- 1556 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
JİYAN-2
Eksik parçam, Aylin’e
’ Uyanınca ikisi de kırkar portakal suyu, sekizer litre kahve ve otuzar tane çiğ yumurtayla kahvaltı ettiler’ ( Yüzyıllık Yalnızlık)
Ahmet Bey bu garip, sevimli daha doğrusu imkan dışı çocuğa baktı.
-İsmi Jiyan olsun. Dedi. Yani hayat. Yani hayatımız.
Jiyan’ın doğduğu vakit sıcak bir ağustus ayıydı. O yıl ilkbaharda yeteri kadar yağmur yağmadığından bir kuraklık vardı Dağlar ülkesinin, bir vadinin içinde kalmış olan ve ortasında köylülerin ‘Çığlık’ ismini koydukları bir nehrin geçtiği bu 30 hanelik köyde. Babası bu kuraklıktan etklenebilirdi pekala kızının ismini Jiyan koymakta. Aslında bir neden de doktorun eşinin rahimsiz olduğundan dolayı çocuk doğurmayacağını söylemeseydi. Eşi artık çocuk doğurmayacağına göre tek çocukları Jiyan olacaktı. Böylece Jiyan Ahmet Bey’in neslinin devam sigortasıydı. Yani Jiyan ömürlerine ömür katacaktı.
O yaz Ahmet Bey elindeki şeker pancarını oldukça iyi bir fiyata satmış o parayla 20 tane koyun daha almıştı. Yoksulların çokça olduğu bu köyde aslında sahip olduğu bu malvarlığı da onun zengin biri olduğu manasına geliyordu. Ahmet Bey sık sık bu durumu Jiyan’ın doğumuyla ilişkilendiriyordu. Jiyan gerçekten de ona hayat vermişti. Kasım ayını geride bıraktıkları halde, halen kar da yağmamıştı. Oysa karın yağışı ekim ayının sonuna doğruydu. Geç de olsa kar yağmaya başladı, aralık ayının başında.
Kar usul usul yağıyordu. Her sene yağdığı gibi. Her zaman ki gibi. Bazı geceler tipi olurdu. Köyün ortasında geçen Çığlık nehri o tipilerle birlikte adeta çığlık atardı. Nehrin bu çığlığıyla birlikte tipi gece boyunca hiç kimseyi uyutmazdı. Tabii Jiyanı da. Fırtına olduğunda ve tipinin sesi nehrin çığlığıyla karıştığında Jiyan gözlerini fal taşı gibi açar hafiften yüzünü bir gülümseme kaplardı. Tipinin azgınlığı nehrin çığlığını buluşturan o anlarda sanki Jiyan’ın gülümsemesi bu birlikteliği yumuşatacak bir panzehirdi. Sabaha doğru tipi diner ve Jiyan da uykusuna dalardı.
O kış, karın yağışında bir gariplik vardı. Sabah saatlerinde kar yağar, öğleden sonra da güneş açardı ve yatsı vaktinde yavaş yavaş tipi kendisini belli ettirirdi. Tipi de sabaha kadar sürerdi. Bu her gün böyleydi. İnsanlar tipinin sesinden dolayı uyayamadıklarından kimisi sabah tipi dinince kimisi de öğleden sonra yatardı. Adeta geceyle gündüz yer değiştirmiş gibiydi. Gece yatan var mıydı. Vardı tabii. Bu kesim çok az kişiden oluşmuş olup, tipiyi kanıksamış bir kesimdi. Gece kimisi uyumak için bitkisel ilaçlar kullanıyordu. Ve bu ilaçları gün geçtikçe herkes kullanmaya başladı. Bu ilaçların yan etkisinden olsa gerek köyde bir hastalık baş gösterdi, bulaşıcı bir hastalık. Birbirlerinin ismin unutma hastalığı. Bu hastalık sadece isimlerin unutulmasıyla alakalıydı. Kişiler her kimsenin ne iş yaptığını yaşını fiziksel özelliklerini biliyorlardı. Ama isme gelince hiç kimse birbirinin ismini hatırlamıyordu. Köylü bu durumun böyle devam etmeyeceğini anlayınca, bitkisel ilaçları kullanmamaya karar verdiler. Yaklaşık bir ay sonra artık herkes birbirinin ismini hatırlar oldu.
