SUS, SUS... BEN DE IZDIRAP ÇEKİYORUM!
Kamlançu ülkesine bahar gelip de kuslar ötüsmeye baslayinca, agaçlarda ve yerlerde çiçekler açınca Yüzbasi Burkay yine o büyük çam agacinin yanina geldi. Parlak bakisli, ay yüzlü kizi orada gördü.
Yüregine od düstü. Yer yüzü gözüne karanlik oldu. Ona yaklasip söyle dedi:
‘Yüzün aya benziyor.
Kasinyaya benziyor.
Gözlerin yesil alasi.
Saçlarin arslan yelesi.
Yürüyüsün turna gibi.
Salinisin suna gibi.
Hangi yerden, kaynaktansin?
Hangi boydan, oymaktansin?
Parlak bakisli, ay yüzlü kiz bir sey söylemedi. Yalniz gözlerini kaldirarak Burkay’a bakti. Bu bakisla onun kanini kaynatti. Yüregini oynatti. Içine od düstü. Yer yüzü gözüne karanlik oldu. Kiza söyle dedi:
‘Bakislarin isik mi?
Saçlarin sarmasik mi?
Yildiz misin, günes mi?
Alev misin, ates mi?
Neden sessiz bakiyorsun?
Beni niçin yakiyorsun?
Çiçek gibi her bir yanin.
Söyle, nedir senin adin, sanin?
Parlak bakisli, ay yüzlü kiz bir sey söylemedi. Gülümseyerek Burkay’a bakti. Bu bakisla onunaklini basindan aldi. Yüregini derde saldi. Içine od düstü. Yer yüzü gözüne karanlik oldu. Kiza söyle dedi:
‘Beni niçin üzüyorsun?
Gözlerini süzüyorsun.
Kirpiklerin paraliyor.
Bakislarin yaraliyor.
Rengin sanki çiçekten.
Bilmem hangi çiçekten?
Ister daril, ister kiz.
Tek adini söyle kiz!
Parlak bakisli, ay yüzlü kiz gözlerini Burkay’in gözlerine dikti. Kayalardan dökülen sularin, kirlarda esen rüzgarin, ormanda öten kuslarin sesinden daha güzel sesiyle söyle dedi:
‘Besbalik’ta dogdumsa da
Karluk kiziyim.
Nice erin yüreginde
sakli siziyim.
Yüregine od düstüyse zorlayip söndür.
Bilen bilir; adim,sanim: Açigma-Kün’dür.
Ölmemeyi istiyorsan yaklasma bana.
Belam çoktur, görünmeden dokunur sana…
Burkay’in yüregine od düstü. Yer yüzü gözüne karanlik oldu. İyi yürekli kişi idi. Tanrı’ya ve insanlara karsı suç islememişti. Tapıncağa gidip Tanrı’ya yalvardı. ‘Tanrım! Yüreğimdeki odu söndür’ dedi.
Kırk gün büyük çam agacinin yanina gitti. Her gidişte Açigma-Küncü orada gördü. Her gidişte içindeki ateş yalazlandı. Her dönüşte tapıncakta Tanrı’ya yalvardı. Her yalvarıştan sonra bir daha çam agacinin yanina gitmemeye karar verdi. Fakat günesin her yeni doğusunda kizin hasretine dayanamadı. Verdiği kararı unutup çam agacinin yanina geldi. Kizin yesil ala gözleriyle büyülenip kendinden geçti.
Kırk birinci gün çam agacinin yanina gelince kizi bulamadı. Gözleri bulandı. Yüreği yandı. İçi sıkıntıyla doldu. Gün batıncaya kadar bekledi. Açigma-Kün gelmeyince onu çam ağacına sordu. Ağaç ah edip ağladı. ‘Onu ben de bekliyorum. Artik gelip bana yaslanmayacak’ dedi.. Yaprakları dökülüp kurudu. Uçan bir akdoğan ah edip ağladı. ‘Onu ben de bekliyorum. Artik gelip beni koluna almayacak’ dedi. Kanatları çırpmaz olup otlara düstü, öldü. Yesil otlara sordu. Otlar ah edip ağladılar. ‘Onu biz de bekliyoruz. Artik gelip bizi çiğnemeyecek’’ dediler. Yanıp duman oldular. Burkay bezginleşip yerine ,yurduna döndü. Açigma-Kün’den başka bir sey düşünmez oldu.
