- 1801 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AZERBAYCAN-TÜRKİYE EDEBİ-MEDENİ ALAKALARI
Biz bir millet, iki dövletik
(Haydar Aliyev)
Ulu ve muhteşem, şerefli ve şöhretli ümumtürk tarixinin ister kılıçla, isterse de kalemle yazılan şanlı sahifalarında bizim bir millet gibi bir imzamız, iki dövlet gibi ise iki möhürümüz olmuştur. Ortak svilizasiya ve medeniyet, ortak adet ve enene, ortak hayat ve düşünce tarzi, ortak manaviyyat ve ahlak üzerinde kurulmuş bu iki devlet bir olan milletimizin mövcudluk ve özünütasdik formasıdır.Kan ve gen, soy ve boy aynılığından gelen bu birgelik üzerinde diger türk respublikaları gibii Azerbaycanımızın ve Türkiyemizin tarixi temel taşları koyulmuştur.
Sakit okyanustan Atlantik okyanusatek dünya ağacı şeklinde kökleri ile toprağın, budakları ile semanın en derin katlarına nüfuz etmiş ulu türkün böyüklüğü karşısında vahime keçirenler onu budak-budak kırmak istemişler. Bu güzel, bu sevimli yer üzünü global unutkanlığa, global yaddaşsızlığa sürükleyenler, insanlara malum olan ilk ocak yerinin Azıh mağarasında, ilk insan kabrinin Gobustanda olduğunu bilmezliye vuranlar ele bizim Azərbaycanımızın ve Türkiyemizin timsalında türk ruhunun saflığına, türk hafizasının ilkinlikdən gelen ümumbeşeri, tarihi, edebi-bedii, genetik kodlarına kölge salmak istemişler.
Hakikatda ise ister irki, ister dini, isterse de siyasi ambisiyalar en tehlükeli makamlarda bele ümumtürk, o cümleden Azerbaycan-Türkiye birgeliyini boza bilmemiştir. Tarixler boyunca olduğu gibi son iki yüz yılda da Azerbaycan-Türkiye birgeliyi çok ağır ve çok mekrli sınaklardan çıkmışdır. XIX yüzyıllığın başlanğıcından iki şakka edilmiş Azerbaycanımızın şimal hissesi Rus imperiyası tarafından işğal edilmiş, Türkiyeye giden yollar sınır direklerine bend edilmiş tikanlı meftillerle örülmüşdürse de, gönülden-gönüle giden yollar her zaman açık olmuştur.
XX yüzyıllıkta bütünlükle türk-islam dünyasında ilk demokratik cümhuriyyet şimali Azerbaycanda yaranmış ve 1918-cı yılın mayıs ayının 28-den 1920-cı yılın nisan ayının 28-dek fealiyyet göstermiştir. Azerbaycan Demokratik Cümhuriyyetinin mövcudluğunu ilk tanıyan dövlet ise mahz Türkiye olmuştur. Rus sovyet imperiyası çarizmin işğalçılık siyasetini dolayısı ile devam etdirerek 1920-cı yılın nisan ayının 28-de yeniden ölkemizi işğal etmişdir ve bu işğal 71 yıllık bir dövrü ahate edir. 71 il erzinde, hüsusile adına repressiya denilen o kanlı yıllarda kanına rus şovinizmi ve hayk heyasızlığı hopan bolşevikler Azerbaycan türklerini türk olmakta, dolayısı yolla ise pantürkizmde günahlandırarak kurşunlasalar da, sürgünlere gönderseler de, türklüyümüzü kurşunlaya ve sürgüne göndere bilmemişler. Azerbaycan türkleri her zaman türk olarak kalmışlar. Hatta, sovyet döneminde de “formaca milli, mezmunca sosialist kalıba salınan, Marksist-Leninçi ideologiyanın taşıyıcısı olmak mecburiyyetinde kalan ve esas yaradıcılık metodu sosializm realizmi olan sovyet dövrü Azerbaycan edebiyatı öz türklüyünü koruyub sakamıştır.
Bir sözle, XIX ve XX yüzyıllıklarda Azerbaycan-Türkiye edebi alakaları hakikatın özü gibi incelsede, üzülmemiştir. Bu sözleri ayni ile Şeki-Türkiye edebi alakalarına ait etmek olar.
