- 526 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HİÇİN KISIR ÇÖLÜNDEKİ SAVAŞ
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde asistan olan Adalet; O gece sabaha kadar hazırladığı tezin son rötuşlarını yapmıştı ki televizyon Gazze’deki yapılan saldırıların dehşet verici görüntülerini gösteriyordu. Tezinin konusu ile çakışan görüntüler!.. İçi ürperdi. Elindeki tezine baktı orada da yine üçüncü dünya ülkelerindeki çıkan bir savaşta doktora tezini hazırlayan Barış adlı bir genç savaşı anlatıyordu. Adalet tezinin çok ses getireceğini hocasının çok beğeneceğini özellikle böyle bir ortamla çakışmasından memnunluk duydu ama birden de kendisinden iğrendi böyle görüntülerden medet ummak!... İnsanoğlu ne garip bir yaratık Tanrım diye düşündü. Televizyonda tüm dünya ülkelerinin başbakanları barış elçiliğine soyunmuşlardı.Tezini okumaya başladı.
‘Sana sesleniyorum!.. Savaşan amca; Barışın Ekmeği adını koyduğum bu doktora tezindeki başarıda benim ekmeğimi kazanma başlangıcım olacak, sesimi iyi duymanı istiyorum. Adım Barış bu ülkede erkeklere Savaş, Barış kızlara da Sulhiye adını koyarlar. Zıtlıkların birbirini çektiği gibi içimde de savaş var. Barışı hiç görmedim ben. Ülkemde, dünyada, içimde hep savaş halinde. Öldürenle öldürülenin ilk karşılaştıklarında mı başlıyor barış?…. kimin katil, kimin masum olacağı son ana kadar belli mi?... O zaman öldürmekle kendi canını kurtarmış olmuyor mu insan? O zaman barışık olabilmek ne kadar zor !...canımı kurtarmak için, yaşamak için, kazanmak için, öyleyse öldürmeli miyim?... Öldürmezsem yaşayamazdım ama, yaşamayı sürdürüp sürdürmeyeceğimde belli değil!... dolayısıyla canımı kurtarmamış da olabilirim!.. Yani ölebilirimde! Kaybedebilirimde. Herkesin doğasında olan bir güdü değil mi? Öldürmek!... Aklımız duygularımız hep bu öldürme güdüsünü maskelemek ve ötelemekle uğraşmıyor mu?... yaşamak için gerekli olan bu değimli?... insan yalnızca ölmek için değil ölmeden önce mümkün olduğunca öldürmek için doğuyorsa eğer, doğarken hiç bilincine varmadan çektiğimiz acılar, ölmek kadar öldürmeyi de zorunlu kılıyorsa ben suçsuz değilmiyim? Doğanın gereklerini yerine getirmiş olmam mı!…sadece suçum!...
Savaşan amca; savaşmaya kararı nasıl veriyorsun?... Öyle göründüğü kadar kolay değil?... Yaratmak! gibi bir şey.. yok etmekte!... Umutsuzluğundan mı yapıyorsun savaşı. Yaratmak umudu içeriyor. Yaratmakla insan silkiniyor, dalgınlığını atıyor üstünden yaşama bağlanıyor, yani bir umut var her şeyde. Sizinde bizim ülkemize göz dikmeniz umutsuzluğunuzdan mı? Kaynaklarınızın biteceğinden mi korkuyorsunuz. Barış için yaptık. Tüm dünyaya demokrasi getireceğiz diyorsunuz.
Barışın ekmeği adalet değil mi?... Bu ekmek bu sıralar hiç satılmıyor dünyada ve ülkemizde. Ne zaman bollaşacak bu ekmek?... Tadına doyum olmaz diyorlar ama hiç tatmadık!.. Dünyada bu ekmekten hiç yok yani kıtlık var dünyada!... Dünyadaki ekonomik krizde bu değil mi? Mademki bu ekmek bu kadar önemli onu kim pişirecek? Söyleyin… ülkemde mi?... diğer ülkelerde mi pişecek bu ekmek?... Öyleyse sesleniyorum tüm savaşan amcalara ‘Bol, pişkin, verimli pişirin ve adaletli dağıtın bu ekmeği de bizde yiyelim.
Batı savaşları barış ve özgürlük adına yaptığını söylüyor amma bence kapitalizm ve emperyalizm uğruna yapıyor, kendi karmaşıklığını örtmek için bize üçüncü dünya ülkeleri,azgelişmiş ülkeler adını takıyor. Şu sıra her yola baş vurarak çoğu kez silah zoruyla engel oluyor bizim gibi ülkelerin sanayi devrimi yapmasına. Böylece az gelişmiş ülkelerin geri kalmışlığına değil, aslında geri bırakılmışlığından bahsetmeliler, dünyaya Müslümanlığın gelişmeyi engellediğini söyleyen yorumlarda bulunuyorlar birde utanmadan!... Batı sömürgeciliği genellikle doğal zenginliklerin ve doğal madenlerin talan edilmesine dayanıyor. Ülkelerde yatırım yapmadan ham madde ve Pazar imparatorluğu kuruyorlar yani belli madenlerin üretimi konusunda elde tutulan gizli formülü ‘patent hakkı’ biçiminde az gelişmiş ülkelere satıyorlar.
Dünyanın varlıklı ve yoksul ülkeleri arasında ki uçurum her yıl biraz daha büyüyor.!...sana sesleniyorum !...Savaşan amca;Bu durumu değiştirecek bir çare var mıdır?...
