BAHÇIVAN
28.02.2004
BAHCIVAN
Hapsedilmiş ruhların en özgür anı yaşanıyor. Geçmişle gelecek arasında sıkışmış bütün benliklerin mutluluk nidaları duyduğum.
Efkârlandıkça, dağılan acıların ne menem bir şey olduğunu ilk kez görüyor gözlerimiz. Çalan şarkılar ağlatmıyor bu gece. Gürültü dedikleri; birer beyaz bulut...
Kâh koşuyoruz, kâh yürüyoruz, bitip tükenmez sandığımız onlarca yolu.
Ürettikçe, “unuttuk” dediğimiz yastık altı ne varsa, “çoğalmak” bu olmalı. Kalem kâğıttan medet umanları hor görenler, almış eline kitaplığını, yazmakta “yazılmaz” diye düşündüğü ne varsa. Horan çekip vals ediyor ruhlarımız. Sarıldıkça sarılmaya korktuğumuz her uzvumuza, yeni yetme aşıklar gibiyiz bu akşam. Seni görmemek ne mümkün sevgili, seni duymamak ne mümkün…
Işıklar toplanmışken gözbebeklerine, sen kapatsan da gözlerini, ben senin karanlığında dahi yolumu bulurum.
Değmeden sevişmek buysa tenine, seni arzulamaktan neden korkayım. Ha yanımdasın, ha satır aralarımda... Dünya sevdalılar nasıl severmiş bir görsün. Topla çaput dediklerini, birlikte yanalım. En güzel halimiz doğduğumuz gün ki gibidir. Seni annenden koparan ve dünyaya salan adalet, seni dünyadan alıp toprağa verene kadar benimsin!
Çakmak çakmak gözlerindedir aşk. Öfkeleri nereye istersen oraya gömelim, sevinçleriyse; nereden istersen oradan bulalım. Etrafını saranları, benim gölgemden korumak düşerse sana, “neden bu kadar sevmek” diyenleri sakın azarlama; bırak biraz düşünsünler, bırak, onlarda bizim kadar sevsinler.
Acı çekmeden kavuşmak olursa, ona biçtikleri süreyi dilim varmaz söylemeye. Ben acılarınla sevdim seni, sende öyle sev. Kaşla göz arası elimdeydi elin, saliselerle dokundum dudaklarına, rüzgârla birlik olup okşadım saçlarını...
Ne fark eder sevgili...
Koparmadanda gül dalında gül kalacaktır, kokladığımda da da... Ben bu sabah bahcivanınım, yarın güneşin, öbür gün toprağın...
Sonsuzluk kadar uzun bulursan sana kavuşmamı, seni bekleyen bensizlik çoktan koşup gitti. Dün benimdin, yarında öyle kalacaksın.
Sal içinde biriktirdiğin umutlu çocuğu, dünyanın senden almak için göz diktiklerine bir o meydan okur. Göz pınarlarında biriktirme yaşlarını, bana ağlamak nasıl yaraşırsa, sana da o denli yakışır.
Güle oynaya çıkalım çıkılmaz sandığımız yamaçları, hiç yorulmadan aşk olmaz, hiç yorulmadan da âşık…
Ne feda ettikse, “feda edilmeye değdiğini” söyle onlara. Boynu bükük kalacağımızı sananlara, dün bana gülümsediğin gibi gülümse, bir daha ağızlarını açmasınlar.
Fikirlerin sustuğu yerdeyiz.
Sevgili...
Saçlarımda kokun durdukça yıkamamak için tutarım kendimi!
Bir gün istersen, el ele verip bir gezintiye çıkalım. Yüreğimdeki sandala bineceksin hepsi bu. Sonrasını belki hatırlayamazsın, sana düş gibi gelecektir.
Uykudasın farz et, bir peri kızı yanına sokulup sana fısıldıyor adını. Ne kadar güzel görünüyor gözüne, olsa olsa; on sekiz diyorsun, otuzundaki bir kıza. Dalından koparıp sana uzatınca yüreğini, almamazlık edemiyorsun.
Kıyısında yürüdüğün her şeyi, alıp götürmek istiyorsun o an, ne zaman sandaldan indiğini hatırlamıyorsun bile, sadece “bir peri gördüm” diyorsun fısıldayarak.
Bir yanın varlığına inanmak istemese de, onun inatçılığı sana tam aksini söyletiyor Uzatınca dudaklarını, sanki bir bir dökülüyor içindeki aşk...
Şimdi tekrar bin yüreğimdeki sandala, yolumuz uzun. Zaman bizim için sayıyor sevgili, yalnız bizim için...
TALAN AYŞE KANCA