Elbette ki, ölke ve ya eyalet çerçivesinde olmasından asılı olmayarak, edebi alakalar edebi şahsiyetlerin fealiyyeti sayesinde kurulur. Bu manada, Azerbaycan-Türkiye edebi alakalarının yaranmasında ve inkişafında eslen Şekili olan ediblerin de tarihi hizmetleri danılmazdır. Bu manada Mirze Feteli Ahundzadenin yeri son derece muhteşemdir. XIX asrın Azerbaycanı öz tarihi taleyini yaşadığı gibi, bu asrın 12-ci yılında Şekide doğulub 78-ci yılında Tiflisde öz ömrünü başa vuran .M.F.Ahundzade de kendi edib ve ziyalı taleyini yaşamıştır. Ele buradaca kayd etmek istiyorum ki, 1794-cü yılda Bakünün Emirhacıyan kasabasında doğulub, ilk gençlik yıllarını Gubanın Emsar köyünde geçiren ve 1847-ci yılın başlancığında Medine ile Mekke arasındakı Vadiyi-Fatimede veba hastalığından vefat eden Abbaskulu ağa Bakıhanov taleyi ile M.F.Ahundzade taleyi arasındakı okşarlıklar tarihi Azerbaycan taleyinden geliyor. İşğal olunmuş bir yurdun iki edib oğlu bütün seylerini milletin maariflendirilmesine doğru yöneltdiler. A.Bakıhanov hac ziyareti zamanı yolunu Türkiyeden salır, Erzurum yolu ile İstanbula geliyor. 1846-cı yılda türk sultanı Sultan Abdülmecitle görüşüyor. Arap dilinde yazdığı “Esrarül-meleküt” eserini ona takdim ediyor. Hayatizade Seyit Şerif bu eseri türk diline tercüme edir ve bu eser A.Bakıhanovun vefatından bir yıl sonra – 1848-ci yılda İstanbulda neşr olunur.
Mirze Feteli öz selefi A.Bakıhanov gibi emek fealiyyeti dövründe Kafkaz canişinliyinde şark dilleri üzre baş mütercim vazifesini icra edir. Lakin o da arap alfabesinin islahına dair eserini fars dilinde yazır. “Öz milletinin yüreğinin tarlasında geyret, namus, millet dostluğu, vatanperestlik, edalet ve beraberlik tohumu ekmek” isteyen, “milletin arasından zillet ve fakirliğin def olunmasını” arzu eden M.F.Ahundzade umut yolunu rus imperiyasında deyil, Türkiyeye yüz tutmakda görür: A.Bakıhanovun İstanbul seferinden 17yıl sonra – 1863-cü yılda Şekili M.F.Ahundzade Kafqaz canişini Mixail Nikolayeviçin – çar II Aleksandrın küçük kardeşinin izni ile İstanbula sefer ediyor. İstanbuldakı rus sefirinin vasitesi ile Sedri-ezem Fuad paşaya farsca yazdığı kitabçasını, Azerice kaleme aldığı “Yusif şahın hekayeti” ile birlikte takdim ediyor. A.Bakıhanovdan farklı olarak M.F.Ahundzadenin Türkiyedeki görüşlerine ciddi, hem de devlet seviyesinde maneçilikler töredirler. İranın Tiflisdeki baş konsulu Mirze Hüseyn han M.F.Ahundzadeni dinin ve müslüman dövletlerinin düşmanı gibi kaleme verir. Bununla bele, Türkiyede M.F.Ahundzade şahsyetini kiymetlendirir, ona “Mecidiyye” nişanı, fermani-tehsin ve hediyeler verirler. M.F.Ahundzadhnin bu arefede islam alfabesinden tam imtina ederek latın alfabesine geçmek teşebbüsüne onun sağlığında kol koyulmasa da, sonradan Azerbaycanın ve Türkiyenin şahsında bu, bir reallık ve yaşanan hakikat oldu.
Şeki-Türkiye edebi alakaları tarihinde “elyazma ve kadim çap kitablarının toplanması, mühafizesi, berpası ve tebliği sahesinde büyük işler görmüş” Ebdülgani Nuhevi Halisegarızadenin de öz yeri vardır. O, 1817-ci yılın mart ayının 8-de Şekide doğulub, 1879-cu yılın mayıs ayının 17-de Şekide vefat etmiştir. İlk defa 1839-cu yılın mayısında, ikinci defa ise 1873-cü yılda İstanbulda olmuştur. Türk şairi İsmayıl Hakkınınn Kara Denizde - gemide kaleme aldığı “Divan”ını Şekiye getirmiştir. Bu da, elbette ki, o devrde Şekili okucuların türk edebiyyatı ile tanışlığına sebep olmuştur.
