- 1053 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Soykırım
Yer küresi: İnsana bakış ve insanın insanı görme bucağı.
( Adanalı yazar Ahmet Kaytancının “ Hacın oldu kanlı kuyu” kitapını okuyarken)
Ahmet Kaytancını “ Siyaha çaldı düşlerim” kitapından tanıyorum.oradakı şiirler mezmunca ümumbeşeri olduğundan dikatımı çekmiş, fikirlerimi “ Toprağa ve insana değilen türküler” adlı mekalemde açıklamışım.
“ Hacın oldu kanlı kuyu” kitapı Ahmet Kaytancının bana takdim ettiği ikinci kitapıdır. Bu kitap 2008-ci yılda basılmıştır. Kitapı okudum...şair Ahmet Kaytancı nasir ve tedkikatcı Ahmet Kaytancı gibi de takdire layıktır kanaatına geldim... lakin bu, meselenin bir tarafıdır.esas olan ise Ahmet Kaytancının milli ve ümummilli, beşeri ve ümumbeşeri seviyede insani saflıkla düşüne bilmesidir. Kendi ülkesinin başına gelen hadiselere lokal munasibetden,taasubkeşliğinden daha çok insan ve dünyaya büyük sevgi, derin saygı hissi ile baka bildiğine göre Ahmet Kaytancının bu kitapına da kendi münasibetlerimi bildirmekte bir insan gibi kendimi borclu saydım.
Bu kitapda 1905-1920-ci yıllarda Suriyanı işgal eden fransız harbcılarının tahriki ile ermenilerin türklere karşı hayata geçirdiği soykırımdan bahs ediliyor. Eski adı Hacın olan ( bizim Azerbaycanda da Haçmaz, Hacınçay, Haçbulak adlı yerler vardır) Saimbeylide o yılların canlı şahitlerini arayıp bulan Ahmet Kaytancı onların hatıraları esasında Yer küresinin bütün insanları için ibretamiz olan hadiselerden bahs etmiştir. Kitapın esas meziyeti ondan ibarettir ki, Ahmet Kaytancı kendi yeri Saimbeylinin timsalında bütün Yer küresine, kendi halkının timsalında ise Yer üzünün bütün halklarına gayğı ve sayğı ile yanaşmış, karşısına koyduğu probleme çok ciddi munasibet göstermiştir.
Buna göredir ki bende bu yazımı ırkı ve cinsi,dini ve siyasi mansubiyetlerinden asılı olmayarak, Yer üzünün bütün insanlarına muraciatla yazıyorum. Çünki Yer üzünde yaşayan her bir insanən Yerden başka yeri yoktur. Bizim hepimizin dünya adlı bir evimiz vardır ve bizim hepimiz bir evin sakinleriyiz. Hepimiz bölge ve ülke, dağ ve bağ, çay ve göl, deniz ve okyanus komşularıyız.
Evi ola-ola ev, yeri ola-ola yer kavgası salanları, yani yüzünün suyu dökülmüşleri ve kökünecen damar-damar sökülmüşleri insan soyunu zedeleyenleri, Yer ahlakına, Yer manaviyatına zarar getirenleri, “yabancı” “yad”,”gelme”,”yersiz” hesap ediyorum.
Gelin, Yer üzüne bir kadar kenardan bakalım! O zaman siz benim ne demek istediğimi bileceksiniz. Kendini sivil ve kültürlü hesap eden insanın baltası ve mişarı ile doğram-doğram doğranan ağaçların şakkıltısını duyacaksınız, insan eli ile atılan tozlarda ve oltalarda suda ve kuruda yaşayan hayvanların nasıl çırpındıklarını ve çabaladıklarını göreceksiniz, suyun ve havanın vahşet kokduğunun şahiti olacaksınız.
Bu daha neresidir? Bütün bunlar azmış gibi, insanın insana nasıl düşman kesildiğini gördükce daha çok dehşete geleceksiniz. Çünki insan sarıdığı baramanın içerisinde boğulup kalan, barama kurdu ve ya en sonda kendine sokarak öldüren akrep tasiri bağışlıyor. İnsanın başına atom bombası salan da insandır, elindeki bıçak ve iğneden tutmuş en modern silahlara kadar her şeyi insana tuşlayan da insandır.
Doğanı doğallığından çıkarandan sonra ekologiyadan, insanı ezdikten sonra insanlıktan konuşan da, uluslararası konvensiyalarda ve deklarasiyalarda humanizmden dem vuran da insandır.
