ÖMÜR DENEN
Köyde Başlangıç
Elli beş senesinde üzüm pekmezi yapımı zamanında Boyabat’ın (şimdi Saraydüzü ilçesine bağlı) Cumakayalı köyünde doğmuşum. Çocukluğuma dair hatırladıklarım pek azdır. Ama ilk gençlik yıllarımda hafızamdan silinmeyen fotoğraf da az değil. Ekonomik sebeplere sık sık öğretmen değişikliği de eklenince çalkantılı bir ilkokul tahsilim oldu. Ailenin ilk çocuğu oluşumdan sorumluluklar da vardı omzumda.
Babamın maddi durumu iyi değil. Köyde hayat zor, mal melal da az. Köy işleri zaten yorucu. Peki ne yapmalı? Herkesin yaptığını yapmalı. Herkes gibi babam da gurbete gider, oralarda yatılı yemekli bulduğu işte çalışır. Bir hastane olur ya da okulda, genelde temizlikle ilgili işler. Köy işi çok ağır ve yorucu, temizlik işi de hafif olduğundan, yeme içme de bolsa keyfe diyecek kalmaz. Köy yerinde çalışanlara göre çok da para biriktirilir. Bir de çoluk çocuk hasreti olmasa. Eş, çocuklar onu beklerken arada para gönderir eve. Gurbete çıkarken geride bıraktıkları artık köyün iyi geçimlileri arasına girer.
İstanbul
Bir taraftan da köyde yetişen çocuklar İstanbul gurbetine peyderpey çekilmektedir. Gelen oğul ya demirci ya da tamirci çırağı olacaktır. Eğer o işler zor geliyorsa lokantada bulaşıkçı, vs. Ekmek ve yatak iş yerindense, baba da biraz uyanıksa elde avuçtaki ile hemen bir arsa alınır. Derme çatma bir gecekondu yapılır. Buna güç yetmiyorsa kiralanır gecekondu. Sıra köyde geride kalan eş ve çocukları getirmeye İstanbul’a taşımaya gelir. Çocuklar küçükse, babayla beraber geçinmeye anne de katkıda bulunur. O da, temizliğe, gündeliğe gider. Alınan üç beş kuruş eve ocağa yatırılır. O yıllarda Anadolu’nun hangi köyünden gurbete gidilirse gidilsin üç aşağı beş yukarı çoğunun serüveni böyledir ama bizimki böyle olmadı. Babam gurbette bir ev sahibi olabilenlerden değildi ve annemi, kardeşlerimi İstanbul’a getirmemişti.
Altmışlı yılların sonu. Ben de geride beş kardeş bırakıp İstanbul’a babamın peşine gittim. Babam o zaman Kabataş Erkek Lisesinde hizmetli. Ben de birçok işer girdim çıktım. İlk olarak Dolapdere’de buzdolabı imalatçısı, aynı muhitte oto boyacısı, Aksaray’da pastane, Ortaköy’de ve Üsküdar’da lokanta, Büyükada’da otel derken üç beş yıl geçti. Bana hısım akrabanın yanında kalmak da çok zor geliyor. İstanbul dar geliyor. Peki ne yapmalı? Ankara’da halam var. Ankara’yı da mı denemem gerekiyordu ne!
Ankara
Bir sonbaharda Ankara’ya Halamın yanına gittim. Ankara, aynı serüvenin bir parçası oldu. Ankara Kızılay’da bir lokanta’da iş buldum. İş zor. Patron çok cimri. Satılan yemekler bozulmaya yüz tutmadan personele verilmiyor. Yumurtalı ıspanak hele bir kokacak, sonra personele öyle verilecek. Bozulmuş yumurtanın kokusunu çoğu kişi bilir. İş yerinin karşısında bir pastane vardı, adı da Üsküdar Pastanesi. Adını sevdiğim pastane, ne güzel bir ad! Üsküdar. Ben İstanbul’da sıkılmıştım ya; başka çareler arıyordum ya! Allah bana öyle bir ceza verdi ki: “Sen İstanbul’u sevmiyor musun? Al sana ceza olarak Ankara…” Hani Yahya Kemal’e sormuşlar: “Üstat, Ankara’nın nesini beğeniyorsun?” Cevap: “İstanbul’a dönmesini!”
