Omzundan askıya asılmış adam üzgünmüş!
Türkiye’de son bir haftada yaşananları, bir İsveçli hayatı boyunca yaşamamıştır. Bir Alman, bir Norveçli bir haftada bizim yaşadıklarımızın onda birini yaşasa, feleği şaşar, başı döner.
Geçen haftaya kadar, iktidar partisinin belirleyeceği cumhurbaşkanı adayının üçüncü tur oylamada seçileceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Onun için aylardır tüm Türkiye, Başbakan’ın açıklayacağı isme kilitlenmişti. Sonunda Başbakan; cumhurbaşkanı adaylarının Abdullah Gül olduğunu açıkladı; partinin gurup toplantısında duygulu anlar yaşandı; ağlayanlar, ayakta alkışlayanlar, sevinçten yerinden fırlayanlar… Herkes sıraya girdi bir bir hem başbakanı, hem cumhurbaşkanı adayını kutladı.
Meclis Başkanı, “184 üyeyle oturumu açarım” dedi, muhalefet “367 şart” diye direndi. Son sözü Yüksek Mahkeme söyledi; tüm hesaplar alt üst oldu.
Bir anda Silahlı Kuvvetler’den yenir yutulur cinsten olmayan bir açıklama geldi; herkes şoke oldu; başbakan açtı telefonu “keşke önceden haberimiz olsaydı” deyip teessüflerini bildirdi ama yakın çalışma arkadaşları da yiğitliği elden bırakmayıp “Asker bize bağlıdır” demekten de geri kalmadı.
Yüksek Mahkeme’nin kararını açıklamasıyla birlikte tüm siyasiler erken seçim demeye başladı. Bugüne kadar muhalefetten bir çok kesimin istediği “cumhurbaşkanını halk seçsin” isteği, bu defa iktidardan geldi. 4.5 yıldır “seçim zamanında yapılacak” diyen ve “cumhurbaşkanını AKP seçer” diye kimseleri kaale almayan iktidar, 180 derece çark ederek, bu görüşleri herkesten önce ve herkesten hararetli savunur oldu.
14 Nisan Ankara mitinginden sonra, 29 Nisan’da İstanbul’da toplanan milyonlarca kişinin sesi, tüm Dünyada büyük yankı buldu. Tarihin en büyük kalabalıkları arasında gösterilen İstanbul mitingi, hem siyasileri, hem diğer tüm organları şiddetle salladı.
Bir sendika “1 Mayıs İşçi Bayramı’nın Taksim’de kutlarız” dedi. Yetkililer “kutlayamazsınız” diye meydan okudu.
Görülmemiş polisiye önlemler alındı, göstericileri Taksim’e sokmamak için. Yetmedi, yüzlerce yol, trafiğe kapatıldı. Duyurulmadığı halde, köprüler kapatılıp, İstanbul’da hayat felce uğratıldı.
Bundan birkaç yıl önce yine İstanbul’daki 1 Mayıs kutlamalarında olaylar çıkmış, sokaklar ateşe verilmiş, otomobiller, işyerleri saldırıya uğramıştı. O görüntüleri televizyonlardan izlerken, 15 yaşlarında 10-15 kişilik bir gurubun rasgele sağa sola saldırdıklarını, çevrede ne varsa yakıp yıktıklarını görmüştük. Hatta bir çocuğun, bir banka önündeki çiçekleri hınçla söküp söküp sağa sola fırlattıklarına tanık olmuştuk. Ben o zamanlar yazmıştım “bu çocuğunki nasıl bir psikoloji? Onca çiçeği söküp atarken, kimden intikam alıyor. Böyle bir kin olur mu bir insanda?” diye.
Benzer görüntüleri bu 1 Mayıs’ta da yaşadık. Ama bu defa sadece göstericilerden değil, polisten… Yine sormak lâzım, kargaşada yere düşen bir genç kızı iki polis yakalayıp ayaklarıyla üzerine basıp kontrol altında tutarken, bir başka polisin uzaktan koşarak gelip tüm gücüyle kızın suratına tekme atması nasıl bir psikolojinin ürünü? Ağzı burnu kan içinde yaralı biçimde, kaçamadığı için kaldırımda yığılıp kalmış bir genci kolundan tutup gözaltına almak varken, coplarla, tekmelerle dövüp saçlarından sürüklemek, nasıl bir insanlık anlayışının sonucu?
Olayların yaşandığı sıralarda işine giden devlet memurunun terörist, işyerini açmaya giden esnafın vatan haini, görevine giden gazetecinin potansiyel suçlu muamelesi görmesi, nasıl bir devlet yönetme zihniyeti?
Kebapçıda eşiyle birlikte yemek yiyen 60 yayındaki vatandaşa bir kahraman edasıyla tokat vuran polisin davranışı, nasıl bir psikolojik vaka?
Ve… Omzundan askıya asılmış gibi duran ve kimse anlamasın diye acele acele konuşan bir adam çıkıp, olanlardan üzgün olduğunu ve yemek yiyen adama tokat adan memur hakkında soruşturma açtıracağını söylüyor… Pes yani… Gösterici sayısının iki katı kadar polisle olay yerinde ol, buna rağmen yolları, köprüleri kapat, 15 milyon insana cehennem azabı yaşat, göstericiyle yoldan geçeni veya yemek yiyeni ayıramıyormuş gibi binlerce ilgisiz insanı copla; sonra da üzül…. Güya provokatif bir eylem olmasın diye yapılmış tüm bunlar. Oldu olacak 1 Mayıs günü sokağa çıkma yasağı ilan edilseydi.
Omzundan askıya asılmış adam, saldırıya uğrayan yüzlerce insanın, yaralananların hesabını vereceğine, kebapçıda yemek yiyen kişiye tokat adan polis hakkında soruşturma açmakla ve üzgün olduğunu belirtmekle, meseleyi kapatıyor aklınca.
Kimse konuştuğunu anlamasın diye hızlı hızlı kelimeler sıralayan adamın bu uygulaması bir başka ülkede olsa, neler olurdu diye düşünüyorum da; en azından ilgili bakan dahil tüm sorumlular istifa eder, keyfi hareket edip, insanları yerlerde süründüren yüzlerce görevli tutuklanır, ülkenin başbakanı da çıkıp, vatandaşa yaşattıkları işkence için özür diler ve bir daha böyle şeylerin yaşanmayacağına garanti verirdi.
Ama burası Türkiye, yapanın yanına kâr kalıyor; öyle olunca da keyfiliğin ardı arkası kesilmiyor.
Hak getire…
YORUMLAR
Sevgili dostum,bu tür olaylar üç aşağı beş yukarı her ülkenin tarihinde var . Sadece fark ,onlar bu çelişkileri ve kavgaları daha önce yapmışlar. Tarih, sizinde bildiğiniz gibi tümüne yakın yapılan savaşların tarihidir. Hatta onlar daha acımasızlar. Biz peygamberimizimizi asmadık, onlar çarmıha germişler.Engizisyon mahkemeleri bizde kurulmamış.Biraz daha hoşgörü ve biraz daha birbirimizi anlamaya gayret etmek daha doğru belki...