Hiylegerliği ile müdrik gibi, tamahı ve iddiası ile güclü gibi kendini göstermek isteyen insan ülkelerdahili parlamentlerden tutmuş ülkelerarası parlamentlere, oradan da kitelerarası şuralara ve BMT-ye kadar en ali makalmlarda samimiliğine göre değil, gayri-samimiliğine göre ecaip görünüyor. Ona göre ki, insan çelengine layık olmayan kahraman obrazına girmiştir. Sanki dünyanın herkesten koca ve herkesten genç olduğu insan unutmuştur. Görün, kaç bin yıllardır ki bu büyük kainat gündüzler Güneşin, geceler Ayın ve yıldızların ışığında Yer üzünde insanların tamah ve iddia paradına tamaşa ediyor. İnsan ise unutkanlık burulganına düşmüştür ve ona el uzatanların elini dartarak koparmaktan hazz alıyor. Kısası ,insan Yaradanın kazabından, doğanın isyanından, kainatın ondan yüz çevirmesinden korkmuyor: kendi eliyle insanlığı katliama doğru sürüklüyor.
Yerin toprak, gökün atmosfer, insanın gen hafizasını uyatmak, onları zehirli tozlardan temizlemek makamı gelip çatmıştır. Bunu Yerin ve insanın hilası namine etmek lazımdır. Ona göre ki, her şeyden önce insan insan gibi yaratılmıştır.
İnsana bütperestcesine, hristiancasına, müslümancasına, konfusiecesine ve şaircesine yanaşmak her zaman birtaraflı olmuştur: İnsana insancasına yanaşdıkta insan melek gibi, Yer üzü cennet gibi görülüyor.
Amma, ancak ve lakin... Adem ve Hevva başlanğıclı, peyğamber evlatı insan Nuh tufanını da gördü... ne yazık ki, bundan sonra da titremedi ve kendine dönmedi... sağ eli ile yarattığı svilizasiyaları sol eli ile vurup-yıkmakla meşgul oldu. Aşiret-aşiret, halk-halk, millet-millet bölündü, insan tarihi yerine ırk, toplum ve din tarihi yazmağa meyl etti. Sonucta büyük insan toplumlarının kendilerinin de parçalanması baş verdi ve insan gücünü yitirmeğe başladı. Bu makamda II göktür imperatoru Bilge Hakanın ( 683-734) kendi gövmüne muraciatı aklıma geliyor: “ Ey türk titre ve kendine dön! Ne kadar ki, sen kendin-kendini böldün, o kadar da öldün!” bu sözleri bütünlükle insana şamil etmekve yüksekten söylemek makamıdır. “ Ey insan, titre ve kendine dön! Ne kadar ki, sen kendi- kendini böldün, o kadar da öldün!”. Irkı, dini, milli ve gövmü bölünmeler insanın kendine karşı yadlaşması ve özgeleşmesine getirip çıkardı. Böylelikle insan tamamen gücden düştü. İnsan dikelmek için eline geçen her bir şeye el attı.taştan yapıştı olmadı... kılıç kurşandı, kar aşmadı...Tüfeğe, topa arkalandı, arkasız kaldı. Bakterioloji ve nüve silahlarına güvendi, güvenc yeri bula bilmedi, teklendi... İnsan kendini yazık güne koydu...
Ahmet Kaytancının “ Hacın oldu kanlı kuyu” eserini okuyarken Hacının deyil, Hacını kanlı kuyuya çeviren insanın ne kadar yazık ve ne kadar miskin olduğunu bir daha gördüm. Adına ermeni denilen bu insan bizlere rastladıkda her defa enenevi mezmunda verdiği soru bir daha kulaklarımda seslendi: “ Hayes, türkes?” Ne için insan bu insandan “ türkes” cevapını alarken kendini yitiriyor, “türkesi” mahv etmek, bu da mümkün olmadıkda “türkes”den kaçmak, “ türkes”den korunmak istiyor? “ Hayes” denilen insan “türkes” denilen insana ne kadar kötülük ve yamanlık edip ki, onunla yüzbeyüz durmağa yüzü yoktur ve yüz arayışındadır?.