Tapıncağa gidip yalvardı, olmadı. Eksi kimiz içip esridi, kar etmedi. Tatlı şarap içip kendinden geçti, fayda vermedi. Kağan savaş açınca o da katildi. Ölmek için Atina zırhsız bindi. Oklar sağından solundan uçtu; biri değmedi. Kalkansız, tulgasiz vurustu. Kiliçlar sağından,solundan geçti; biri vurmadi.
Yine yurduna döndü. Açigma-Kün’den başka bir sey düşünmez oldu. Benzi sarardi. Hasta olup yataga düstü. Burkay’in iyi yürekli bir evdesi vardi. Erkegi iyi olsun diye okuyucular, bakicilar, kamlar, baksilar getirtti. Hiçbir ilaç, dua, hiçbir büyü fayda vermedi.. Günden güne eridi, soldu, bitti. Ölecek hale geldi. Bir gece Açigma-Kün’ün adini sayiklayinca kadin isi anladi. Bütün Kamlançu’ya adamlar çikartti.
Kırk gün aradilar, taradilar. Açigma-Kün bulunmadi. Bir gün ihtiyar, çirkin bir büyücü kadin geldi. ’Bunun derdine ancak Kilimbi çare bulabilir. O, seytanlarin akillisidir’ dedi. Burkay’i seytan Kilimbi’ye götürdü. Burkay ona yüregini açti. Sevdigi kizi anlatti. ’Bana onu verirsen senin ordunda çeri olurum’ dedi. Kilimbi basini salladi. ‘Yüregin büyük derde girmis. Kurtulmak zor. Buna çareyi bulsa bulsa Seytanlar Basi Madar bulur’ dedi. Burkay’in içi yandı. Gözü dumanlandi. ’Hiçbir çare yok mu’ diye sordu. Madar, basini salladi. Ellerini açti. ’Var’ dedi. ’Eger evdesini götürüp Ejderler Kagani Naranta’ya kurban adarsan Açigma-Küncü kaybettigin yerde bulursun.
Burkay hiçbir sey düsünmeden kabul etti. Gözünü sevda bürümüs, kanin çilginlik yürümüstü. Evdesini Naranta’ya adak verdi. Naranta, onu öldürüp yedi. Kadin ölürken ellerini göge kaldirip beddua etti:
‘Burkay! Iyilige kemlik ettin. Tanri seni bedbaht etsin. Kiyamete kadar, dünyaya her gelisinde ruhun iztirap içinde çalkalansin’’ dedi. Tanri bu dilegi kabul etti.
Burkay, seytan Madar’in dediklerini yaptiktan sonra çam agacinin oldugu yere gitti. Kiz gitti diye yapraklari dökülüp kuruyan çam yine yesermisti. Açigma-Kün onun gövdesine yaslanarak duruyordu.
Burkay yaklasip söyle dedi:
’’Nerede kaldin ay bakisli?
Neden gittin inci disli?
Senin için hasta düstüm.
Eller gezip daglar astim.
Artik bana varmaz misin?
Derdime em vermez misin?
Gel,benim ol çiçek yüzlüm!
Ipek saçlim, isik gözlüm!’’
Açigma-Kün bir sey demedi. Büyülü gözlerle Burkay’a bakarak gülümsedi. Burkay’in akli basindan gitti. Az kaldi kimiz gibi eriyip akacakti. Kiza yaklasarak siki siki tuttu. Çiçek kokan yüzünü öptü. Onu evine getirip es edindi. Fakat bununla derdi bitmedi. Açigma-Küncü her gün biraz daha çok sevdi. Öpmekle doyamadi. Sevmekle kanmadi. Uçan kustan kiskandi. Esintiden yüksündü. ’’Sen insan degilsin. Peri Kan Katun’sun’’ dedi. Sevgisi durulmadi. Arzusu kirilmadi. Öpmekle kanmaz oldu. Sevgisi dinmez oldu. ‘’Sen Peri Kan Katun degilsin. Tanri Katun’sun’’ dedi.
Bir gün ihtiyar, çirkin büyücü kadin yine geldi. ‘’Bunun derdine ancak Madar çare bulabilir’’ dedi. Birlikte Madar’a gittiler. Madar güldü. ‘’Sen Nizvani cehennemine düsmüssün. Eger o da sana bir defa seni seviyorum derse bundan kurtulursun’’ dedi.
