- 1162 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Frankfurt'ta Sanat ve Kültür Günleri I
Sanat yaratıcılıǧın ana sembolüdür. Onda beynimizde oluşturduǧumuz ve tasarladıǧımız düşünceler gerçeǧe dönüşürek güzelleşirler. Zaten sanatta ünlü Alman yazar Goethe’nin dediǧi gibi, “iyiye, güzele ve gerçeǧe ulaşmaktır”. Böylece, bir duygunun, tasarının ve güzelliǧin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatımın sonucunda üstün yaratıcılıktır.
İnsanı derinden etkileyen bir mimarı yapı, güzel bir bulvar, tuvalden fışkıran gözalıcı bir tablo, bir şiir, bir roman, radyoda kulaǧımıza ilişen bir müzik estetik ve optik görünümleriyle bizi etkileyen her şey sanatın eseridir. Sanatıda, sanatçı yaptıǧına göre, yaratıçılıkta sanatçıya özgü bir özelliktir. Bu özellikte herkeste olmayan, bir özün içten gelmesiyle oluştuǧu için, gelişimide dış katkıların etkisiyle şekillenerek hamurunu yoǧurup istenilen ekmeǧi yapabilme yeteneǧini oluştrmaktır. Yani bir başka ifadeyle, sanat yaratıcı yeteneklerin toplamını oluşturan piramidin en uç noktasıdır bir insanda. Herkes, her şey olabilir, ama kolayca sanatçı olamaz. Kurtarıcımız, ulu önder Atatürk ,sanatla ilgili düşüncelerini, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmalarında, Çankaya Köşkünde sanatçılarla yaptığı sohbet ve tartışmalarda belirtmiştir Atatürk’ün bu konuşma ve tartışmalarda dile getirdiği sanatla ilgili düşünceleri, Türk halkına ileti niteliği de taşımaktadır Atatürk, sanatın tanımını şu sözlerle açıklamıştır: “Sanat güzelliğin ifadesidir Bu anlatım sözle olursa şiir, ezgi ile olursa müzik, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur“ Sanatın, bir toplumun ilerlemesindeki öneminin ve vazgeçilmezliğinin bilincinde olan Atatürk, bu düşüncesini şu sözlerle ifade ediliştir: “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Bir millet sanata önem vermedikçe büyük bir felâkete mahkûmdur, Dünyada medenî, ileri ve gelişmiş olmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir”. Atatürk’ün bu sözleri, sanalla ilgili temel düşüncelerini ifade etmesi bakımından önemlidir Atatürk’ün sanatçılarla ilgili düşüncelerini ifade ettiği sözleri ise şunlardır: “Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve uğraşlardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız“, diyerek sanata verdiǧi önemi belirtmektedir. O halde bir ülke ve millet, tarımda, ekonomide, sanayide, eǧtimde, ilim ve fen (teknik) alanında yapacaǧı gelişmeler de sırf bir toplumun kalkınmasında yeterli deǧildir. Ödül kazanan bir filim, veya bir yazar dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun bizi insan olarak sanata deǧer verdiǧimiz ölçüde sevindirecek veya ilgilendirmeyecektir. Ülkemiz, bütün çarpık – kapitalist gerici gelişimlerine raǧmen yinede kendi bünyesinde yaratıcı sanatçılarla doludur dersek abartmış olmayacaǧız. Bu yılda, yaşadıǧım Almanya’nın en önemli finaz merkezlerinden olan Frankfurt Şehiri, Türkiyeli “Sanat Günleri”ne bol bol ev sahipliǧi yaptı. Öyleki bu etkinlikler; Frankfurt Main Ufer (kenar) Festivaliyle başlayarak, Filim Festivali’yle sona erdi. Bu arada bir çok kayda deǧer etkinlikler de baǧımsız sivil örgütlerin öncülüǧünde gerçekleserek, hem sanatseverlere, hemde bu alana ilgi duyanlara bir kıvılcım niteliǧi taşıyarak, sanat ruhlarının canlanmasına yardımcı olmuş oldu.
