- 1040 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sadece seni BABA
İşaret parmağı burnunda, susması gerektiğini işaret ediyordu kızına. Gözlerindeki çaresizliğin bir an önce bitmesi için yalvarıyordu rabbine. Neyi kalmıştı ki yaşamından, babadan kalma çanta ve karısının hediyesi biricik kızı.
Nedeni , Nasıl’ı , Niçin’i unutalı çok olmuştu. Kaçmalıydı, sadece koşmalı ve her taşın arkasına saklanmalıydı. Kendi için değildi tırnaklarını geçirmesi yaşama, korkak denilmesini sineye çekiş sebebi biricik kızydı.
“ ben çok yaşadım dünyada “ dedi
ve bez bebeğine sarılmış kızına baktı. Küçücük elleriyle kollarının arasına aldığı bebeğinin ağzını kapatıp ve kulağına bir şeyler fısıldadığını gördü.
Kızı kadar olamamıştı. Kızının cansız bir bez parçasına verdiği değeri yaşamı boyunca kızına verememişti. Kahretti, lanetler okudu kendine.
“ Suçum yok, benim suçum yok “ diye geçirdi içinden, belkide en doğrusu buydu. Ayakta kalmalı, kızını biran önce sınırın karşı tarafına geçirmeliydi.
Kızının ilaçları bitmek üzereydi. Gözlerinin altına mor bir sürme çekilmiş gibiydi kızının. Doğuştan kalp hastasıydı biricik yavrusu, rahmetli annesi de aynı nedenden bir avuç toprağın altındaydı.
Ayak sesleriyle irkildi düşüncelerinden, yaklaşmışlardı, uzaktan top sesleri geliyordu ama savaşın içindeki zorlu yaşamı her sesi ayırt etmesini öğretmişti.
“ Burası harabeye dönmüş, bizimkiler taş taş üzerinde bırakmamış “ diyerek şeytansı bir gülüş attı rütbeli olan.
“ Gidelim , öldürülecek çok hayvan var daha “ .
Evet sınırları çizilmiş, içinde yaşayan türlerin belli edildiği, elektirikten, sudan, ilaçtan yoksun bırakıldığı, yılın bir çok ayında safariye çıkılmaya hazır hale getirilmişti Filistin halkı topraklarında. Arap yarım adasının batısında, dünyanın tam ortasında, herkesin gözleri önünde türünün tükenmesi beklenen hayvanlar gibiydiler. Tek farkları düşünebilmeleriydi ve dört büyük dinden hak olanı seçmişler, seçilmiş topraklarında istenmemiş olmalarıydı.
“ az kaldı kızım “ dedi, kızının morarmış gözlerinin içindeki damlalara bakarak;
“ Bu gece her şey bitecek, sen iyileşeceksin, okuyacaksın “ dedi. İçinde yeniden kıpırdanmaya başlamıştı ümit tohumu. üç gündür yollardaydılar . Allah’ın lütfuyla hiç yakalanmamışlardı ve geriye sadece birkaç saatlik yolları kalmıştı yeni bir başlangıca.
“ Baba üşüyorum “ sesiyle irkildi. Kızının küçücük ellerini avuçlarının arasına aldı ve ısıtmaya çalıştı. Güçsüz DÜŞMÜŞTÜ vücudu hem açlıktan hemde hastalıktan.
“ Ne istersin benden “ amacı konuşturmaktı yavrusunu, yüzünü saçlarına dayadı ve kokusunu burnuna çekmeye başladı.
“ Sadece seni istiyorum “ dedi kızı “ Sadece seni “.
Gözleri doldu, ağlamak istedi, boğazı düğümlendi ve sertçe yutkundu. Biliyordu kızı her şeyi, farkındaydı yaşananların.
Gece iyice çökmüştü artık, beklemeye gerek yoktu. Ellerini kaldırdı semaya, annesinden duyduğu kelimeleri tekrarladı, kızını kucağına aldı ve sınıra doğru yola koyuldu.
Sınırda hareketlilik, bir ay öncesine göre daha fazlaydı. Nöbetçi asker sayısı çoğalmış ve aramalar daha ciddi yapılmaya başlanmıştı.
Erkekleri ayırdıkları dikkatini çekti ve bir yandan da askari kamyona bindirilenleri gördü. Anlamıştı olanları, yüzünü kızına döndü sıkıca kucakladı ve uzun uzadıya sarıldı küçük bedenine.
Kalabalığın arasına karışmışlardı artık, bir yandan dua ediyor diğer taraftan gruptan ayrılma ihtimaline karşılık , yaşlı bir çift arıyordu. İlerde topallayan ihtiyara takıldı gözleri. Kendi gibi yaşlı karısına dayanmış yürümeye çalışan adam aradığı kişi olabilirdi. Zamanının tükendiğini anladığında hızlı adımlarla yanlarına yaklaştı ve hiçbir şey demeden kızını ihtiyar kadının ellerine teslim etti.
“ Baba “ dedi kısık sesle,
“ Ben gelicem yavrum “ dedi parıldayan gözlerine bakmadan.
“ Baba söz vermiştin “ diye hıçkırdı kızı
“ Biliyorum, seni bulacağım” diyebildi ve sırtında kemiklerini kırarcasına vurulmuş dipçiğin acısını hissetti.
“ Nereye gidiyorsun sen “ diye bağıdı dipçiğin sahibi.
Dizleri yerde ellerini havaya kaldırdı ve sınıra geçmekte olan kızına gülümsemeye çalıştı.
“ Çabuk kamyonete atın bunu” sesiyle yerden kalktı ve kamyonete doğru yürüdü.
2003 yılına öğrencileriyle beraber okulda girmişti ve yılbaşının yeni bir başlangıca açılan kapı olduğunu anlatıyordu öğrencilerine. Manisa’ya 7 yıl aradan sonra ilk defa kar yağıyordu, sınıf kapısının sertçe vurulmasıyla gözlerini Sipil dağının gelinlik giymiş gibi bembeyaz aksinden aldı ve tahtadaki öğrencisinin yüzünü okşayarak yerine gönderdi. Kapıya doğru yöneldi. Daha kapıya birkaç adım kalmıştı ki okul müdürü hızlıca kapıyı açtı ve içeri daldı.
“ Rabia hanım, bir misafiriniz var. Müsaade ederseniz içeri alayım “ deyip izin istedi.
“ Tabi müdür bey, lütfen”
Açık olan kapıdan baston sesine benzeyen bir ses gelmeye başladı. Merakı artıyordu acaba kimdi gelen. Her şey yavaş akmaya başladı kapıdaki ihtiyarı görünce, zaman durmuş gibiydi, elindeki tebeşiri düşürdü yere, ne yapmalıydı şimdi, ağlamalımı yoksa gülmelimiydi, tam olarak karar veremedi. Sürekli yutkunuyor ve göz yaşlarına hakim olamıyordu.
İhtiyar titrek bir sesle :
“ Söz vermiştim sana, bak geldim kızım “ dedi ve elinde tuttuğu bez bebeği öğretmene uzattı.
“ Bu senindi, seni çok özlediğini söyledi ve bende sana getirdim .”
Rabia öğretmen öğrencilerinin şaşkın bakışları arasında koştu ve ihtiyarın ellerini öpmeye başladı , hıçkırılarının arasından sesini yükselterek :
“ Babam, ben sadece seni istedim Allahtan, sadece seni” diye haykırdı .
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.