- 1456 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Katliamcı Bir Ermeni'nin Anıları
Artık köyü terk etmenin zamanı gelmişti. Köyde tüm anlar donmuş, pınar akışını iyice ağırlaştırmıştı. Köyün pınarı artık daha da katılaşmış, daha da tok bir sesle akıyordu. Su, akıyordu; ama daha koyu, daha katı akıyordu... Atlarımızın toynaklarının vurduğu toprakta bile bu tokluk vardı. O toprağın derinliklerine işlemiş kültürümüzle binlerce yıldır o toprağa atlarımızın toynakları vurmuştu; ayrıldığımız bu köyle birlikte binlerce yıl daha o köyde kalacağımızı düşünmekten kendimi alamıyordum. Bu şekilde çıktığımız her köyde bu hislerimin beni daha da perçinlendiğini hissediyordum. Yola 20 kişi çıkmıştık, 20 kişi devam ediyorduk. Öyleyse biz çok güçlüydük... Bizim keşişin dediği gibi: “Sen yeter ki kılıcını savur, onlar kellelerini kılıcının ucuna atarlar!”. Gerçekten de öyle olmuştu; biz kılıçlarımızı savurduk, onlar da kellelerini kılıçlarımızın ucuna uzattılar. Hele bir köyde “Rus’un topu batağa saplanmış, çıkarmak için 10 kişi verin kirve” deyince nasıl da bize güvenip on genç delikanlıyı vermişlerdi. Bu yalana inanıp çocukları bize teslim ederken “kirve gençlerimizi Rus’a teslim etmeyin, emanetimizi aldınız, geriye de sağlam getirin he mi?” demişlerdi. Bize o kadar güveniyorlardı, emanetlerine hıyanet etmeyeceğimizden o kadar emindiler ki... Ama ne fayda bizim bu topraklardaki kullanım hakkımız da çok olmalıydı, onun için de kurduğumuz tuzağa düşen o gençleri boğazlamalıydık; öyle de oldu... Hele köyün muhtarının cami önünde bu on delikanlının kellelerini gördüğündeki suratının halini hiç unutamam…
Neredeyse ondan fazla köyden bu ve benzeri izleri bırakarak geçmiştik, yorgunduk. Akşam birbirimize anlatacak çok şeyimiz vardı. Hele Antranik’e anlatacaklarımız; bunun karşılığında da alacağımız köy arazileri... İşte! Biz bu işi niye yapıyorduk... Neyse şu önümüzdeki Rum Köyünde biraz dinlensek ne güzel olur. Ne de olsa onlar da Hıristiyan. Bizden insanlar...
Kars’ın Kağızman ilçesinin Çilehane Köyüne girdik. Bütün ahali bizi karşılamak için meydana toplanmıştı. Köyün Papazı bizleri karşıladı “Merdinkes ahbir…*” diyerek merhabalaştım papazla. Hürmette hiç kusur etmediler. Bizi çok iyi ağırladılar. Papaz bizim için üstelik bir de tosun kesti. Çok yorulmuştuk, yedik, içtik. Sıra sohbete gelmişti. Ondan sonra da bir güzel uyku çeker, yeniden ileride bize kalacak köyleri, ziyaret eder, Müslüman nefesleriyle aynı havayı teneffüs etmemek üzere temizlik yapar, oralardan kendimize arazi beğenirdik...
Neyse çaylarımız geldi. Ne güzeldi. Çilehane’nin suyuyla pişen çay da ne güzel olurmuş. Methini çok duymuştum da şimdi içmek nasip oldu. Bizim canfedaların keyfi her zamanki gibi yerindeydi, her şey ne güzel oluyordu. Her şey bizden taraftaydı. Güzellikler, keyifler, gelecek bizden yanaydı. Her istediğimiz oluyordu. Geçtiğimiz her köyde geleceğimizi güçlendiriyorduk. Akan Müslüman kanları, geleceğimizi aydınlatıyordu. En son çıktığımız Yalnızağaç Köyündeki pınarın sesinin tok çıkmasına akan kanlar; atlarımızın toynaklarının, topraktan tok ses çıkarmasına da Türkmenlerin cansız bedenleri sebepti.
Çaylarımızı yudumlamıştık. Rum Papazı sözü aldı: “Türk Askeri geliyor! Üç günlük yoldalar, iki güne kalmaz gelirler. Yapmayın, etmeyin, Müslümanlara yaptıklarınızın hesabını sorarlar...” Papazın sözleri devam ediyordu. Muhtemelen kınıyordu bizi, ama duymuyordum onu ve söylediklerini. Elim bir an tüfeğime gitti. Papaz birden kesti sesini. Daha bir saat önce kendimize memleket yarattığımızı düşünürken, bu papaz da ne diyordu böyle; ama ona onun evinde bir şey yapacak değildim, köprünün öbür yanında olsaydık, papaz görürdü gününü ama ne yaparsın. Türk askeri geliyorsa o zaman gelin bize katılın, dedim. Papaz size ortak mı olalım, yaptığınız katliamlara ortak mı olalım, öldürdüğünüz Türk bebeklerinin günahına bizi ortak mı etmek istiyorsunuz, diyerek hiddetle karşı çıktı. Artık onu evinde öldüremeyeceğimden emindi; verip veriştiriyordu. Her şeye katlandım ama “biz yarın bu köyü boşaltıp, Yunanistan’a gidiyoruz deyince kendimi tutamadım. Bize destek olacağı yerde bizi terk edeceğini söylüyordu. Üstelik bizi katillikle suçluyordu; biz kendimize bir ülke yaratıyorduk, o ise bizi katillikle suçluyordu.