Anadolu türkünün kökünecen kazımak isteği pes değilmiş gibi Azerbaycan türkünü de Yer üzünden silmek maksadı ile Karabağıkara ilmekli kara bir bağ gibi dünyanın boğazına salıp kendi arkasıyla sürüklemek isteyen hayes ona himayedarlık edenleri karamal hesap ediyor, nedir? Kendini insan, başka insanı ise gayri-insan hesap etmekle “hayes” denilen insnalığa sağalmaz yaralar vurmuyor mu? Bütünlükle ümumbeşeriyeti zedelemiyormu? Bilmem neye göre “hayes” denilen fransızı da, rusu da, italyanı da, amerikanı da,ingilisi de kendi günahına ortak ediyor, insan haklarından konuşanları cahil yerine koyuyor? Neden, hangi esasa göre Fransa parlamentosu “ermenilerin türkelrin tarafından soykırıma maruz kaldıklarını” devlet seviyesinde tanımalıdır? Ve ne için diger ülkelerin parlamentleri Fransa parlamentinin gettiği yolla getmelidir? Eger dünya seviyesinde hakikat değil, yalan destekleniyorsa, bu günki medeni seviyenin en aşağı basamağında dayanan ve halen ayıp yerini kapatmak için incir yaprağından istifade eden insan kültür seviyesinini en yukarı katında dayanan insanın çerçeveden çıkarcasına Yaradana karşı saygısızlık ettiğini görmezmi? Yaradan ise kendi sırasında bir sonrakı Nuh tufanı kararını vermezmi? Verer!
Çünki 1920-ci yılın baharında Hacın ( şimdiki Saimbeyli) kaymakamı makamında bulunan fransız yanlısı ermeni Çalyan Karabit hatırlarında “1920-ci yılın 1 temmuz gününe kadar esir düşen 217 müslüman türkden 212-ni öldürdüklerini “ açıkca yazıyor. ( Bak, gösterilen eser, sahifa 10) Çaylan Karabit öldürdüğü her bir şahsın timsalında iki şahsı- hemi bir müslüman, hem de bir türkü öldürdüğünü söylemekle aslında 212 değil,424 insanı katlettiğini boynuna almış oluyor. Çaylan Karabit bir ermeni gibi ermeniler arasında şöhret kazanmak, hristian dini günahsız kan dökülmesine yol vermese de, bir hristian gibi hristian aleminde kendine suç ortağı ve arka-dayak bulmak niyyeti açıklıyor. O, dargözlüdür. O, insana ermeni Grigoryan gözü ile bakıyor... İnsana insan gözleri ile bakmıyor.
Çaylan Karabit 1905-ci yıldan 1920-ci yılın 1 temmuzuna kadar 212 müslüman türk öldürmüştür. Bakın, görün ki, nasıl öldürmüştür: değenekle dövüp öldürüp, kızgın demirlerle dağlayıp öldürüp, yemek pişirirmiş gibi pişirip öldürüp, tellerle boğarak öldürüp, bıçakla keserek öldürüp, genç kızları ve gelinleri süngü ile deşe-deşe, guya ki, oyanata-oynata öldürüp, hamile kadınların karınlarını yırtarak körpelerini süngü ucunda götürerek öldürüp, körpeleri pişirerek annelerine “ kuzu etidir, yeyin” diie-diye öldürüp. ( Bak, gösterilen eser, sahifa 10)
“ Hacın oldu kanlı kuyu” kitapında adları çekilen Kirkor Sinikyan, Aram Çavuş, Hamparsun Boyacıyan, polis komisarı Hapet. Bölük komandanı Jan Kesyan, Teğmen Ohannes gibileri de Çalyan Karabit gibi insan olduklarını değil, ermeni ve hristian teessübkeşi olduklarını göstermeğe çalışmışlar: guya kisas alırlarmış gibi dartarak adamların kulaklarını uzatıblar, koparıblar, geceyarısı adamların toplandıkları evleri gülleboran edipler, yandırıblar, dışarı çıkanları, kaçmak isteyenleri katl edipler, ölmüş annenin döşünü emen çocuğu süngüye geçiripler, adamları bıçakla doğrayarak torbalara dolduruplar, kiliseden aşağıya atıplar, bir çoklarını ağaça bağlayarak derilerini soyuplar, nerede oluplarsa, orada öldürdüklerini kuyulara dökübler, Erzurum vilayetinin 80 bin adamından 77 binini öldürüpler,hemde çarmıha çekmekle. Adamları dairevi otuzdurarak, çalğı ile ot gibi biçmekle öldürüpler, çocukların başlarını kesipler, kesilmiş başı bir tarafa, bedeni ise başka tarafa atıplar ki, müslümana ve türke gözdağı versinler. ( Bak, gösterilen eser, sah. 23-26, 74, 77-78,118,129,134.)