XIX asrın II yarısında ve XX asrın 30-cu yıllarının ali ruhani tabakasını şerefle temsil eden Şekililer sırasında Ahmet Nebi Efendi (1850-1935) Bursada ve İstanbulda 15 yıl mükemmel tehsil almıştır. Nurmuhemmed Efendi İmamzade (1869-1930) Bursada veKonyada ali dini tehsil almış, Şekide islami edebiyyatın yayılmasında ve maarifçiliyin inkişafında hüsusi rol oynamıştır. Ali ruhani tehsilli din hadimleri sırasında Ahund Ferecullah Pişnamazzadenin (1870-1952) özünemahsus yeri ve makamı vardır. Ahmet Nebi Efendi, Nurmuhammed Efendi İmamzade gibi Ahund Ferecullah Pişnamazzadenin da hayatının hissesi XX asrın payına düşür. XX asrın 18-ci yılı hem de Azerbaycanlıların ermeniler tarafından kütlevi suretde genosidi, soy-kökünün kesilmesi ile müşaiyet olunan mart kırğınları arefesi idi.
Azerbaycanın diger ruhanileri ve ziyalıları gibi, Şekili ruhaniler de hilas yolunu Türkiyede görürdüler. “Türkün türkden başka dayağı yoktur” kanaetine geldiyine göredir ki, 1918-ci yılda Azerbaycanlıların yer üzünden silinmesinin karşısını almak maksadı ile yardıma gelen türk ordusunun Şekiye yönelen bölümünü Ahund Ferecullah Pişnamazzade ferehle karşılamış, Han sarayının heyetinde Nuru paşa ile çiyin-çiyine dayanıb nutuk söylemiştir.
1918-ci yılın mart kırğınlarının dehşetlerini yaşayan Şekili edibler de türk herbiyye naziri, Başkomandan vekili, birinci ferik (tam general-or general) Damad İsmet Enver paşanın (1881-1922) küçük gardaşı ferik (general-leytenant) Nuru paşanı (1889-1949) heyecanlı şiirlerle karşılamışlar. Hatta, Abdullabey Efendizade (1873-1928) “Ya ölüm, ya Türkiye” menzumesini yazmıştır.
Hudavenda, her iklime kılıbsan çare yüz yerden!
Nedendir peki bizim millet olub biçare yüz yerden?
Sualından sonra şanlı türk tarihini varaklayan şair:
Ey necip övladın ordusu, Şeki, Şirvane gel!
Tiflisü, Bakivü, Şişe, Gencevi Selyane gel!
deyerek Türkiyeye üz tutmuştur.
Her yürəkte sebt olubdur: “Ya ölüm, ya Türkiye!”
Her ağızdan yükselir feryadi-şeyda, Türkiye!
Sabrımız artık tükendi, durma gel, merdane gel!
Yurdumuz düşman elinde olmamış virane, gel!
1918-ci yılda kaleme alınmış bu eser tarihçi-tedkikatçı Hebibulla Manaflının kayd etdiyi gibi ilk defa 1919-cu yılda Şekide, “Medeniyyet” matbaasında, son defa ise 2005-ci yılda Bakıda çap edilmiştir. Eserin müellifinin özgeçmişinden belli olur ki, o, 1918-ci yılda ADC-nin Parlamentine üye seçilmiş, orada onun latın alfabeine geçmek baredeki layihesi beğenilmiş, “son türk alfabesi” adı ile neşr edilmiştir. Bu dövrün diger bir Şəkili edibi Salman Mümtaz adı ile edebiyyat tarihimizde meşhur olan Salman Meşedi Muhammedemin oğlu Esgerzadedir. (1884-1941) Salman Mümtaz 1918-ci yılda “Enveriyye” şiirini nefis tertibatlı büyük bir varakta neşr etdirib Şekide Nuru paşaya okuyub takdim etmişdir. Şiir Osmanlı lehcesinde kaleme alınmıştır:
Yaşa, ey gaziyi-ezem, yaşa ey muhteşem Enver!
Seninle fahr edir şimdi büyük sultan, ulu geyser!
deyerek Enver paşanın ve türk ordusunun geyret ve namus keşiyinde durduğunu fahrla aleme beyan edir.
Salman Mümtazın ikinci şiiri ise “Öyün, millet!” adlanır. Ve Nuru paşaya ithaf edilmiştir. “Ziyasız rus zülmünden o yüksek ruhu ölmüş”, “kanı şişeye şerap gibi dökülən” halkına Nuru paşanın gelişi münasibeti ile şairane bir dille göz aydınlığı verirdi.