O kış çok çetin geçti. Halamın evinde camekan gibi soba yakılmayan bir odanın sedirinde yatıyorum. Küçücük bir yorgan. Göğsüme çeksem ayaklarım açık, ayaklarımı örtsem göğsüm açık. Halama üç beş yardım da edemiyorum. Çocukları da küçük. Eniştemin köyden geleni gideni de bitmiyor. Ben de adamakıllı onlara yük oluyorum. Artık dayanılmaz olmaya başlamıştı. Tek tesellim o zamanki adı Ankara Yüksek Öğretmen Okulu, şimdiki Gazi’de amcamın oğlu bir ağabeyim. Daraldıkça ve öğrenci olaylarından fırsat buldukça onun yanına gidiyor, dertleşiyorum. O da olaylardan okulu bırakma aşamasına gelmiş. Öğretmen okulundan seçilerek gittiği için geri eski okuluna dönüp sınavlara girerek öğretmenliğe başlamak istiyor.
Mart ayı geldi. Ağabeyim beni karşısına aldı. Çektiğim çileyi bildiği için; “Haydi senle kalkıp köye gidelim. Ben ilkokul öğretmenliğine geçeceğim. Seni çalıştırırım. Öğretmen okulu sınavlarına girersin, kazanırsın. Okur, bu işlerden kurtulursun.”dedi. Ağabeyim, arkadaşlarıyla diyalogu, kılığı-kıyafeti, konuşması, davranışları ile özendiğim biri idi. Okursam onun gibi ben de kılığı kıyafeti düzgün, konuşması etkileyici biri olacak, çalıştığım lokantaların pis kokusundan kurtulacaktım. Kararı birlikte verdik.
Ankara’dan Boyabat’a araba gündüzün saat dört, dört buçuk gibi kalkıyordu eskiden. Ben akşam saatlerinde kaçtım işten. Ama otobüsün kalkış saatini kaçırmıştım. Artık kararım karardı. Bu Ankara’da daha bir saat bile kalmayıp, bir an önce köye varmalıydım. O akşam Kastamonu’ya otobüs buldum. Oraya kadar gittim. İstanbul’dan gelecek olan Boyabat otobüsünü bekleyecektim. Otobüsün gelmesine çok zaman olduğundan otelde sabahladım. Otobüs sabah geldi. Ben sağlıcakla köyüme ulaştım.
Köye dönüş
Ağabeyim birkaç gün sonra Göl İlköğretmen Okulunda işini bitirdi, köye geldi. Beni çalıştırmaya başladı. Öyle bir ders çalışma ki nereye gitsek ikimiz bir, ikiz gibi. Bu arada köy işlerinden de geri kalmıyoruz. Bir, bir buçuk ay sonra Ağabeyimin tayini Ankara’nın bir köyüne çıktı. O artık yolcu, gidecek. Ben ne olacağım diye kara kara düşünüyorum. Ağabeyimle ikimiz gideceğiz. Fakat ikimiz bilmediğimiz köylerde aç sefil kalırız diye, babam ikimizi göndermek istemiyor. Amcam iki evli. Babam bizim yanımızda yengemin de gitmesini istiyor. Amcamsa yengem köyde çok işe yaradığı için köyden bir kişinin gitmesini köy işlerinin aksaması olarak görüyor, yengemi göndermiyor. Amcam neredeyse işlerin iyi yürümesi için bir evlilik daha yapacak. Arada babama da kızıyor. “Sen bir hanımla kaldın, beceriksiz, şimdi bir hanım fazla olsaydı, onu katardık yanlarına” diyerek babama çıkışıyor.
Ağabeyim tek başına göreve gitti. Babam da beni Boyabat İnönü İlkokulu’nda açılan hazırlık kursuna yazdırdı. Ben de, yeni evli olan teyzemin yanına yerleştim. Öğretmen okulu sınavlarına kadar devam ettim.
Sınavları kazandım. Yıllar sonra hayalim gerçekleşiyordu. Benimle aynı okulu kazanan bir köylümle birlikte, bir tahta bavulla Kastamonu Göl Öğretmen Okulunda okumaya başlıyordum.
