- 636 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Kurşun,Bir Yaşam
Vedat ile Arzu, lise yıllarından beri birbirilerini sevmekteydiler. Vedat askerliğini yapmış, baba mesleği mobilya atölyesinin başına geçmişti. Arzuysa bir bankanın Halkla ilişkiler bölümünde çalışmaktaydı. Vedat, Arzuyla görüşmek için sürekli bankaya gidiyor, öğle yemeklerini birlikte yerken evlilik planlarını konuşuyorlardı.
Vedat, üç çocuklu ailenin tek erkek çocuğuydu, bu güne kadar ne istediyse olmuştu. Babası onu yanından ayırmaz, ablaları da bir tanecik kardeşlerini hiç üzmezlerdi. Babası, "gözümün önünde olsun" diyerek üniversiteye bile göndermemişti. Hem "ne olacaktı okuyup ta! Gül gibi mesleği var" diyordu
Arzu ise, orta halli bir ailenin en küçük çocuğuydu. Kendisinden büyük bir ablası daha vardı. Ablası evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı. Büyük ağabeyinin birisi yurt dışında çalışıyor, diğeri taksicilik yapıyordu. En küçük ağabeyi ise, Askerliğini yapmış, kahveden eve, evden kahveye durumunda boş gezenin kalfalığını yapıyordu. Arzu, ağabeyinin bu durumuna çok üzülüyordu, her defasında bir bahane bulup işten ayrılıyordu(!). Arzunun çabası yine sonuçsuz kalmıştı, ağabeyi, torna tesviye işinde de her zamanki gibi "dikiş tutturamamış" ve hatta "üç aylık" bir çalışma rekorunu bile kırmıştı.
...
Vedat’ın işleri yolunda gidiyordu, babasından devraldığı atölyeyi kısa sürede büyütmüş, birde çok katlı mağaza açmıştı. Çok büyük hayalleri vardı, mağazalar zincirini büyütüyor, yurdun her köşesinde bayilikler, yeni yeni mağazalar açıyordu. Dünya çapında bir sektör olma hayalini kuruyordu. Hayallerinin gerçek olması için elinden geleni yapıyor sabahlara kadar çalışıyordu. Öyle ki bazı geceler iş yerinde sabahladığı bile oluyordu.
Hafta sonlarında Arzuda işyerine geliyor, birlikte gelecekte kuracakları mağazalar zincirinin ayrıntılarını konuşuyorlardı. Arzu, bankaların müşterilerine verdiği teşvik kredilerinin ayrıntılarını anlatıyor, neler yapılması gerektiği hakkında Vedat’ı bilgilendiriyordu. Sıra Vedat’taydı, "babamı ikna edip ipotek sorununu çözersem, Türkiye’nin bir numaralı markası olacağım" diyordu. Hayallerini gerçekleştirmenin zamanı gelmişti, kararını verdi.
...
Vedat, o gün çok heyecanlıydı "koskoca bir yıl" diyordu. Erkenden işten ayrıldı önce kuaförüne uğrayıp sonra eve gidip en güzel kıyafetlerini giydi. Çok şık olmalıydı, bu, onun ilk "özel" günüydü. Seçkin bir restoranda rezervasyonunu yaptırmıştı, aldığı tek taş pırlantayı bir kez daha kontrol etti. Yolda giderken önce çiçekçide durdu, seçtiği gülleri bir güzel buket yaptırıp oradan ayrıldı. Bankanın önüne vardığında çalışanlar birer ikişer çıkıyorlardı, az sonra da Arzu göründü.
Güzel bir müzik eşliğinde yemeklerini yediler, ikisinin de gözlerinin içi gülüyordu. Bir birilerini kutladılar, saatlerce göz göze bakışıp birbirilerine sayısız defalar Seni seviyorum! Dediler. Dans edip eğlenerek ilk evlilik yıldönümlerini kutladılar. Evlilik, her ikisine de yaramıştı, çok güzel bir beraberlikleri vardı. Herkes onlara gıpta ile bakıyordu, bir elmanın iki yarısı gibi biri birilerini tamamlıyorlardı.
Arzu çok kaygılıydı, içten içe bir kuruntu kendisini yiyip bitiriyordu. Çocukları olmamıştı, annesi her defasında sorunca bir küçük yalanla geçiştiriyordu. Vedat arzunun bu kaygısını biliyor, onu üzmemek için bir şey diyemiyordu. Bir araya geldiklerinde Vedat, "kızımız olursa adını Buse koyalım" derdi. İkisi de çocukları çok seviyordu, olmayan çocukları için şimdiden hazırlık yapıyor, odasına alacakları mobilyanın tasarımlarını konuşuyorlardı. Oysa koskoca bir yıl geçmişti, sevip okşayacak, koklayacak bir çocuk, henüz ortada yoktu.
...
Vedat, hayalini gerçekleştirme yolunda hızla ilerliyordu. Geçen zaman içerisinde, kurduğu şirket her geçen gün yeni atılım yapıyor, iç pazardaki payı her geçen gün artıyordu. Bir aile şirketi olarak kurdukları şirketlerine her gün bir yenisi ekleniyor, holding olma yolunda adımlar atılıyordu.