Bir aldatmaca ve tuzak olan mevcut yardım sistemleri ile uçurumun değiştirilmesinde imkan olmadığını artık bende biliyorum. Artık bizim ülkemizde de gençler tüm şartlara rağmen okuyorlar. Beyin göçleri de var artık ülkemizden tüm batıya. Dünya savaş halindeki bizim gibi ülkelere biliyorum yardıma koşacak. Ama biz o yardımdan yararlanamayacağız dış yardımlardan en büyük çıkar sağlayanlar yönetici üst sınıflarıdır. Bu sınıfları o ülkelerdeki daha önce egemen olan yabancı güçler tarafından kendi isteklerine kolayca uyacakları için güvenilerek bu yere getirildiler.Tüketim düzeyleri toplumun öteki sınıflarının çok üstünde. Gelişmiş ülkelerden modern teknolojiyi bize getirirler buda ekonomik bozulmayı ve yeni bir ekonomik sömürgeleştirmeyi getirdi. Silahlara harcanan milyonlarca para!... sözde silahlarla ülkemizde barışı sağlayacağız ben doğduğum günden beri savaşıyoruz!... ölüyoruz!.. Bizim değil onların ekonomileri kazanıyor!.. biz sadece ölüyoruz. Neden bunca yıl savaştığımız halde barış gelmiyor?... Öldüğümüz demi silahlara veda edeceğiz Savaşan amca!..
Doğduğum ülke bombalarla koca yanardağlara dönüştü. Gelin görün sokaklar kan,insanların düşlerinden, ağaçların yapraklarından kan akıyor. Evlerden kardeş!... kardeş!... diyen ateşli sesler geliyor. Bombalardaki közler insanları dağlayarak gökten ve topraktan çıkıyorlar. Bebekleri öldürmek için geliyorlar. Yıkılmış evlerin içinde saklanıyoruz. Kültürel mirasımız yok ediliyor!... Babil!in Asma Bahçeleri yetmedi şimdide kutsal yerler mi?. Talanınız! Bilmiyor musunuz?... ‘Biz halkız ,yeniden doğarız, ölümlerde’ diyen şairlerde az gelişmiş ülkelerde yaşadılar ve öldüler.
Barıştan hiç söz açmıyorsun Savaşan amca. Sözlerim size ve bizi yönetenlere, seçtiklerimize, onların atadıklarına bize hizmet etmeleri için ekmeğini, suyunu verdiğimiz ama bir türlü kime ve neye hizmet ettiklerini bilemediklerimize.
Barış olması için savaşın bitmesi gerek öylemi!... Kendisinden başka herkesi haklı bulan insan nerde? Böyle insanlar kavga eder savaşır mı hiç?... Bu insanların yaşadığı ülke hangisi?... yoksa eski zamanlardaki tanrıların yaşadığı çağ mı?... İyi insanların yani gerçekten insan olanların yaşadığı yerde olur barış!... İnsan olmayan başkalarının hürriyetine karışabilir!... Madem hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emrediyor. Bizde hayatta hepi elde etmek için hiçin kısır çölünde yaşamayı mı? Tercih etmeliyiz. Nasıl olsa evimizi kaybetmiştik. Evimiz hayatımızdı. Hayatın orada toplandığına inanmıştık. Orası birikmiş ayrılıkların, üst üste yığılmış ölümlerin hatıra ve unutulmaların odalarıyla dolu idiler. Yaşayanlar bile orada kendi çocuklarının ilk gençliklerinin ölümünü seyrediyordu..
Bence insanoğlu iradesizliği yüzünden savaşıyordu. Belki bizi öldürecek yüzlerce hastalık ve tabiat olayı olduğu halde biz kendi kendimizin cehennemini yaşıyorduk. Savaşmak bizim için isteğimize erişme sevinciyle kaybetme korkusunun beraberce vücuda getirdikleri acayip, karışık, sevinçli ve korku ile dolu bir durumdu. Ne garip ki savaşın elinde kukla gibiydik. O bizi istediği noktaya getiriyor ve orada bırakıyordu. Biz o zaman sanki evvelden rolümüzü ezberlemiş gibi oyun oynuyorduk. İçimde ona karşı hiddet, kin, isyan ve hayranlık birbirine karışıyordu. Pazarlık edemiyordun!.. Kumar masasına benziyordu. Bu masada biride binide kazanan hep aynı şeylerin üzerinde sonuna kadar kaybetmek üzere oynuyordu. Benim kızdığım büyük paraları kaybetmek değil!..Ama nedense birileri hep kazanıyor!...hem de sürekli!... Onlar benden daha mı şanslılar?
Merak ettiğim Kontrolün kimde olduğu!...idi.
31.12.2008
Nezihe ALTUĞ
YORUMLAR
KAPİTALİZM VAHŞİ OLARAK YAŞANIYOR EHLİLEŞMEK DOĞASINDA YOKKİ HEP VER VERMESSEN ALIRIM SİLAH SANAYİ İLAÇ SANAYİ VURUYOR ONARMAYA ÇALIŞIYOR GERİ KALMIŞLIK KAN DENİZİNDE DEBELENİP DURUYOR . BU GÜZEL ANLATIMIN İÇİN SENİ YÜREKTEN KUTLUYORUM ÇOK GÜNCEL BİR TEMA YAKALAMIŞSIN TEBRİKLER