Kastamonu Göl Öğretmen Okulu
Öğretmen Okulu yıllarım çok başarılı gidiyordu. Kışları okulda, yazları ise turistik bölgelerde çalışıyordum. Çalıştığım işlerin bana kazandırdığı tecrübeyle derslerimin yanında sosyal yönümde kuvvetlenmişti. Okuldaki etkinliklere katılıyordum. Okulda eğitim öğretim de çok iyi idi. Öğretmen okullarında müzik, resim, beden eğitimi dersleri diğer derslerden çok daha önemsenirdi. Ben de resim ve müziğe ilgi duyuyordum. Beden eğitiminden derste yoklamada ben sorulurdum. Ben varsam yoklama alınmazdı neredeyse. Lise bölümünde edebiyatı çok sevdiğim halde fen bölümüne seçildim. Liseyi bitirmeden okul imkanlarından yararlanarak mandolin, gitar, keman, piyano, saz gibi müzik aletlerini az da olsa çalmayı öğrenmiştim. Okulda koro çalıştırıp, arkadaş ve öğretmenlerimize konser verdik. Ben müzik aletlerini çalarken arkadaşlarım bana bakar; “sen müzik öğretmeni ol” derlerdi. Birkaç öğretmenimin tavsiyesi ve özellikle bir bayan müzik öğretmenimizin okulda müzik dersinde bir kısım öğrencileri hep ikmale (bütünlemeye) bırakmasının da etkisi ile müzik bölümüne şartlanarak lise bitince yetenek sınavı ile İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Müzik bölümüne kayıt oldum.
Seksen Öncesi ve Yeniden İstanbul
Bu arada liseyi bitirince İstanbul Sümerbank Bölge Müdürlüğünde hesap memuru olarak devlet memurluğuna başlamıştım. Yazları turistik yerlerde çalışma bitti, devlet memurluğu başladı. Memurluk o kadar kolay geldi ki, işte hiç yorulmuyor, aksine boşta gibi oluyordum. Üç gün önce İstanbul Feneryolu’nda bir restorandın bütün işlerini yapıyor, garsonluk, mutfak işlerinden (salata, lahmacun ve pide malzemesi yapmama rağmen) aldığım para cep harçlığıydı. Günde iki çuval soğan soyuyorsun, sebze ayıklama … vesselam iş öğrenci için çok ağırdı. Bu işe bakarak memurluk çok rahattı.
Gündüz iş, gece okula gidiyorum. Gece geç vakit saat onbir, oniki gibi okuldan geliyorum. Sabah sekizde mesai başlıyor. Bölümüm müzik olduğu için iş yerinde bazı arkadaşlar gibi ders çalışma imkanım yok. Hafta sonlarında derslere daha çok çalışıyor liseden de aldığım müzik bilgilerimle de diğer arkadaşlardan aşağı kalmıyor, derslerim gayet iyi gidiyordu.
Yetmişli yılların ikinci yarısında öğrenci olaylarından bizim okulumuzda etkileniyordu. Milliyetçi Cepheler, Ecevit Hükümetleri... alıyor veriyor. Olaylar tırmandıkça tırmandırılıyor. Ecevit hükümetinin son gelişinde okulu kapattılar. Bir müddet sonra açtılar, fakat siyasi sebeplerden gece bölümlerini kapattılar. Benim gece bölümü kapanınca memurlukla okul çok zorlamaya başladı. En sonunda işten istifa etmek zorunda kaldım. Hafta sonları, arada derslerden boş kaldığımda pazarcılık, düğün salonlarında müzik, ne iş buldumsa yaparak böyle böyle son sınıfı da bitirdim. Fakat Eğitim Enstitüsünde son dönemdeki hayat çok berbat, sıkıntılı oldu; ne zaman serseri bir kurşun isabet edecek bilemeden serseri mayın gibi gittik, geldik. Okul okulluktan çıkmıştı. Bizim müzik bölümünde yüz yirmi civarında öğrenci eğitim öğretim görürken; bir anda müzik bölümü bile beş yüzü geçti. Her gün birileri okula geliyor, öğrenci olduğunu söylüyordu. Eline bir müzik aleti almadan çok kısa bir sürede okuldan gittiler. Onlardan bazılarına Anadolu’da öğretmen olarak rastladım.
Okul bitti, ‘12 Eylül Seksen ihtilali’ oldu. Biz fazla beklemeden 15 Kasım 1980’de kur’a ile öğretmenliğe atandık.