Diger bir edib – Hüseyn Kişli (Hüseyn Efendi Hacı İshak efendi oğlu Efendizade) (1884-1944) ali tehsilini İstanbul Universitetinde almışdır. İlk kitabı 1915-ci yılda Tiflisde neşr olunmuşdur. Hüseyn Kişli de A.Efendizade ve S.Mümtaz gibi edebi yaradıcılıkla meşğul olmuş, türk ordusunu selamlamıştır.
Sovyet döneminde ise Şeki aydınları şura hükumetinin yürütdüyü siyasetin iç yüzünü derhal görmüş, ona ikrah hissi ile yanaşmışlar. Dini heysiyyetin tapdalanmasına, mescitlerin dağıdılmasına doğru yönelen sovyet siyaseti Şekide sayğıyla karşılana bilmezdi. Şekide başlayıb Kah, Zagatala, Balaken ve diger gezalara yayılan bu isyanın başında H.Manaflının kayd etdiyi gibi “derin zekaya ve poetik ilhama” malik Baş Şabalıdlı Molla Mustafa Şeyhzade dururdu. 1930-cu yılın Şeki isyanına ümum Azerbaycan isyanının başlanğıcı ve terkip hissesi gibi bakanlar doğrudurlar.
İsyanı amansızlkla yatırdıkdan sonra Sovyet Hükumeti Kafkazda Azerbaycanı, Azerbaycanın dahilinde ise Şekini en tehlükeli zona gibi dikkat merkezinde sakladı. Neticə itibarile 1937-ci yıil Azerbaycana karşı genosid seviyyesinde tatbik edilen represiyalar yılı oldu. Repressiyalara maruz kalanları esasen iki şeyde - panislamizmda ve pantürkizmde ittiham etdiler. sovyet repressiyası fiziki genosid olmakla beraber, hem de intellektual, ruhi-manevi genosid idi. M.Müşfiklerin, Ahmet Cevatların, Salman Mümtazların, H.Cavitlerin simasında kalpler ve beyinler mahv edilirdi.
Ele bu yıllarda mühacir edebiyatımız meydana geldi. Azerbaycanlı mühacir edibler E.Hüseynzade, E.Ağayev ve başkaları Türkiyeye Vatan deyib sığındılar. Bu günlerde 100 yıllığını hem Türkiyede, hem de Azerbaycanda kayd etdiyimiz Almas Yıldırımın hayatı ve yaradıcılığı buna eyani misaldır.
1960-cı yıllarda kan ve gen yaddaşımız yeniden uyandı. 1925-ci yılda Şekide dünyaya göz açan ve hal-hazırda ömrünün ahıl çağlarını yaşayan, milli, edebi-poetik tefekkürümüzün aparıcı siması gibi hepimizinn iftiharı olan B.Vahabzade ele sovyet döneminin özünde “Gülüstan”, “Kökler ve budaklar” eserlerini yazdı. Başda Türkiye olmakla türk-islam dünyasının en ünlü şairi B.Vahabzade milli bağımsızlık dövründe “Özümüzü kesen kılınç” pyesini yazmakla türkü ve türkçülüyü yeniden silkeleyib uyatdı.
1936-cı yılda Şekide doğan, 2002-ci yılda Baküde vefat eden, milli müstakillik dövründe AMEA Edebiyat İnstitutunun sabig direktoru olmuş, filoloji ilmler doktoru, profesör, AMEA-nın mühabir üyesi filosof-edebiyyatşünas Yaşar Garayev Azerbaycan-Türkiye edebi alakalırını en yüksek seviyyeye kaldırdı. 1997-ci yılda Ankarada “Türk edebiyatları antalogiyasının” V kapaklığını Nevzat Kösoğlunun baş redaktorluğu ile Şekili aydın Yaşar Garayev hazırlamıştır. Mahz onun teşebbüsü ile M.Füzulinin 500, “Kitabi-Dede Korkut”un 1300 yıllık yıldönümleri en yüksek seviyede geçirilmişdir.
Ele buradaca kayd edim ki, Türkiyede çok meşhur olub, 1924-2001-ci yıllarda ömür sürmüş Ahmet Kabaklı 5 cilddan ibaret “Türk edebiyyatı”nın III ve IV cildlerinde Azerbaycan edebiyyatına hüsusi yer ayırmıştır. III cildde diger Azerbaycanlı ediblerle yanaşı Şekili M.F.Ahundzadeye, IV cildde ise XX yüzyılın görkemli edebi şahsiyetleri sırasında Şekili Bahtiyar Vahabzadeye geniş yer vermiştir.