1905-ci yıldan 1920-ci yıladek ermeniler tarafından türklerin genosit edilmesi hemi Anadoluda, hem de Azerbaycanda aynı kurgu ile hayata geçirilmiştir.
1905,1915-ci yıllarda azeri türklerini Yer üzünden silmek maksadı ile ermenilerin başlattıkları terörculuk fealiyyetleri 1918-ci yılda son hadda çatmıştı. Batı Azerbaycanda olduğu gibi 1918-ci yılın martında Doğu Azerbaycanda da müslüman türklerinin genositi başlandı. Bakü ve Bakü etrafından, Şamahıda, Gökçayda, Gubada, Gencede türkleri ermeniler kütlevi şekilde katettiler. Eger Osmanlı imperiyasının İX ordusu yardıma gelmeseydi, azeri müslüman türkleri Yer üzünden silinecekti. Bu masum tarih 1918-ci yılın 31 mart günü hal-hazırda Azerbaycanda “ ermeniler tarafından Azerbaycan türklerinin soykırım günü “ adı ile anılmaktadır. 1918-ci yılda Batı Azerbaycanın İrevan kazasında 198, 1919-cu yılda ise 121 köy dağıtıldı ve bu 319 köyün müslüman türkleri katledildi.( Bak,” Vedibasar” gazeti” no:18, 16-30 kasım 2003, sah.2 İsrafil Memmedov. “ Garip bayatı” makalesi).
Arhantroplar arasında konnibalizmin olduğunu ilm ve tarih çoktan ispat etmiştir. O cümleden göke baktıkları halde, ayakları altındakı yeri görmeyen tepegözler, “adam-badem kokusu gelir” diye köşe bucaklarları arayan, lakin canı kiminse elindeki şişede olan devler hakkındakı efsane ve rivayetler, masal ve destan metinlerinde halen kalmaktadır. İnsana arhantrop, tepegöz ve dev gözleri ile bakan ermeniler Yer ahlakına ve Yer kültürüne öyle bir zarar vuruyorlar ki, eger üzerinde insanlar ve svilizasiyalar olan diger planetler vardırsa, onda Yer üzünün o planetler arasındakı yeri soru altında kalıyor. Yine de bu güzel Yer üzünün bir sonrakı Nuh tufanına sürüklenmesi meselesi ortaya çıkıyor.
Türklere karşı terör teşkilatının yaratılmasından başlayarak,artık 130 yıldan da çok olan bir müddetde karşılaştığımız ecaip olayların mezmunundakı kirçinliği bir türk, bir müslüman gibi yok, bir insan gibi dünyaya beyan etmeliyiz. Bırakın Yer üzü bilsin ki, önce “ Armenakan”, daha sonra “ Gıncak”, 1892-ci yıldan meskeni Tifliste yerleştirilmekle, “Ermeni İnkilapı Federasiyası- Taşnaksütun” adlandırılan teşkilatın maksadı Türkiyede ve Zakafkasiyada devlet memurlarından tutmuş sade insanlara kadar türk sayılanları her hangi bir muhitde ve amansızlıkla mahv etmektir.