Dünyanın en büyük kitap panayırı olarak bilinen Frankfurt Uluslararası Kitap Fuarı 15 – 19 Ekim tarihleri arasında gerçekleşirken, 300 bini aşkın ziyaretçinin önemli bir kısmını oluştran kitap tutkunları ve edebiyatseverler bu önemli etkinliǧin son iki gününü yaşayabildi sadece. Çünkü fuarilk üç günü sadece uzmanlara ve basına açık tutulduǧu için yaycılık dünyasının birikimlerine de renk katıyordu böylelikle... Açılış kurdelasını Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Alman Dışişleri Bakanı Franz Walter Steinmeier, Frankfurt Anakent Belediye Başkanı Petra Roth, Nobell ödüllü yazarımız Orhan Pamk ve Kültür Bakanı Ertǧrul Günay yaptılar. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü kapıda Alman’ya Cumhurbaşkanı Horst Kühler kapıda karşılayarak ilk günkü fuar turunu birlikte yaptılar.
Uluslararası 60. Frankfurt Kitap Fuarı, bir çok olumlu güzellik, yenilik ve eksiklikleriyle zihinlerde unutulmaǧa başlarken, bu yılın “Onur Ülkesi” özelliǧine layık görülen Türkiye’nin izlediǧi resmi program yer yer aǧır eleştirilerede hedef oldu. Nadiren elde edilen böyle fırsatlar elli yılda bir defa bize nasip olduǧu için önemide o kadar büyük olmalıydı. Bu fırsatın kaçırıldıǧından şüphe etmeyenler, gerekli bakanlıǧı suçlarken Türk Edebiyatı’nın geldiǧi yerin deǧeri deǧilde, sanki yayıncıların edebiyattan daha çok ticari tarafı öne çıkararak kazanç ve kar amaçlı bir atmosferde geçmesinin eleştirileri kulaǧa geldi. Bu her yönüyle deǧerlendirmeǧe layık bir eleştiri olduǧu için, gerekli kurumların bu eleştirilerden ders çıkartarak gelecekte ülkemizi daha iyi temsil etmeleri gerektiǧinin bilincine varmalarında kuşkusuz faydalı bir adımdır. Çünkü böyle günler; dünya kültürlerinin birleştirdiǧi merkezlerde olduǧu için, önemide her ülke için çok büyük bir öneme sahiptir. Bu aynızamanda bir ülkenin, hele Türkiye gibi, kültürel ve fikirsel birikimi düşünüldüǧünden daha geniş bir kapasiteye sahip olduǧu için, yansımasıda o ölçüde geniş yankılar uyandırmalıdır.
Açılışını Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un yaptıǧı bu yılki Frankfurt Kitap Fuarı, aslında bir kültürü temsilden çok AKP’nin kültüre kültürsüzlüǧü eklemeninde bir buluşma noktasıydı. Etkinliǧin açılışında bir konuşma yapan Orhan Pamuk, Türkiye’de yazarlara baskıların, yazarları cezalandırma alışkanlıǧının devam ettiǧini vurguladı. “Türkiye’deki bir çok yazar benim gibi, Türk Ceza Yasası’nın 301. Maddesi yüzünden mahkemelerde hesap veriyor. Son yüzyılda kitapları yasaklamak, yazarları öldürmek, sürgüne yollamak, basında hep bir aǧızdan yazarları aşaǧılamak, Türk kültürünü hiç zenginleştirmedi. Tam aksine kültürümüz yoksullaştı. Devletin yazar ve kitaplarını cezalandırma alışkanlıǧı sürüp gidiyor. Örneǧin bu yıl çıkan kitabım içın ön çalışma yaparken, eski Türk filimlerini izlemem, eski şarkıları dinlemem gerekiyordu. Bu işi kolaylıkla youtoube ile yapmıştım. Ancak bu gün bu mümkün deǧil. Çünkü bu ve buna benzer sitelerden yararlanmak siyasi sebeplerden ötürü Türkiye’de yaşayanlar için yasak. Siyasi iktidar sahiplleri bu baskılardan yasaklardan hoşnut olabilir. Ama biz yazarlar, yayıncılar, sanatçılar Türkiye’nın kültürünü yaratan ve onu izleyen herkes bu tür baskıları anlamakta büyük güçlük çekiyor” diyerek, basın ve düşünce özgürlüǧünün, ülkemizde daha çok tartışmalara gebe olacagının altını da bir kez daha çizmiş oluyordu.