Burkay yurduna döndü. Açigma-Kün’e ‘’Beni seviyor musun?’’ diye sordu. Kadin, saçlariyla onu sararak ne soracagini unutturdu. Bir ay geçti. Burkay ‘’Beni seviyor musun?’’ diye yine sordu. Kadin onu öperek ne soracagini unutturdu.
Böyle aylar geçti. Yillar geçti. Burkay sevgiden çilgina döndü. Iztirap iztirap üstüne, keder keder üstüne çekti. Hekimler geldi, ilaç bulamadı. Bakislar geldi, çare edemedi. ‘’Seni ancak ölüm kurtarir. Açigma-Kün, Tanri’nin cezasidir’’ dediler. Burkay büyük iztiraplar içinde öldü.
Ölürken yine ‘’Beni eviyor musun?’’ diye sordu. Kadin onu saçlariyla sardi, kollariyla sikti, öptü. Fakat bir sey demedi. Burkay’in öldügünü görünce gözleri yasardi. Inci gibi yaslar akti. ‘’Iztirap çekiyorum’’ diye inledi. Fakat ‘’Ben de seni seviyorum’’ demedi.
Burkay ölmekle iztiraptan kurtulmus olmadı. Her yil bahar olup çiçekler açtikça, Açigma-Küncü görüp sevdigi çam agacinin yaninda ruhu dolasiyor. ‘’Iztirap çekiyorum. Sen de beni seviyor musun’’ diye inliyor. O günden bu güne kadar bin yil geçtigi halde Burkay her bahar orada agliyor. Yaninda duran Açigma-Kün ‘’Sus sus, ben de iztirap çekiyorum’’ diye yanip yakiliyor. Fakat ‘’Ben de seni seviyorum’’ demiyor ve yillar böylece akip geçiyor……
HÜSEYİN NİHAL ATSIZ --- RUH ADAM İSİMLİ ROMANIN GİRİŞ BÖLÜMÜNDEKİ UYGUR MASALI
YORUMLAR
YERYÜZÜNDE BÜTÜN MAZLUMLAR KARDEŞTİR
Şuan gözümün önünde dudakları korkudan kapanmayan, ve bütün vücudu ile tir tir titreyen bir kız çocuğunun hayali var. Bu katliam başladığı günden düştü hafızama, bir haber arasında. Günlerdir de gözümün önünden gitmiyor. Korkudan konuşmayı bırakın ağlayamıyor bile. Yanaklarında yaşlar var ama onlar bile korkudan damlayamıyor. Sürekli düşen bombaların, can alan mermilerin arasındaki o hengamede, bir kız çocuğu öyle çırpınıyor.
Aklıma geldikçe içimi isyanların kapladığı, aklıma geldikçe bir şeyler yapmak gerekliliğini bütün varlığımla hissettiğim dokuz-on yaşlarında minik bir kız çocuğu. Dehşetle düşünüyorum. Bu kız benim kızım olabilirdi pekala. Benimde o yaşlarda bir kızım var çünkü. Ve orada bizim göremediğimiz orada bu çocuklardan yüzlercesi hunharca katledildi birkaç gün içerisinde.
Ve o kız çocuğu şaşkınlıktan kocaman olmuş gözlerle vicdanıma sesleniyor her dakika. Uyuma diyor, uyursan bir gün senin de çocukların böyle olacak. Çok net anlıyorum ki, bu ateş sadece düştüğü yeri yakmayan cinsten. Çünkü söz konusu çocuklar ise ve sizde bir anne kalbi taşıyorsanız, acıyı anlamak için, ille de o acının içerisinde yaşamak gerekmediğini çok iyi anlıyorsunuz sonuçta..
Sözde medeniyet asrının riyakarlığına haykırırcasına en anne yanıma sesleniyor o kız çocuğu, korkularını kilometrelerce öteden hissettirerek.
Bu vahşete sessiz kalmak demek zulme ortak olmak demektir. Çünkü dökülen kanlar mazlumun masumun kanıdır. Bu nedenle “insanım” diyen herkesin ve bilfiil insanlığın toplanması ve bu dehşeti durdurması gerekmektedir. Çünkü yeryüzündeki bütün mazlumlar kardeştir.
