Hisseme düşen dünya (II)
Toprağın buharı burunlarını sıvayan birkaç ah u enin sırtları çimene, ruhları don-koynek kalmışçasına yayılırlar, yamaca. Onlar gönüllerini kirlenmiş esvap gibi yıkayıp çalı çırpı üzerine asmışlar, güneşin haznedarlığından ölü taklidi yaparak azami miktarda yararlanmaya çalışmaktadırlar. “Dünya yansa bir horum otu yanmayacak!” cinsinden muhabbet sarmalının cezbesine düşmüş, yelkenlerini hayal aleminin rüzgarları ile doldurup gaipteki bilinmezleri keşfe çıkmışlar adeta. Höt! Diyen olsa her şey bozulacak ama vaziyet hiçte öyle değil. Sanki tabiat ana bu fukarayı kucağına almış, henüz vermediği meyvelerin tadından emziriyor.
En yakın medeniyet bin ışık yılı uzaklıkta buraya! Süfli düşünceler ayak parmakları arasında biriken kirleri sadece. Göz bebeklerinde karanlık gecelerin umudu olan parlak bir yıldız var, yanıp yanıp sönüyor ve bütün mesafeler eşit yakınlıktan kavrıyor ferhundeliğin iklimini. Zihinlerinde arpalanmış at torbası olmayan seyyahlar, feleğin çemberinden meccanen seyahat ediyorlar. Camın önünde durmakla canana ne kadar yakın olunabiliyorsa o kadar yakınız cümlenin içerdiği asıl manaya. Bir çiy tanesi dokunur dilimize, dişlerimizin keman çaldığı elit ayazı hatıra alırız. Değil mi; Biz hep o çetin kış günlerinde bile ümidimizi yele vermez, inadına bahara kalırız.
Yazlık düşlerimi, aklımın bir köşesindeki gardıroba istifliyorum şimdilik. İrkilip nemli bir gölgenin serinliğinden şimşek kıvılcımları ile bütünleşerek, yaşlı bir ağacın kovuğuna yangın oluyorum ben. Yanmadan, tutuşmadan kabuk gövdesinden hayat bulan yeşil budaklar, yağmur çaresizliğe çare oluyor. Göğün çatlamış damarından akan sular, olukları boğup saçaklardan inip duvarları sıvazlayarak, yerde yarım kalmış aşılamaları ikmal ediyor. Yoktan var edenin görünmez işçileri, yivleri ve setleri en ince ayrıntısına kadar yeniden motifliyorlar. Sele kapılmak, içimden gelen arzu! Gövdesi atlastan bir varlıkmışçasına, taştan taşa vurarak yekunu, bir vadinin eteklerine takılıp kalıncaya dek sürüklenerek.,
Mistik bir rüyanın, hakikatin perdesine yansıttığı gölgeler, vicahiye çevrilmeye çalışılır, uyanmaya çok yakın zamanlarda. Debelenen köhneler tavandan toprak kurusu döker, dek durmazlığa hediye olarak. Usun heybesinde feragat hissi vardır, kayda değer her ne varsa tümünden. Ve magnezyum yutmuştur tin, öksürüklerinde ormanları tutuşturacak alev kusarak, ıslanmış çamaşır gibi yumuşak tenli bir sahile serilir, çamurlara belenir. İyi pişmemiş bir çiyliğin tadı, damağın aksanını almaya çalışırken, efsunlanmış bir doğa harikasının perçeminden tuttuğunu anlar. Nihayetin son perdesi oynanacaktır belki de, ihtiyatla yaklaştığı böğürtlen, kahkahalar atarak kaybolur kulaklarında.
İstiridye kabuklarında sabun köpükleri patlar. Vadinin çayırlığında yılkıdan özenle ayrılmış tımarlı, sadece yelesinden tutup çıplak binilecek, al doru ve kara yağız atlar. Bir yanı cehennem deresi, metrelerce mesafeden üzerine dökülür çağlayanlar, hayat bulamamış kerih fırsatlar ve kabahatler. Yüzümü güneşe döndüğümde, bütün kapılarını açar özlediğim, murat ettiğim, hasret koyduğum ki, içinde edibeleri olan, Âraf dan can bulan ebedi, sonsuz fırsatlar. Kırılınca, uyanacağım bir kıratlık düşüncenin fay hattı, düşlerimden ben..
Mehmet Sani Özel
02.05.2007