Aslında böyle olmasıda kültürden anlayanlar için bir yönüyle normal olmalıydı. Neden mi? Diye soracak olursanız, kültürümüzü temsil eden bakanımız, politik olarak yaptıǧı doksan derecelik dönüşle dönekleri temsil ediyordu da ondan. Bu yönüyle fazla bir hareketin olmamasıda gayet normaldir aslında... Benim bir ziyaretçi olarak gezerken edindiǧim izlenim ise, zengin edebiyat kültürümüzün cılız ve küçük standlar şekilde temsil edilerek gerekli hassasiyetin gösterilmediǧi idi.Tabi Türkiye Cumhuriyeti’nin şu anki hükümeti, gerici ve saǧcı bir yapıyı temsil ettiǧi için, dini aǧırlıklı yayınlardaki artış gözden kaçmıyordu. Görevli elemanların bilgi birikimlerinin eksik olduǧu insanlar arasındaki sohbetlerden dahi farkedilecek derecede berraktı. Bir çok görevli belkide kendisi hiç kitaplarla haşır neşir olmadıǧı için, ihtiyaç gereǧi oralarda olduklarından dolayı, sorulan sorulara yeterince cevap verememelerinden belli oluyordu. Dışarıdaki donanımlar içeriye göre daha derli toplu bir görünüme sahipti. Fuar esnasında sufi müziǧinin aǧırlıkta olması ise adeta AKP’nin politik çizgisinin dayatma kültürünü simgeliyordu. Onlarcasına kişisel olarak katıldıǧım bazı akşamlar, adeta geriye (Osmanlı biat kültürüne) dönüşe davet ediyordu adeta. Bunu güzel bir örnekle güncelleştirebiliriz. 10 Ekim 2008 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizim Bakanlıǧı’nın katkısıyla Frankfurt Gençlik Evi – Deutschherrnufer Caddesi 12 de gerçekleştiren akşamda kendimi Konya’da, Mevlana – Müziǧi dinlemiş gibi hissediyordum. Ünlü yazarımız Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur Saatleri” adlı romanının müziǧe uyarlanmış hali adeta dini bir havaya sokularak, asıl amacından uzaklaştırılmak istenmişti sanki. Oysa ünlü yazar Orhan Pamuk bile bu roman için; İstanbul üzerine yazılmış en önemli bir romandır” diyerek, romanın önemini en azından bir avuç elit kesim için vurgulamak istemiştir. Elbette huzur hepimizin aradıǧı ve sıǧınmak istediǧı tek güven kaynaǧı olduǧu için, belirli bir mistizimi kendi içinde barındırmak zorundadır. Ama gelgörki, bizim kültürümüz yıllardan beri kültürsüzler tarafından yönetildiǧi için elli yıldan beri Avrupa’nın çeşitli ülkelerine amele olarak gönderildiǧimizden dolayı, ülkemiz hep olumsuz yönleriyle kolonist Batılılar’ın dilinde adeta maskara etmişiz ne yazık ki. Avrupa Birliǧi’nin kapılarında bekletilen bakanlarımız mi dersin, diplomatlarımız mı derssin, anlatılmayla bitmeyecek uzun hikayelerdir benim Ülkemin başına gelenler. İşte burada da Almanlar’a hitap eden bir ortam yine yaratılamamıştı maalesef. Acı gerçegı masamda tek başıma bu makaleyi yazarken bile hissederek kendimden utanıyorum bazen. Elbette Türkiye 350 den fazla yazarı, yüzden fazla yayınevini Frankfurt’a göndererek kültür alanda ilerlediǧinide yine isbatlamış oldu bu fuar aracılıǧıyla.
