaşamıştık.Üç öksüzdük şimdi o odada,üç garip ,üç bahtsız.Annem yoktu artık, seslensem; kınalı kuzum! diye cevap veremeyecekti ,saçlarımı tarayamayacaktı,Hüseyin’i öpüp koklayamayacaktı,dokuz ay karnında büyüttüğü küçük kızını; Nagehan’ı bir kez olsun göremeyecekti.
Ertesi sabah, babamın eve gelmesiyle yaşadığımız dehşet kendisini bir kez daha gösterdi.Babam, bizi ve annemi bu halde görünce yıkıldı,hıçkırarak ağlamaya başladı.Ben o ana kadar babamı hiç ağlarken görmemiştim.Anneme sarılışı ve elleriyle göğsüne vurup dövünmesi,gözlerindeki o suçluluk duygusuyla bize –Yavrularım ananıza ne olmuş böyle? Demesi unutulur cinsten değildi.
Babamı hep duygusuz, katı yürekli bilirdim, demek ki onunda çocuklarının önünde göz yaşı döküp, ağıt yakması babamında dayanacağı son noktayı gösteriyordu.
O gün, evimiz, insanlarla dolup taştı .Babamın aşağı köydeki Dönüş Teyzesi de geldi,gelen insanlarla hep, o ilgilendi.Eve gelen herkes bize acıyarak bakıyor,kendi aralarında yorum yapıyorlardı.Nagehan, tüm bu kalabalığa rağmen hiç ağlamıyordu ,benim kucağımda uyuyor,taze sağdığımız inek sütünü azar azar içiyordu.Hüseyin, hiç yanımdan ayrılmıyor,hep yanımda oturuyordu .Hacer teyze Hüseyin’e şeker getirmişti ,uzatıp vermeye onu sevmeye çalışıyordu.Ama Hüseyin hiç yaklaşmadı, şekeri bile eline almadı.Artık; bu çocukların annesi bendim, öyle hissediyordum.
Bir ara, kapıdan Kezban Teyze göründü.İçeriye girdi ve diğer kadınların yanına oturdu.Gelenlerin bir bölümü Kur-an’ı Kerim okuyor bir bölümü de tespih çekiyordu.Dönüş teyzede onlara helva dağıtıyordu.Kezban teyzeyi görünce, o gece yaşadığım çaresizlik gözümde canlandı ,gözlerimden öfke fışkırıyordu, ona o kadar kötü bakıyordum ki; fark etmemesi mümkün değildi ,sonra kalktım ayağa ve Kezban teyzeye bağırmaya başladım-defol evimizden ,annemi sen öldürdün ne yüzle geliyorsun bu eve…Dönüş teyze elindeki tabakları bırakıp ağzımı kapamaya çalıştı ,susmayacağımı anlayınca Kezban teyzeyi bahçeye çıkardı.Çıkarlarken-kusura bakma ne olur,acısından ne dediğini bilmiyor çocuk işte,ne yapacaksın?diyordu.bahçede uzun süre konuştular, seslerini pek duyamıyordum, teyzemin ona –sen sözünden cayma ,ben hallederim bu gece konuşurum,dediğini duyar gibi oldum.Neyi halledecekti,kiminle konuşacaktı?Bütün gün bunu düşündüm durdum.Akşam, yas için toplananlar dağılınca,Dönüş teyze Nagehan ile Hüseyin’i uyuttu,bana da dönüp –hadi kuzum sende uyu,bir daha Kezban teyzene öyle bağırma,ayıp oluyor,kadıncağız ne yaptı size?dedi.Cevap vermedim,yatağa girip ,yorganı üstüme örttüm.Dönüş teyze,babamla yan odaya çekildi.Sürekli konuştular,konuştular.Bir ara tuvalete gitmek için koridora çıktım.Babamların oturduğu kapı aralıktı,Dönüş teyze babama Kezban teyze hakkında bir şeyler anlatıyordu;
—Bu ev kadınsız kalmamalı, hem Kezban bildiğin, tanıdığın biri, yalnız başına yaşıyor. Bu zamanda zor, evlenecek birini bulmak, üç çocuklu, dul adamada kimse varmaz. Sonra çok pişman olursun!
Babam düşünceli ve kararsızdı. Dönüş teyzeye dönerek –Bilmem ki! hem üç çocuğa da bakabilir mi? sonra caymasın, bebekte var, Hüseyin’de hasta!Babamın bunları söylemesi üzerine, Dönüş teyze kendinden emin bir şekilde-Merak etme! ben konuştum,varırım diyor,ama bir şartı var tabiî ki!Nagehan ı evlatlık versin birine ben küçük bebeyle uğraşamam, diyor,dedi.
Ben, bunları duydukça, kanımın donduğunu hissediyordum,hareketsiz kalmış,nefes bile almıyordum.Dönüş teyze, anlatmaya devam ediyordu;-Hem bizim köyde çocukları olmayan bir karı-koca var,Nagehan ı yarın köye dönerken götürür onlara veririm.
Babam, yarın götürülme kelimesine irkmiş olacak ki –hemen yarın mı? Diye çıkış yaptı. Dönüş teyze, babamın çıkışını anlamsız bulmuştu, babamı ikna etmek için ses tonunu iyice yumuşattı-tabi oğlum,hemen götürmezsem alışırsın, çok zor olur sonra ayrılması-.
Babam susmuştu, ne kadar çabuk kabullenmişti. Bunları duymak, babamın bu halini görmek, ailemin varacağı son noktaya şahit olmak, ne ağır imtihandı benim için. Babam sadece birkaç dakika düşündü ve kararını verdi-Peki teyze,sen öyle diyorsan.Hem Hüseyin ile Ayten anasız kalmamış olur,zaten ben kadınsız bu evi nasıl idare ederim?Nagehan da bizi bilmeden yeni yuvasına gider.