Günler geçiyordu. Hem de insanlar sanki hep aynı günü yaşıyorlarmışcasına günler akıp geçiyordu. Çünkü her gün aynı olaylar hiç sıralarını bile bozmadan devam ediyorlardı. Sabaha kar yağıyordu belli bir saate kadar ondan sonra güneş başlıyordu en sonda da tipi. Zaman sanki çember olmuş gibiydi köylülerin hayatında. Başladıkları yere geri geliyorlardı her gün. Doğal olarak karın seviyesinde de bir artış olmuyordu. Karın miktarı hep aynıydı. Bu durum tam iki yıl dört ay sekiz gün sürdü.
Evet köylülerin dört ay olarak hazırlık yaptıkları kış o dönem tam tamına iki yıl, dört ay, sekiz gün sürdü. Köylülerin elindeki hayvanlar açlıktan kırılmasın diye hepsi kesildi, yenildi. Jiyan’ın babası da ellindeki altmış tane koyunun çoğunu kesti. Bir kısmı da o kadar zayıf olmuşlardı ki kessen bile yenilmeyecek durumdaydılar. Ve bütün köylü her güne yeni bir umutla başlıyorlardı. Belki bu gün kar yağmaz umuduyla. Ama bu umutları iki yıl dört ay sekiz gün sonra gerçekleşebildi. Bu doğa üstü durum sadece o vadinin içinde kalan köylerle sınırlıydı. Devlet yetkilileri bu durumu öğrenmiş, köylülere sadece kendilerine yetecek kadar erzak yardımı yapmıştı.
Fatma hanım bu durumum sebebini kendisi olduğunu düşünüyordu ve bu dert her gün onu yiyip bitiriyordu. iki yıl dört ay sekiz gün bittiğinde Fatma hanım da bitmek üzereydi. O kadar zayıflamıştı ki. Üflesen yere düşecek gibiydi. Kendisini sorumlu hissediyordu çünkü Ahmet Bey’e aşık olmuş, evlenmişlerdi. Aşık olamazdı, aşık olsa bile evlenmeye hakkı olamazdı, sebebi de Ahmet beyin onun amcasının oğlu oluşuydu. İçlerinde bulundukları muhit akraba evliliğini kesinlikle hoş karşılamıyorlardı. Hele bir de amca çocukları arasında olan evliliğe hiç müsamaha gösterilmezdi. Ama evlenmişlerdi her şeye ve herkese rağmen. Köylülerin ikisinin durumunu konuşmuş, karara bağlamışlardı. Ne de olsa aşkın önünde hiç kimse duramazdı. Peki onlar ne yapmışlardı. Her gün buluşmak için gittikleri samanlıkta oynaşmışlar, hatta bir gün işi epey ilerletmişler ve Fatma Hanım’ın dişilik organından pembemsi bir sıvı gelmişti. Kutsiyet bozulmuş oldu bu sıvıyla. O sıvı aktığında Fatma hanım artık belanın başlarında eksik olamayacağını hissetmiş, hemen kendisini toparlayayıp ordan uzaklaşmıştı. Ve düğün günü de yaklaşmaktaydı. Gerdek gecesi o beyaz bezin üzerinde mutlaka o sıvı olmalıydı. O sıvı olmazsa sonları hiç de hoş olmayacağını biliyorlardı.