Yine kültür yaratıcılıktan doǧan ve çeşitlilik içeren bir menü masası olduǧu için, burada alternativlerden yok denecek kadar azdı veya da hiç yoktu dersek abartmış olmayacaǧız. Her ülkede olduǧu gibi, bizim ülkemizde de çalışan kesim toplumun hemen hemen çok büyük bir bölümünü kapsadıǧı için, sendikalardan ve işçi kuruluşlarını temsil eden bir bölüm göze gözükmüyordu fuarda, bu sebeten dolayı demokratik bir kuruluş olan Frankfurt Türk Halkevi de kendi çapında küçüklü büyüklü toplantılara ya öncülük etti, ya da bizzat ana binasında bazı faaliyetleri gerçekleştirdi. Bunlardan en önemlileri Devrimci İşçi Sendikaları Başkanı Süleyman Çelebi Türkiye’deki son işçi ve işçi eylemleri hakkında Yol TV’ye verdiǧi söyleşide; her yıl sancılı geçen 1 Mayıs İşçi Bayramı hakkındaki görüşlerini dile getirdi. Ayrıca söyleşiden sonra burada bulunanlarla sohbet ederek tanışma imkanında bizlere vermiş oldu Daha sonra Alman Sendikalar Birliǧi’nin Frankfurt’taki merkez salonunda “Türkiye’de 1 Mayıs İşçi Bayramı Afişleri” sergisinin açılışını yaparak, Türkiye’deki son 100 yılda gelişen işçi hareket ve eylemlerinin önemini belirten bir açılış konşmasıda yaptı. Çelebi fuar hakkındaki şu sözlerle özetledi: Türkiye’nin “Onur Ülkesi” olması, bakanlıǧın öncülüǧünde yapılan hazırlıklarda iddia edildiǧi gibi, Türkiye’nin bütün renklerinin temsil edilmediǧini vurguladi ve böylesine uluslararası kapsamlı bir etkinlikte Türk İşçi sınıfı ve onun mücadeleci kültürü eksiktir” diyerek konunun önemini belirtti. Türk Halkevi’nin diǧer etkinliklerini sırasıyla söyle sıralayabiliriz: Nazilerin iktidarı döneminde Almanya’dan kaçarak Atatürk – Türkiye’sine sıǧınarak Alman bilim ve sanat dünyasından şahsiyetlerin biyografilerini içeren sergi oldu. Bu sergiye paralel, yakınları Nazi döneminde Türkiye de yaşamak zorunda olanlar, o döneme özgü görüşlerini ve anılarını anlattılar.
Halkevi bunun yanı sıra özellikle 12 Eylül 1980 faşistli cunta yıllarından sonra sıǧınma talepleriyle Frankfurt’u mecburi vatanı olarak gören Aydın Engin ve Oya Baydar’da söyleşi ve açıklamalarıyla geçmişi günümüze taşımanın heycanını yaşadılar. Araştırmacı yazar A. Engin Alman Sendika binası merkez salonunda düzenlediǧi sohbet akşamında; hala güncelliǧini koruyan “Ergenekon ve Deniz Feneri”ne gelinen süreyi belgeleriyle anlatırken, rüsvet sisteminin işleyişini ve meselenin kimlere kadar ulaştıǧını dile getirdi. Alman Yazar Wolf Wetzel, son çalışması olan “Ölümcül Vuruş (Tödliche Schüsse), Halkevi üyeleri ve dostları için tanıttı. Tanıl Bora Türkiye’deki saǧcıların üç hali başlıǧıyla, siyasi yelpazenin şu andaki durumunu ve tarihçesine eǧilerek gerekli bilgileri okurlara ve ilgilenlere sundu. Ece Temelkuran da, “Aǧrının Derinliǧi” adlı kitabı üzerine edebiyat ve siyaseti içeren bir sohbet toplantısına Halkevi’nin davetlisi olarak geldi.
Oya Baydar ise 12.10.2008 tarihinde Frankfurt – Bornheim – Merkez Kütüphanesi’nde “Yitik Sözler” adlı kitabından pasajlar okuyarak edebi bir sohbet içinde geçen canlı bir akşamı bizlere sunmuş oldu. Bornheim Merkez – Kütüphanesi’ndeki etkinlik büyük ilgi gördüǧü gibi, yazar Türkiye’de ki güncel gelişmelere dair sorularada cevap vererek meraklarımızı giderdi. Oya Baydar’ın bu son kitabı, İstanbul’da bir ailenin, aile içinde adeta birbirlerinden habersiz geçen paralel yaşamlarını konu ediyor. Elif, Deniz ve Ömer adlı aile üyelerinin kentsel yaşam biçimleri, günümüz Türkiye’sinin toplumsal, ekonomik ve kültürel deǧişimlerini, farklı yüzlerini gösteriyor. Hoşgörü, şiddet ve hümanizim üçgeni arasındaki dalgalanmaları konu edinen bu romanın yazarı, bu güne kadar kaleme aldıǧı eserlerinden dolayı bir çok ödülede layık görülmüştü.