Ahmet Kaytancının hakkında sohbet giden kitapında iki meraklı fakt vardır: 1. 17 mart 1905-ci yılda türk sultanı İİ Abdulhamite suikast zamanı kullanılacak bombanı Bolgaristanın Vitoş Kinaze köyünde sınavdan çıkarılması zamanı dikkatsızlık ettiler, bombanı hazırlayan Varamşabih ve suikastı yüzerine götüren Kristafor Mikaelyan kafil patlayıştan param-parça oldular. 2. 21 temmuz 1905- yılda( aradan 3 ay geçmiş) ermeniler ikinici defa suikasta el attılar. Sultan İİ Abdulhamit cüma namazından çıkanda Şeyhülislamla çok konuştu, saatla kurulan bomba patladı, 26 adamın ve 20 atın ölümüne, 58 adamın yaralanmasına sebep oldu. Suikast ermenilerin istedikleri seviyede baş tutmadı.( Bak, gösterilen eser, sah. 18-19)
Budur, XİX asrın sonlarından itibaren artık kendilerini dünyanın super gücleri hesap eden devletler dünyanı kendi isteklerince bölüştürmek için Osmanlı imperiyasının mahv etmek kararına geldiler. Osmanlı imperiyasının gücü ise türklüğünde idi. Buna göre de türke karşı içi kinle doldurulmuş, yürüye,konuşa bilen silah hazırladılar. Bu silah arhantroplaştırılmış, tepegözleştirilmiş, canını şişeye koyup ellerindesakladıkları devleştirilmiş ermeniler oldular. Eger böyle olmasaydı, 1909-cu yıldan ermeniler Hacında isyan etmez, 10 temmuz 1914-cü yılda Birinci Dünya savaşı başlayan gibi Süriyaya tecavüz eden fransız ordusu ermenileri silahlandırmaz, fransızlar Kozana kadar geldikten sonra Klikya ermenileri Cumhuriyyet kurarak ermeni bayrağı kaldırmaz, Kozanı işgal eden fransız ordu komutanı Mösyö Tayyar Hacına kahraman bir görünüşle dahil olan gibi ermeni bayrağını indirerek fransız bayrağını kaldırmazdılar. ( Bak. Gösterilen eser sah. 73-74, 111-113) Ve yine de eger 1916-cı yılda ruslar önce Erzurumu, sonra ise Erzincanı işgal etmeseydiler, ermeniler bu vilayetin 80 bin türkünden 77 binini ( Bak. Gösterilen eser sah. 84) katletmeğe kalkmazdılar. Hacın ermenilerini fransızlar, Erzurum ve Erzincan ermenilerini ise ruslar türk katlına heveslendirmiştiler.
Azerbaycanda ise 1928-ci yıl martın 21-de ( yani Nevruz bayramı arefesinde) rus imperatoru İ Nikolay tarafından verilen fermana esasen İrevan ve Nahçivan hanlıkları erazisi hesapına “ Ermeni Vilayeti “ yaratılmıştır.
1905, 1915,1918-ci yıllarda türkleri kütlevi şekilde kırmakla devam eden ermeniler, “vilayet”i büyüterek “ Cumhuriyyet” ettiler. Bu hadise 1918-ci yılın 28 mayısında baş verdi. Anadolu türkü ile Azerbaycan türkünün arasında ermeni çivi gibi çakılıp kaldı.
1920-ci yılın 28 nisanında rus komunist-bolşevik imperiyası yeniden Azerbaycanı işgal etti: olanlar azmış gibi, 1923-cü yılda Azerbaycan terkipinde”Dağlık Karabağ ermeni muhtar vilayeti” yaratıldı. Azerbaycan türklerinin genositi bununla da bitmedi. 1937,1948,1953-cü yıllarda ise azeri türkleri Ermenistandan ve Dağlık Karabağdan kovulmakla genosite maruz kaldılar. 1987-ci yılda Sovyet İttifakı Komunist partiyasının Başkatipi M.S.Gorbaçovun iktisadi meseleler üzre baş meslehetçisi Aganbekyan Pariste, yani Fransanın başkentinde “ Taşnaksütun” partiyasının üyeleri karşısında “ Dağlık Karabağ Ermeni Muhtar Vilayeti”nin Ermenistana birleştirilmesi talebi ile çıkış etti. 1988-ci yılın ilk aylarından rus komunist imperiyasının desteği ile hem Ermenistanda, hem de Dağlık Karabağda yeniden Azerbaycan türklerini kütlevi şekilde mahv etmeğe başladılar. 240 binden çok Azerbaycan türkü Ermenistandan katledile-edile kovuldu. Dağlık Karabağda ise rus ordusunun harbi mudahilesi ile erazimizin 20%-den çoğu işgal edildi: 25 binden çok insan öldürüldü, binlerle insan yaralandı, bir milyondan çok insan kaçkın ve köçkün halına salındı. Yine de Fransanın ve Rusiyanın desteği ile müslüman türklere karşı kanlı çinayetler baş verdi.
1992-ci yıl şubatın 25-den 26-na geçen gece rusların 4-cü ordusunun 366-cı motoatıcı alayının yardımı ile ermeniler 10 bine yakın ehalisi olan Hocalını yerle yeksan ettiler. Bunu Yer küresinin en nufuzlu gazete ve dergileri yazdılar: “ Vaşington post” (28 şubat 1992), “ Sandi tayms”(1 mart 1992), “ İzvestiya” (4 mart 1992), “Nezavisimaya gazeta”(10 mart 1992), “Boston Gardien Globus” (21 ocak 1993), gazeteleri Hocalıda 613 adamın hususi kaddarlıkla öldürüldüğünü, öldürülenden sonra gözlerinin çıkarıldığını, süngü ile delik-deşik edildiğini açıkca yazdı. 487 kişinin yaralandığını, 272 kişinin esir edildiğini buna ilave edek.