Arzu, bankadan ayrılmış, karı koca, işlerine dört elle sarılmışlardı. Bir yandan da hastanelere gidiyorlar, çeşitli tetkikler tahliller yapılıyor bir çözüm arıyorlardı. Gitmedikleri hastane, görüşmedikleri doktor kalmamıştı. Son bir çare diye gittikleri yurtdışındaki doktorlarda aynı şeyi söylemişlerdi. Doğal yoldan çocuk sahibi olma hayalleri tükenmişti. Dile kolay, tam yedi koca yıl geçmişti.
Arzu çocuk hayaliyle yanıp kavruluyordu. Sevdiği insana bir çocuk verememenin acısını yüreğinde taşırken çalan telefonun sesi ile irkildi. Aldığı sevinçli bir haber yüreğindeki kıpırtıyı artırdı. Umutları yeniden tazelendi, Tüp bebek yöntemiyle hamile kalabileceği müjdesini alır almaz, gözleri parlayarak Vedat’a sarıldı. Sevinçten ağlıyordu, "Allah’ım sana şükürler olsun, dualarımı kabul ettin" diyerek hemen hastanenin yolunu tuttular. Bir dizi yeni tetkik ve tahliller neticesinde hastanenden randevu gününü ayarlamış olarak geri döndüler.
Vedat, Arzuyu hiç yalınız bırakmıyor, onun, en küçük bir işe dahi el atmasına razı olmuyordu. Sürekli, doktorlar nezaretinde geçen zor bir hamilelik dönemi neticelenmiş, nur topu gibi, sarı, lüle saçlı, mavi küçük gözlü bir kızları olmuştu. Her ikisi de sevinçten uçuyordu. Sevinçlerine ailelerde ortak olmuş ev bayram yerine dönmüştü. Adını "Buse" koydular, Mevlitler okundu, kurbanlar kesildi, hayallerinde süsledikleri çocuklarının odasını telaşla hazırladılar.
...
O gün evde bir koşuşturmaca vardı, çocuklar sevinç içinde oynaşıyordu. Buse’nin kreşteki arkadaşları, apartmanın çocukları ve komşulardan bazıları ordaydı. Yedi yıl süren bir evliliğin ardından hayata gelen minik Buse beş yaşına basmıştı. Babası, kocaman bir pasta yaptırmış, üzerine rengârenk beşte küçük mum dikmişti. Buse’nin bütün arkadaşlarını da davet etmişti. Meyve suları içildi, pastalar yendi, evin içerisi curcunaya dönmüştü. Çocuklar, bir o tarafa, bir bu tarafa koşuşturup oynuyorlardı.
Yan odadaysa, Vedat bey ve Arzu hanım misafirlerle ilgileniyordu. O sırada caddeden sesler yükselmeye başlamıştı. Bir grup genç bağrışa çağrışa caddede tezahürat yapıyordu, belli ki tuttukları takım galip gelmişti, bir başka grupta araçlarla konvoy oluşturmuş havalı kornalarla ortalığı velveleye veriyorlardı. Gençler arabaların camından gövdeleri dışarıda bir şekilde bayrak sallıyor, bağırıp tezahüratlarla coştukça coşuyorlardı.
Zaman ilerledikçe kalabalığın sesi de artmıştı. Coşkulu kalabalığa davullar zurnalarda karışmıştı. Konvoyun ardı arkası kesilmiyordu, tezahüratların yerini arabaların kornası eşliğinde silah sesleri almıştı. Ardı ardına patlayan silah seslerini duyunca misafirlerde camdan kafalarını fütursuzca uzatmış kalabalığı seyre koyulmuşlardı. Akıl alır gibi değildi, şehrin ortasında güpegündüz silahlı Magandalar sürüsü. Ne denilebilir, sahi, başka bir adı olabilir mi bunun, ya da başka bir ülkede böyle bir örnek varımıdır. Bu ne cüretti böyle insanın inanası gelmiyor.
Salonda çocuklar bağrışmaya başladılar, BUSE DÜŞTÜÜÜ! KOŞUUN! ARZU TEYZEE!
...
!!!
???
Camın dibine boylu boyunca uzanmıştı minik Buse, koşuşturmalar başladı. Ambulans arandı "su getirin" diye haykırıyordu Vedat. "Ne oldu kızıma, Buse Yavrum! Konuş benimle!" çabalar nafileydi Buse uyanmıyordu. "Zehirlendi mi yoksa" diyordu, "pastada mı bir şey vardı? Yoksa! Aman Allah’ım, ama ama herkes yedi" diye hem konuşuyor hem "kızım! Yavrum! Diye sesleniyordu.Arzu olduğu yere yığılıp kalmıştı, yalnızca "kı...kı..kız...kızı...mmm..." diyebildi.
Ambulans, sirenlerini çalarak ana kızı hastaneye ulaştırdığında artık çok geçti. Minik Buse çoktan ölmüştü. Gerisimi, gerisini anlatması inanın çok güç. Hani hep denir ya, kelimelerin kifayetsiz kaldığı yer...işte sözün bittiği yer burası . O annenin dramını anlatmaya ne benim ne kelimelerin gücü yeter.
...
Ertesi gün gazetelerin üçüncü sayfasında tek sütunluk bir haber, "Maganda kuşunu can aldı". Bir başkası "Kurşun, doğum gününde buldu" ve "Minik Buse artık yok" deniyordu. Emniyetse "Failler yakalanacak, en kısa zamanda bulup Adalet’e teslim edeceğiz" diyerek Basın açıklaması yapıyordu.
...
Kemal Turgut
26.11.2008 Şiirkolikte yayınlanmıştır
Yeni Öykülerim Yakında...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.