Antranik’e haber gönderdim. Antranik’ten papazı ikna etmem için haber geldi. Ancak papazı bir türlü ikna edememiştim.
Sabah uyandık. Ben de korkmuştum, papaz Türk askeri geliyor deyince. Demek ki Türkleri korkutmak için daha sert olmalıydık; daha zalim olmalıydık ki Türkler gelip, bunları gördükçe bizden korksunlar, elleri ayakları titresindi.
Bütün Çilehaneli Rumlar toparlanmış, yüklerini kağnılara bindirmişlerdi. Onların hepsini gören bir tümsekte sandalyede oturuyor, çayımı içiyordum. Bir taraftan da onlara gülüyordum. Bir daha gelirseniz bu evlerde Ermenilerin oturacağını unutmayın, diyerek gülüyordum onlara. Kimse yüzüme bile bakmadı, sanki benim bu sözlerimi hiç önemsemiyorlardı. Sanki zaten gelmeyeceğiz diyorlardı, diye düşünürken iki öküzlü bir kağnıda kiliselerinin büyük çanını görünce inandım. Onlar bir daha gelmeyeceklerdi. Rumlar gidiyorlardı... Bizim gibi Hıristiyanları yalnız bırakıyorlardı, yok Türkler gelince Ermenilerin yaptıklarına Rumları da ortak ederlermiş de; yok Rumlar’dan da bunun hesabını sorarlarmış da... Amaaan bunların hepsi palavra, Türkler buraya gelemeyecekler, asla gelemeyecekler! Gelecek olsalar, çoktan burada olmaları gerekirdi. 20 tane canfedamla on Müslüman köyünü yaktım yıktım, bir tane kurşun bile atamadılar. Bu nasıl Türk askeri ki hala yaptıklarımı duyamasınlar. Şu papazın yaptığına bakın hele. Biz ülke yaratıyoruz, dindaşlarımız bizi katliamla suçluyorlardı.
Onları defalarca kez uyardım, tehdit ettim, silahımla kaç kez havaya ateş ettim; ama beni kimse dinlemedi.
Kilisenin çanı gitti, onlar da gittiler...
Aradan haftalar geçti.
Bir gün, beyaz atları üstünde; albayraklı, kalpaklı Türk süvarileri geldi. Kılıçlarını, bizim gibi savurmuyorlardı. Atlarının toynaklarını, toprak gibi toprağa vuruyorlardı. Bu toprağın sahipleri, bu toprağa sahiplenmeye gelmişlerdi. Gördükleri boğazlanmış, elleri ayakları kesilmiş, yakılmış, ağaçlara asılmış, iç organları duvarlara çivilenmiş müslüman gençlerin, kadınların, çocukların, yaşlıların cesetlerinden hiç irkilmemişçesine cesurca dizginliyorlardı atlarını…
En önde giden delikanlının elindeki albayrağın hikayesini hatırladıkça hala titriyorum. O bayrağın rengi; zaten benim de akıttığım Türklerin kanlarının rengiydi. Ben katlettikçe onların bayraklarının rengi daha bir kızıl olmuştu. Ovalardan, tepelerden, mağaralardan, dağlardan, sulardan akın akın geçiyorlardı. Onlar atlarını dizginledikçe; kuşlar daha bir sevinçle ötüyor, sular daha bir coşkun akıyor, dağlar daha bir gür ses veriyor, çimen çiçek daha coşkun kokularını salıyor, doğa sanki yeniden doğmuşçasına daha da coşuyordu. İki gün önce bizim de geçtiğimiz yollar; bu kez onların geçişinde daha bir coşkunlukla parıldıyordu. Oysa iki gün önce biz de o yollardan geçmiştik, tüm gam ve kasvetle… Bize gam ve kasvet ikram eden doğa; Türk süvarilerine bütün coşkunluğunu sunuyordu….
Biz de gittik...
Çilahane Deresinin suyu artık su gibi akıyordu, Yalnızağaç’ın pınarları artık su gibi ses veriyordu, çünkü biz de gitmiştik.
Dönmedik, dönmeyeceğiz. Kars’taki keşişin;, bir camîye doldurup, kılıçtan geçirdiğimiz Müslümanların cesedi başında elinde kutsal kitap İncil’le “Müslümanların çığlıklarının hesabını Tanrı sizden soracaktır” dediği gibi, Tanrı hesabını sordu. Dönmeyeceğiz, çünkü dönersek kanlarını döktüğüm, çığlıklarını duyduğum, yanmış etlerinin kokusunu duyduğum Müslümanların kanları topraktan fışkıracaktır. Çünkü dönersek. kapı eşiklerinde, duvar diplerinde katlettiğim Müslümanların kanları aklıma gelecektir. Çünkü o müslümanı katlettiğim eşikten geçemeyeceğim, çünkü karnını yararak çıkardığım bebeğini memesine verdiğim Türk kadınını boğazladığım duvarın üstüne bir taş daha dikemeyeceğim. Çünkü o Müslümanların kanını akıttıkça, aslında o memleketi biz onlara teslim etmiştik. Bu yüzden dönmemeliyiz...
(*) Merdinkes ahbir: Merhaba kardeş.Kaynak: MUSTAFA TURAN; Köy Enstitülü, Kağızman 29/10/1923 doğumlu, 24/09/2007 yılında Ankara’da Hakk’a yürüdü. Kars’ına, Kağızman’ına, Camuşlu’suna hizmet etti. On kardeşi ve sülalesi için elinden geleni yaptı. Bknz: Maksut Turan, www.edebiyatdefteri.com., "BİR MUSTAFA TURAN GEÇMİŞTİ BU DÜNYADAN" isimli deneme yazısı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.