Hekim gazeteci Zori Balayan 1996-cı yılda Moskovada basılan “ Ojevlenie naşego duha”(tercümesi Bizim ruhumuzun canlanması) adlı eserinin 260-262-ci sahifalarında Hocalı hadiselerini hatırlayarak yazıyor: Her şeyden önce ben hekimim ve humanistim... Haçaturla işgal edilmiş evlerin bazılarına girende 13 yaşlı bir türkün askerlerimiz tarafından pencerenin çerçevesine çivilendiğini gördük. Haçatur artık ölmüş türkü şakkalayıp itlere attı. Akşam ise üç böyle azyaşlı türkü şakkalayıp itlere attık...ben bir insan gibi kendi borcumu yerine getirdim...Ertesi gün kiliseye giderek ibadet ettim...”( Bak. Dyafar Sadig. Hodjalinskaya tragediya: sroki davnosti ne podleyit. Tula,2007. sah. 33-34)
13 yaşlı türkden kendi halkının,yani ermenilerin intikamını,hiç olmazsa birce faiz almağa mufaffak olan hekim,humanist ve gazeteci Zoru Balayanın yukarıdakı itirafı ermeni düşüncesi,ermeni ahlakı hakkında tam tasavvur yaratıyor.
Ister Anadoluda,isterse de Azerbaycanda rastladıkları her hangi bir adama ermenilerin “hayes, türkes” sorusunu vermesi onların baştan-başa günah içinde olmalarından ireli geliyor: çünki hain hoflu olar ermeniler türklere karşı ettikleri ihanetin cevapını alacakları korkusu ile yaşıyorlar. Fransanın ve Rusiyanın simasında ise kendi himayedarlarını gördükleri için imkan dahilinde türkleri günahlandırmağa çalışıyorlar. Türkiyede ve Azerbaycanda milyonlarla günahsız insanların kanına bais olan ermeniler bu kanların yerde kalmayacağını biliyorlar. Onların” genosite maruz kalma” hay-küyü “erazi” iddiaları Fransanın ve Rusiyanın etkisi dairesinde olan ülkelerin araçılığı ile bütün Yer üzünü şaşırtmak, dünyanı aldatmak ve günaha batırmak maksadı güdüyor.
2008-ci yılın aralık ayının önlerinde bazı Türkiye vatandaşlarının internet vasıtasıyla “ermenilerden özür istemek” kompaniyasına başlaması yeni bir gühan ve yeni bir cinayetten başka bir şey değildir. Bu günahın, bu cinayetin temelinde hafizasızlık, mangurtluk ve yahud da hiylegerlik duruyor. Zararçekenin zararverenden, haklının haksızdan özür dilemesi günahtır ve cinayettir.
Anadoluda Hacını, Erzurumu, Karsı,Bursanı, Erzincanı, Azerbaycanda ise Meğrini, Vedibasarı, Bsargeçeri, İrevanı, Gafanı,Gorusu, dağlı-aranlı bütün Karabağı kanlı kuyuya dönüştüren vandal,kannibal,barbar,cani Rusiyanın ve Fransanın ellerinde sakladıkları şişede olan dev ermenilerin tepegözlüğünü Yer üzü görmüyorsa,göre bilmiyorsa ve ya görmek istemiyorsa, bunu yeri-gökü yaratan Allah görüyor. Bütünlükle Yer küresinin günaha batırmasına,lekeye bürünmesine kadir Allah hiç zaman yol vermemiştir ve vermeyecektir.
Ahmet Kaytancının “Hacın oldu kanlı kuyu” eserini okudum, Azerbaycanda baş veren hadiseleri hatırladım...
Peygamber evlatı insana bir insan gibi yüz tutarak dedim: “ Ey insan, kendini ve dünyanı koru! Bir sonrakı Nuh tufanınndan çıkmak istiyorsansa, hakkın tarafında ol! Bir zamanlar Bilge hakanın biz türklere haberdarlıkla dediği sözleri sana ünvanlıyorum:- Ey insan, titre ve kendine dön!”.
25.12.2008 / Şeki
Azerbaycan Yazıcılar Birliğinin Şeki bölmesinin başkanı Vakif ASLAN
Azeri dilinden türkceye tercüme eden Gülnare Esgerzade.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.