İşte bu kadardı her şey,babam bu kadar yüzeysel ve anlayışsızdı,Kezban teyze gibi bir analığı nasıl omuzlarımızda taşıyacağımız,Nagehan dan nasıl ayrılacağımız umurunda bile değildi.
Sabaha kadar Nagehan a ve Hüseyin e sarılıp ağladım, kınalı kuzularımı bağrıma bastım,annemin emaneti idi ikiside.Ama ne gelir elden!ben daha dokuz yaşındaydım ve dayanacak gücüm kalmamıştı.Sabahın ilk ışıklarıyla, Dönüş teyzenin koridordan gelen sesini işittim,uyanmış ve hazırlanıyordu.Babamın sesi daha derinden geliyordu,teyzeme bir şeyler soruyordu.Teyzem in-Sen merak etme oğlum,ben her şeyi hallettim,muhtar emmi bizi götürecek,Nagehan ı kendi ellerimle teslim edeceğim.Kezban lada konuştum,Gülsüm ün kırkı çıkınca nikahınızı yaparız,ben o zaman yine gelirim-,dedi.sonra yattığımız odaya girdi ,Nagehan ın eşyalarını bir torbaya koydu .Nagehan ı battaniyeye sardı ,benim uyanık olduğumu fark edince, gözlerini benden kaçırmaya çalışarak-Hadi kuzum kalk,biz gidiyoruz,kardeşini yeni evine götürüyorum,bir sarılında, vedalaşın- demesiyle,yatağın içinden hızla doğruldum ve Nagehan ı kucağından aldım,ona sımsıkı sarıldım,teyzeme yalvarıyordum-götürme teyze,ben ona bakarım,ona da Hüseyin ede analık yaparım,ayırma bizi,yapma bu zalimliği bize ne olur!
Yalvarmalarımda, ağlamalarımda nafileydi,kucağımdan aldı ve odadan çıktı.Hüseyin sesime uyanmıştı oda kalktı ve peşimden bahçeye çıktı.Teyzem, Nagehan ı sımsıkı tutmuş koşar adımlarla bahçeden çıkıyordu.Babam, bahçe kapısında teyzemi yolculaşmak için bekliyordu.Koşup, babamın dizlerine sarıldım,yalvardım,yakardım,fakat babam, yüzüme bile bakmadı,cevap bile vermedi.Hüseyin yalınayak,neler olduğunu hissetmiş gibi ağlıyordu.Artık iplerin koptuğu ,sinirlerin yıprandığı,kelimelerin değil,gözyaşlarının konuştuğu andı.Nagehan da bizimle beraber ağlıyordu,sanki başına gelecekleri biliyordu.Teyzem,muhtar emminin at arabasına yerleşti,babam torbaları yanına koydu ve Muhtar emminin, atı, sopayla dürtmesiyle ayrılık başladı.Nagehan ı götürüyorlardı,annemin emanetini,kınalı kuzusunu,dünyaya acı ile doğan minik kardeşimi ,bakmaya doyamadığımı…Araba uzaklaştıkça feryadım büyüyordu,arkasından koştum,Hüseyin de peşimden,ama yetişemedim.Yoruluncaya kadar koştum, nefesim tükeninceye kadar. Araba gözden kaybolunca, yere kapaklandım. Artık sesimi bir tek ben duyuyordum. Bir zaman sonra kalktım. Başım önümde eve döndüm. Hüseyin, yolun ortasında oturmuş ağlıyordu. Kucağıma aldım ve doğruca annemin yanına, mezarlığa gittim. Annem, her şeyin farkındaydı sanırım. Toprağı serin ve rutubetliydi. Kardeşimi, annemin mezarının başucuna koydum. Sonra, koşarak eve geldim. Annemin saksıya diktiği çiçeği aldım ve yine koşarak mezarlığa döndüm. Çiçeği saksıdan çıkardım. Annemin başucuna diktim. Hüseyin küçük elleriyle bana yardım ediyordu. Bembeyaz açan ve üzerinde kına gibi lekeleri olan bu çiçeği annem ekmişti. Buda onun bir yavrusuydu. Sonra Hüseyin i kucağıma oturttum,dudaklarım titreyerek,anneme seslendim;
— Anneciğim! Canım anneciğim! Sana kınalı kuzunu getirdim!bize doyamadın,bari bundan ayrılma, biz sana doyamadık , bu kınalı kuzun senden ayrılmasın,biz şimdi öksüz, kimsesiz ve çaresiziz,umarım sen orada yalnız kalmazsın!
Bunları söyledikten, bir süre sonra, bizi bekleyen zor, ağır ve acı, yeni hayatımıza başlamak için;eve döndük.
SON
YORUMLAR
kardeşim senle kaderimiz aynı gibi..benim annemde doğumdan önce olmüş 18 yaşındaymış ölürken..ben iki yaşındaymışım...yüzünü hiç göremedim...belkide bir ihmal sonucunda öldü annem...keşke görseydim...bağrına bassaydı bir kez yavrum diye...dövseydi hergün..de sağ olsaydı...anne cümlesi çıkmadı dilimden...
Kanım dondu !
İnsanların bu kadar insafsız ve cehalet içinde olduklarına kanaat getiremiyorum.
Merhamet bir yürekte barınmaz ise başka bir yürekte barınır diyen umudum kayboldu bu yazınızda yaşananlar karşısında.
Ders alınacak bir yazı.
Bir o kadar da acı..
...
Dilerim kurgudur..