XX yüzyıllığın sonu, XXI yüzyıllığın başlanğıcı Şeki-Türkiye edebi-medeni alakalərının yükselen hatla inkişafı dövrüdür. Ulu önderimiz Haydar Aliyevin tarihi hizmetlerinden biri edebiyatımızın daha da doğmalaşmasına tekan vermesi olmuştur. Hal-hazırda muhterem prezidentimiz İlham Aliyevin edebiyatlarımıza gösterdiyi gayğı gardaş olan edebiyatlarımızın karşılıklı şekilde zenginleşdirilmesi için itibarlı zemin yaradır.
Hele 1999-cu yılda Baküde turnelerde olan İstanbul Belediye teatrosu iki günlüye Şekiye sefer etmiş, burada teatro tamaşaları vermiştir.
Şeki teatrosu ise Aziz Nesinin “Toros canavarı”, halen 1962-ci yılda Şeki han sarayını “dünya mimarlığının nadir incisi” adlandıran N.Hikmetin “Bayramın birinci günü” eserlerini tamaşaya koymuşdur.
Şeki ise bir şehir gibi Türkiyenin hem Giresun, hem de Lapseki şehirleri ile gardaşlaşmış şehirdir. Elbette ki, gardaş ülkelerin şehirleri de gardaş şehir olur.
Ele bu yılın ekim ayının 23-den kasım ayının 1-dek Şeki teatrosunun Türkiyenin Giresun şehirinde turnede olması da deyilenleri bir daha tastik edir.
Polyak dramaturgu Slavomir Mrojekin “Mutlu olay” eserinin Şeki Devlet Dram Teatrosu tarafından şahsen benim tercümemde tamaşaya koyulması beni sevindirir. Amma her şeyden önce onunla fahr ediyorum ki, “tarihle, hafizayla dialog” şeklinde kaleme aldığım ‘ Ruhlarla sohbet’ eseri türkün azemeti hakkında destan gibi değerlendirilmiştir.
Beni sevindiren olaylardan biri de bir-iki ay bundan önce dakik söylesem 2007 yılının agustos ayının10-u ve 11-de Saimbeyli yatılı ilk okul müdürü şair-araştırmacı Ahmet Kaytancının Şekide olması, AYB-nin Şeki bölmesinde onunla geçirdiğimiz edebi görüştür.Mahz Şekide Ahmet Kaytancının “ Siyaha çaldı düşlerim” kitabını müzakire ettik ben orada şairin yaradıcılığına ithaf ettiğim makalemi okudum. Ahmet Kaytancının Şeki edebi ictimaiyeti ile yakından tanış etmek için yeniden şehrimize davet etmeği düşünüyoruz.
Azerbaycan- Türkiye edebi alakaları kendi tarihi devamını bundan sonra da yaşatacaktır.Bir zamanlar Azerbaycanı ermeni genositlerinden koruyan ve mezarı kadir kiymet bilen halkımız tarafından bir secdegaha dönüşen şehit türk askerlerinin kutsal ruhuna ithaf ettiğim bir şiirle sözümü tamamlıyorum:
Sen ey şeref fitneye
Sinesi sınır asker!
Kötülük, yamanlığa
Siper asker, sadd asker.
Sana garipsen desem
Nerden gelipsen desem,
yurdum benden inciyer.
Sen kalpsen, sen can-ciğer.
Hakka dost, hakka gardaş.
Nahakka ganim asker!
Sen türksün, türk oğlusun!
Fahrimsen benim asker!
1918 yaman yılımdı benim,
Toprağım kesik-kesik,
Dilim-dilimdi benim.
Köy-köy tütsülenirdim,
Şehir-şehir yanırdım.
Geldin...gözünle gördün
Ben ne teher yanırdım.
Dar günde, dar ayakta
dadıma çatan asker!
Benim şehit kanını katan asker!
Koymadın tebessümüm,
gülüşüm kurşunlansın!
Nur yağsın mezarına,
gün düşsün, gül serpilsin.
Uyak ruhun şad olsun,
dönüb taş olan asker!
Taşı da Vatanımda,
Vatandaş olan asker!
Vakif Aslan
Şeki Yazarlar Bölmesinin başkanı. türk diline çevireni Gülnare
2.11.2007 Şeki/ Azerbaycan