- 527 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 11
11]Aslında tüm bu tür efsane söylencenin temelinde, koşullanmış bir ruh halinin ezilmişliği, kendini ele vermektedir. Bu da savaş sonrası, saltanat ve hilafetin kaldırılması (ilgasıydı) travmasıdır. Hilafet ve saltanatçı çevrelerin, bekleyip ummadığı bir karşılaşmaydı. Duş etkisinde, bir şok sarsıntılarıydı. Eskinin ve eski olanın yeniye; yeni olana direnişiydi, bu olaydaki bu tür efsane söyleşilerin görmezden geldiği gerçek.
Düşününüz, konjonktürü kavrayamaz ve yönetemez bir yapınız vardı. Üstelik konjonktür değişmiş ve hızla değişmekteydi de. Siyasi coğrafyalar, dış siyasetler de oldukça ve bambaşka biçimde değişmişti. Ama bunu anlayamayan bilemeyen bir yönetim başta kalacaktı! Olası mıydı? Elbette ki olamayacaktı.
Temel de olup biten, bu güncel süredurumlu değişme ile değişime direnen, değişmeyle zorlukları olan siyaset ve yöneticilerin, kendi öznel sarsıntılarını, konjonktüre yansıtır olmalarının açmazı idi. Kendi davranmasını, kendisine özenle belletilenlerin dışına çıkıp da yapamıyorlardı. Nerede ise siyasetlerin günlük belirlendiği ortamda hayli yaya kalınıyordu. Kendilerini, bir çember içinde davranır kılar oluşun sınırlılıkları ile belirleyen birçok insanlar, kendi kısır döngülerinin, heyecan ve tefahür (övünme) tutumlarını ortaya koyuyorlardı.
Normal halktan olup da, üreten ve sefalet içindeki bir yığın kitlenin, saltanat ve hilafet, umurunda bile değildi. Halkın, yapısal eğilim saltanatçı da olsa; halk, böyle bir sorunu kimse kaşımadıkça, istiskale uğratmadıkça, saltanat ve hilafeti umur edinip umurunu duymuyorlardı. Böyle bir kaygıları yoktu. Sırf halkın saltanatı, din iman sanışlarıyla saltanatı savunuyorlardı daha ziyade. lmiye sınıfının halk üzerindeki hileci ve teşvikkâr bilinçlendirmesinin sonucudur bu!
Yönetim ve jurnalcileri ve ilmiye sınıfından olan şeyhülislamları, hilafetçi baskılarıyla halk kesimlerini çokça harekete geçirmeye çalışıyorlardı. Halkı, okuma yazmadan aciz bırakılmıştılar. Büyük bir kesimi, kendi muhit ve çevresinin, 30- 40 km dışını bilip, anlamaz bir sınırlı yetenek içinde tutulmaktaydılar. Batıl düşünce ve hurafe ile serseme çevrilmiştiler. Her olay olgu ve adımı bu mantığa kıyaslıyorlardı.
Bu muktedir ve devletin her şeyi ile üzerine temellendiği saygın kitle olan insan yapı, aslında bu değişmelerden ötürü, ’eski ile bağım koptu’ gibisine bir çıkarsama ile travma tiklik içinde olanın semptomlarını göstermiyorlardı. Bu gibi entrikaların, dışında idiler. Günlük çare üretemeyen siyaset, fitnelerle, bu değişmeye değin olası semptomları artırarak sendromlar yaratmanın tüm öznelliğine sarılacaklardı.
Bu tutumlar gide gide, kişi ve kişilerin bedhahlığı, kin ve garazları, farkında olmadan yeğler oluşları olacaktı. Bu eski gidişte, çıkarcı ve kışkırtıcı kesimin içinde çok büyük bir kısımla ilmiye sınıfı vardı. Fitne ve fesadın kaynağı idi. Kurtuluş Savaş’ı sonrasında da, bu sınıf olayların muhasebesinden, nifak çıkaracaktılar. Nesnel, objektif, çağdaş ve bilimsel tabanla; olay ve olgulara bakma ve yorumlama hassası içinde olamayan, halka en yakın olan, halkla iç içe olan, güya halkın aydınlanma unsurlarından olan çoğu ilmiye sınıfı kesimleri, gelenekçi formasyonlarıyla hiç de güncel değillerdi.