Ayrıca Frankfurt Kitap Fuarı dolayısıyla yine 06.10.2008 tarihinde Halkevi lokalinde bir Türk Sanat Müziǧi Fasılı da verilerek güzel ve neşeli bir akşam geçirdik. Sanatçı olarak Türk Kültür Evi’nde de Türk – Sanat Müziǧi Korosunun en güzel seslerinden birisi olan Bayan Fırıloǧlu misafir sanatçı idi. Bu hanım sanatçımız, yine 16.10.2008 akşamıda Alman Sendika Binası büyük halinde bir konser daha vererek Türk Sanat Müziǧi dolu anlar yaşamamıza katkida bulundu. Ben de kişisel olarak sadece Gallus Saalbau – Halinde verilen Yunus Emre Konseri’nin dışındaki bütün faaliyetlere katılarak kulaǧımın duymaya bayıldıǧı bütün bu konserlere giderek kendimi sevindirdim. Tabi bütün bu faaliyetlerde sevindirici olan, girişlerin ücretsiz oluşu ve dinleyicilerin gerçekten seviyeli tavırlarıyla baǧdaştıǧı için sevindirici anlarada sahne oldu böyle kaynaşma günleri.
23.12.2008, Frankfurt am Main, evde gece saat 22:00 ile 01:00 de yazılmıştır. Yazı iki bölümden oluştuǧu için, diǧer etkinlikler hakkındaki izlenimlerimi, anı olarak yazının ikinci bölümün de sizlerle paylaşacaǧım. Bilgılerim etkinlikler sırasında aldıǧım notlardır. Sadece Orhan Pamuk’un sözleri basından alınmıştır. Saygılarımı sunar okuma zahmetine girip gözlerinizi yorduǧunuz için sizlere tesekür ederim.
Hasan Hüseyin Arslan
YORUMLAR
//Ama gelgörki, bizim kültürümüz yıllardan beri kültürsüzler tarafından yönetildiǧi için elli yıldan beri Avrupa’nın çeşitli ülkelerine amele olarak gönderildiǧimizden dolayı, ülkemiz hep olumsuz yönleriyle kolonist Batılılar’ın dilinde adeta maskara etmişiz ne yazık ki.// Buna cok üzüldüm.
oysa alman basininda 2008 Frankfurter Buchmesse hakkinda söyle yaziyordu.
"Siyah ve beyazlar icinde görünen cok renkli bir kültüre sahip oldugunu belli ettiren, Türkiye gibi hic bir devlet kendini bu güne kadar en olumlu sekilde göstermemisti"
Yani yansiyan kötü degil hatta ilgi uyandiracak sekilde etki birakmisti, ben öyle algiladim.
Güzel makale yazmisiniz en önemlisi kendiniz gidip size yansiyan esintileri cok güzel bir dilde anlatmisniz. Iyisi ve kötüsü ile kalici duygulari yansitmisiniz, gitmeyen bile gitmis gibi oldu.
Kültürümüzü en iyi sekilde Almanyada göstermek bir sekildede burda yasayanlara bakiyor. Kendi ülkelerinin Kültür ve Sanati ile ilgilenmeyen ne derece temsil edebilir orasi tartisilir. Genel sorun bizde olan aslinda bilgisizlik. Yukarda neden üzüldügüm aslinda bununla ilgili.
Fakat gecen seneki Frankfurt Kitapfuari türk kültürünü zenginlestirmedi düsüncenize katilmiyorum.
Insallah ilerki senelerde böyle firsatlar elimize gectiginde elimizden geleni en iyi sekilde degerlendiririz.