Gazze’de ki bu saldırı İsrail’in son altmış yılda yaptığı saldırıların en kanlısı en acımasızı arasında yerini alırken, beş-altı gün içerisinde 500 ü aşkın kişi hayatını kaybetmiştir. Bunların en az 150 sinin çocuk, 100 kadarının da kadın olduğunu düşünürsek, sus pus olan dünyanın da ne kadar büyük bir vebal altına girdiğini gayet net anlayabiliriz. Gerçi türkün tarihi böyle katliamları çok iyi tanıyor, bu kadar dünya milleti arasında en fazla duyarlılık göstermesinin sebeplerinden birisi de bu olabilir pekala. Hemen hemen her şehrimizde insanlar sokaklara dökülürken, medeni ve insan hakları telalığı yapan, sözde demokrasilerin riyakar papağanları nerede? Sahi nerede ezilmiş hakların savunucuları. Sizce de tuhaf değil mi bütün dünyanın bu suç manzaralı sus pus hali.
İsrail; sınırları henüz tamamlanamamış, sürekli yayılma politikası izleyen, nasılsa bütün dünya beni destekliyor diyerek istediği zulmü rahatlıkla yapan bir ülke(!) Hem bu öyle bir yayılım ki, kapsamına ileride Türkiye de girmekte! Dehşet!
Evet, medeniyetin göbeğinde yapılan bu insan katliamlarına “savunma hakkı” diyebilecek kadar alçaklaşan ABD, Avrupa Birliği ve vicdanının esnekliği bir kere daha kanıtlanan Birleşmiş Milletlerin arkasına sığınıp, aldığı radikal destekle elini kolunu sallayarak rahatça vahşet sergileyen bir ülke !
Aslında ülke demek çok yanlış olur, zira İsrail zaten terörün kendisidir. “Haganah” adlı Siyonist bir terör örgütü tarafından, Aslında Filistin halkına ait topraklar üzerinde, yine terörüst faaliyetler sonucu kurulan, hala da teröristlerce yönetilen İsrail bu gün küresel terörü tahrik eden en önemli terör bileşenidir.( Haganah, henüz İsrail devleti kurulmamışken, Dünya Siyonist Örgütü’nün Filistin’deki Yahudi cemaatini ("Yishuv") korumak ve diasporadan gelen göçmenleri kollamak için kurduğu milis gücüydü.) Gerek işgal altında tuttuğu, gerekse dünyanın değişik yerlerinde terör eylemlerine ısrarla devam eden, dolayısı ile bu amaçla kurulan bir oluşumdur İsrail.
Ama maalesef, daha dün Afganistan’a, Irak’a ve bilumum yerlere güya, sözüm ona terörü engellemek yok etmek adına yerleşen ve gittiği her yerde evvela masum ve mazlum insanları yok eden asıl yayılmacı güç olan ABD, bu gün bu saldırılara karşı, kör sağır ve dilsizdir.
Dahası, bu zulmü masum göstermek adına alçakça “savunma hakkı” ifadesini kullanabilmektedir. Bu nasıl bir vicdansızlıktır? Hangi demokratik düşünce böyle bir vahşeti haklı gösterebilir?
Meselenin en önemli ayrıntısı ise bu gün modern dünya soykırımlarının aktif alanı her ne hikmetse yine İslam coğrafyası olmasıdır. Tıpkı dün, ondan evvelki gün olduğu gibi. Ve haçlının bu Yahudi katliamları karşısında sus pus olma zihniyetinin izahı da ancak bununla mümkündür. Bu satırları yazarken kıyas yapma niyetim hiç yoktu. Ama birkaç gün içerisinde, zorla zapt edilen küçücük bir toprak parçası üzerinde en az on bir camimin yerle bir edilmesi başka nasıl izah edilebilirdi ki? Asırlarca haçlının yapamadığını siyonistlerin yaptığını görmek medeni batı(!) yı sadece memnun eder. Şimdiki gibi!
Bu zulme isyan eden ise sadece hep mazlumlar, ve Müslümanlar ise eğer, Müslüman aleminin hemen toparlanması ve gereken birliğin sağlanması lazımdır.
Emperyalist emellerle beslenen lokal bölünmelerin asıl sebebinin bu gün meydana gelen bu hadise ile dolaylı değil direkt bağlantısı olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Gerek etnik manada, gerekse inanç bağlamında yaşatılan bu bölünmelerin son bulması için GAZZE’de yaşatılan vahşetin bir son nokta noktası olması gerekir.
Çünkü yeryüzündeki tüm mazlumlar ancak ve ancak kardeştir!
Kargülü ALMILA