3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1640
Okunma

İnsanın maddî varlığının su, ateş, toprak ve hava olmak üzere dört unsurdan oluştuğunu biliriz. Ne var ki bu unsurlar basit değildir; dahası insan, yalnızca bunlardan ibaret de değildir. Onu diğer varlıklardan ayıran temel özelliği vardır: Kendini ve kâinatı görmesi, anlaması.
Eğer insan, bitki ve hayvan gibi sadece maddeden ibaret olsaydı, kâinatın sunduğuyla yetinir, verilenle iktifa ederdi. Oysa insanın akıl, zekâ ve irade gibi gayr-i maddî cevhere de sahip olduğunu kabul etmek zorundayız. İnsanı değerli kılan midesi değil; düşündükleri, yaptıkları ve sorumluluk bilincidir.
Kendi kendisi ve başkaları için anlaşılması güç, beden–ruh bileşimiyle renk renk insan tipleri vardır. İhtilâlci ve yıkıcı tipler yerine; mahrumiyet ve ıstıraplara rağmen yılmayan, kültür ve eğitime değer veren, okuyan—ve okumayı hayatının merkezine alan—insan olmalıdır.
Müspet münasebetler kuran; kalbini ve zekâsını birlikte kullanarak çevresine edindiği yüksek kültürle yön veren insan, halkın inançlarının manasını kavrar. Hoyratça yıkmak yerine, sakin ve sükûn dolu ışıkla aydınlatır. Sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla insanların maddî şartlarını inceler; değiştirmenin ve dönüştürmenin vasıtalarını keşfedecek bilgiye sahip olur. İçe dönük değil, dışa dönük; hakkı olanı talep eden, hakkı verip hakkı tesis eden duruş sergiler. Eşyaya ve hayvana benzer biçimde düşüncesiz ve iradesiz değildir; nefsinde olanın başkalarının nefsinde de bulunduğunu görebilecek basirete sahiptir. İşte bu insan tipi, en iyisi ve en haz verici olanıdır.
Mehmet Âkif’in mısrasında söylediği gibi: “Çiğner çiğnenir; hakkı tutar kaldırır.” Bunu başarabilen, Allah’a yakın olandır. Bizi zalim kılan ise, kendimizde olanı başkasında yok zannetmemizdir.