Ki bu ilmiye sınıfı (din hizmetleri sınıfı) hala da, Kurtuluş Savaşına ve devrimlere gidişteki, kaçınılmaz olan, kimi yol kazalarını, iştahla istismar etmektedirler. Bu yol kazaları, her türden ve her zaman için her yerde, her gelişme ve değişmeler içinde olması gereken, zorunlu hallerdir. Bu gelişmenin özü ve kendisini olgunlaştırmasına değin çelişmeleridir.
Çünkü değişme ve gelişmelerin her tür yansımalarını siz bir kes deneyim edinmedikçe, daima bilinmez yansımalar oluşlarıyla, hatalarınızla süreçleşecektir. Ki kişisel zaaf, yanılgı ve yanıltmalar da buna ister istemez eklenirler. Aslında bu yanılmalar, gelişmeler sonrasının sizlere ders olacak bir muhasebesel deneyimleridirler.
Ama bu çıkarcı gruplar tarafından bu deneyimler kasti olaraktan, yanlış amaçlı yorumlarla, kendilerine destek yapacaktılar. Hem de düşünce adamı olarak, hem de kanaatini söylüyor olarak, hem de fikir özgürlüğünü savunur olarak bu ziyanı ve fesadı yayacaktılar. İstiklal Savaş’ı yıllarındaki o gün takınılan yolun davranışlarını; bu günkü gelişme ve ilişkileşmeleri anlamanın araç ve yöntemleri olamaması gerçekliğini, bu günkü değer yargılarıyla ölçerek, yanıltmanın oluşturduğu öznelci kırılmaları istismar etmektedirler.
Bu mikyasta (ölçekte)ki çıkaracağı sonuçlar, genelin çıkarları ile ilişkili ve pozitif oluşlarla kabul edilir değildi. Kendi anlayışını destekler, kendi anlayışını onaylar, bir halmiş gibisinden oluşturmalarlan ona yapılan yanlış tutumlarmış gibi yaklaşımlarla değerlendirilip, bu şekilde gösterilecektiler. Bu ruhla olmuş yanlışlarla ve eksik uygulamalardan, kendisini haklı kılacak, anlama ve söylemelere gidecekti. Bu kendi kendini ikna edişin hipnozudur. Kabullenemedikleri ve havsalalarının almadığı konjonktür ilerlemesini, kendi batıl toplumsal davranışlarına bahane yapacaktılar.
Asıl nedenleri, kendilerinin uyumsuzluk ve adaptasyon sorunları olduğunu unutup, unutturmaktı. Kurtuluş Savaşı’na değin, kendi mantıklarınca kurgulaştırılarak, kendi mantıklarınca yanlışlaşmaya götürülecekti. Böylesi san ışılan bir eksenle yola çıkıp, yanlış yere varıldığını söyleme cüret ve gafletini gösterecektiler.
Hâlbuki saltanat ve hilafet kilitlenmiş, işgali himaye eden bir tutumdu. Vatanı kurtaramazdı. Kimsenin de yararına bir yaşamsallık sağlamazdı. Saltanatça kurtarılışa değin gerçeklikle ilgisi olmayan tasarılar, sui zanlardır. Aslolan vatandı. Kurtuluştan sonraki aşamada, vatan üstüne tasarrufun ikamesi, hem akli olaraktan ve hem de haklı olaraktan, kurucu iradede olacaktı. Kurucu irade, saltanat ve hilafeti değil, bağımsızlık savaşını veren, bağımsızlık felsefesinedeğin, halka ait kudretin eseriydi.
Sürecek
Bayram KAYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.