İkisi kafa kafaya vermiş, düşündüler günler boyu. Beş gün sonra Ahmet bey bir horoz keseceğini, horozun kanını bir beze süreceğini, gerdek gecesi de o bezi berbu’*nun eline vereceğini söyledi. Ve söylediği gibi de kalktı gitti. Hemen bir horoz aşırdı kümesten, Çığlık nehrinin aşağı taraflarına doğru süzüldü. Yaklaşık iki saat sonra elinde beyaz bir bezin üzerinde kan lekesiyle geldi. Kanı Fatma Hanım’a göstermişti. Fatma hanım kendisinden gelen kan ile bu kanın hiç birbirine benzemediğini söylemiş, berbu artık herkimse ise durumu anlayacağını ifade etmişti.
Yine düşündüler kafa kafaya verip. Üç gün sonra berbunun halaları Gevher Hanım olacağı söylendi. Bu habere çok sevinmişlerdi. Çünkü halaları oldukça şen şakrak ve sevecen biriydi. Durumu ona anlatsalar hoş karşılayacağını biliyorlardı. Ahmet bey hemen halasının yanına koşmuş, durumu anlatmış, halası da bir karton sigaraya kabul etmişti suç ortaklığını. Gerdek gecesi horoz kanıyla sulanmış o bez Gevher Hanım’a verilecek, o da işi örtbas edecekti, elinden geldiğince o bezi kimseye göstermeyecekti Gevher Hanım. Adet gereği o bezin gelinin çeyiz sandığının en dibinde olması gerekirdi. Fatma Hanım da horoz kanıyla sulanmış o bezi katlamış Ahmet Bey’in kahkahaları eşliğinde çeyiz sandığının en dibine saklamıştı. Kar yağışının ikinci senesine girerken Fatma Hanım, o bezi hatırlamış ve getirip sobaya atmıştı.
Bu kış dönemini atlatan köylüler yine eski hayatlarını devam ettiriyorlardı bir şekilde. Ve Jiyan da büyüyordu. Epey de büyümüştü ne de olsa artık üç yaşındaydı. Hatta konuşmaya bile başlamıştı. Jiyan konuşuyordu konuşmasına lakin kimse onun dediğinden bir şey anlamıyordu. Oldukça da güzel bir aksanla konuşuyordu. Ailesi buna bir türlü anlam veremedi. Ta ki köylerine gelen bir bohçacının söylediklerine değin. Fado adlı bu bohçacı her sene köylerine gelir, cevizden tut iğneye kadar bir sürü şeyi bohçasında getirirdi. O kadar çok dolaşmıştı ki, köylü kadınlar onun eşyalarını ondan gezdiği yerlerle alakalı ilginç şeyler anlatması karşılığında alıyorlardı.
O sene yine Fado gelmişti. O gün de Ahmet Bey’e misafir olacaktı ve bütün köylü kadınlar onların evinde oturmuşlardı. Bohçacı Fado yine anlatıyordu bir şeyler gezdiği yerlerle alakalı. Jiyan da kadınların arasında oturmuş, elinde bir ekmek parçasını kemiriyordu ve kimsenin anlamadığı o dille konuşuyordu. Birden Fado;
- Susun. Dedi kadınlara.
Kimse anlam veremedi buna. Fado Jiyan’ın söylediklerine kulak kesilmişti. Biraz dinledi Jiyanı’ı ve;
-Bu kimin çocuğu? Diye sordu.
Fatma Hanım,
-Benim. Dedi.
Fado ;
-bu dili kim ona öğretti.
Annesi;
-Benim kızıma kimse bişey öğretmedi. Zaten söyledikleri anlaşılmaz şeyler
Fado;
-Hayır. Anlaşılmaz değil. Bu kız sınır komşumuz olan Elegez Ülkesinin dilini konuşuyor. Dedi.
İçlerinden bir kadın sordu,
-Peki ne diyor?
Fado,
-Deprem olacak diyor.
Devam edecek…
* berbu.: gelin gerdek odasına gidene dek onunla ilgilenen vekil kadın. Türkçesini bilmiyorum.