Milli Eğitim
O berbat dönemin peşinden, 12.12.1980 tarihinde Gaziantep İmam Hatip Lisesinde öğretmenliğe başladım. Gaziantep’teki değişik okullarda öğretmenliğin ardından 1985 yılında Amasya Suluova Lisesine tayinim çıktı. Beş yıl sonra 1990 da Merkez HEM ve Aso Müdürü olarak memleketim olan Sinop’a atandım. Bir öğretim yılı çalıştıktan sonra, mahkeme sonucu görevine dönen halef selefle yer değiştik. 12 Temmuz 1991 Cuma günü Sinop’un en yakın İlçesi Erfelek Halk Eğitim Merkezi’nde göreve başladım. 2003 yılına kadar görevimi sürdürdüm. Ekim 2003’te Sinop İl Milli Eğitim Şube Müdürlüğü görevine geçici görevle getirildim. 2005 te kadrom Sinop Eğitim Hizmetleri ve ASO Müdürlüğü’ne, orası Bakanlıkça kapatılınca 2006 yılında da Sinop Merkez Gelincik İlköğretim Okulu’na kadrom alındı. Şu an hala İl Milli Eğitim Müdürlüğünde şube Müdürü olarak görevime devam etmekteyim.
Evliyim, biri erkek biri kız iki evlat sahibiyim. En büyük hayalim bir köyde, bahçe içinde küçücük bir ev; bahçesinde çiçek, sebze, tavuk, kedi, köpek ve bilhassa iki kovan olsun arı.. Şehre hastalanınca inmek isterdim. Tabi bu yaştan sonra bu hayal ancak rüyada gerçekleşebilecek.
Şimdilik boş vakitlerimde edebiyatla ilgileniyorum. Arada dinlenmek için müzikle de iştigal ediyorum. Bazen bir konsere gittiğimde “Tamam, yarın çalışmalara başlıyorum” diyorum ama hala bir başlangıç olamadı. İnşallah kimsenin rahatsız olmayacağı sakin bir bahçeli kulübede..
Şiir denmez ama yine de kelimeleri sıralayıp, bir şeyler karalıyorum. Şiir okumayı ailecek sevdiğimizden o konuda meşgul olmamın önü kesilmiyor. Hele kızım bulduğu kitabı “Baba sen bir bak, yeni aldım, ya da arkadaşımın, senin için…” dediğinde ona çok seviniyorum. Onun sayesinde eski alışkanlıklarımı unutmuyorum.
Görevlerim sırasında birçok projenin yanında, halkoyunları, tiyatro, müzik, şiir konularında çalışmalar ve organizasyonlar yaptım. Meslek hayatım boyunca hiçbir iş yapmamış olsam bile; Necip Fazıl KISAKÜREK Yılı ve Mehmet Akif ERSOY Yılı ile ilgili öncülük ettiğim, bu şairlerimizin şiirlerini okuma yarışmalarının verdiği haz diğer yaptığım işlerin verdiği zevkin hepsinden fazla oldu.
Memuriyetim boyunca görevim esnasında özel sektör tecrübemden de gelme hep “müşteri memnuniyeti” gözettim. Empatiyi hiç bırakmadım. Kendime nasıl davranılmasını arzu ettiysem öyle davrandım. İnşallah yanılmamışımdır. Öğretmenlik hayatımda istediklerimi idareciliğimde bayağı zorlasam da uygulamaya çalıştım…
02.01.2009
YORUMLAR
öğretmenim ne tanıdık bir hikayeniz var...ve ne tanıdık düşleriniz...
doğaya kaçmak , hastalanınca şehre inmek...gülümsedim okurken...
eğitime hizmetleriniz çoktur , tevazunuz gibi...
sevgiyle kalın...
Menisa
Selam ve sağlıcakla.
GILS SIBRAN
Allah mutluluğunuzu daim etsin öğretmenim...
yazınız öğrenimle ile alakalı kısmını okuduğumda şunu farkettim. aslında o zamandan bu zamana değişen pek bir şey olmamış. ben de öğrenciyim halen sizin çektiğiniz zorlukları çekiyorum. ama bu azmim, kimseye el açtırmadan bana güzel bir gelecek getirir mi onu bilemiyorum işte. paylaşım için çok saolun