- 1888 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
İSMET İNÖNÜ'YÜ ANARKEN
İSMET İNÖNÜ’YÜ ANARKEN
Dr. Sadık Özen
25 Aralık !..
Büyük Devlet Adamı İsmet İnönü’nün aramızdan ayrılışının yıldönümü.
Kaçıncısı olduğunu yazmıyorum, çünkü benim için önemli değil kaçıncı oluşu. Yaşadığım sürece; saygı, minnet ve özlemle anacağım bu büyük insanı.
İçim acıyarak, gözlerim yaşararak…
Tıpkı değerli yazar Rahmetli Sedat Simavi’nin dediği gibi: “Burnumun direği sızlayarak”
Onu sadece anmıyorum, özlüyorum ve arıyorum. Ellerini iki omzuma koyup, yüzüme sevgi ve şefkatle baktığı günü hatırlıyorum. Hacı Bayram Camii’nde katıldığı cenaze namazını ve Üniversitenin açılışında arabasını havaya kaldırdığımız günleri… CHP Olağanüstü
Kongresinde kollarımın arasında çekilen fotoğrafımızı…
Ve daha neler neler… Darende’de aynı sofrada bulunduğum ve karşı karşıya oturduğumuz günü… Bunları düşündükçe içim burkuluyor, mutlulukla mutsuzluğu aynı anda yaşıyor ve ağlamak istiyorum…
I. İnönü Zaferi’nin yıldönümü için ziyaret ettiğimizdeki sözlerini duyuyorum kulaklarımda. Her türlü siyasetten uzak, büyük devlet adamlarına yaraşır, tarih kokan sözlerle bu savaşı bizlere ne kadar sadelikle anlattığını anımsıyorum.
Lozan’ı, orada emperyalistlere karşı dimdik duruşunu, bir gecede ağaran saçlarını düşünüyorum. O bembeyaz, tertemiz kişiliğini yansıtan apak saçlarını…
Örnek aile yapısını ve şaibesiz geçmişini görüyorum karşımda. Buna rağmen, ona atılan iftiralar ve uğradığı ihanet içimi yakıyor.
Tarihte çok az kişi, bu kadar büyük haksızlıklara uğramıştır. Ve hala da onunla uğraşanlar var. Sağduyudan uzak, bilinçsizce ve insafsızca. Bunu yapanlara yazıklar olsun diyorum ve onları lanetliyorum.
Ah İsmet Paşam ah !... Cumhuriyetimizin kurucusu, en büyük varlığımız, önderimiz, ulusal onur kaynağımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra, milletimiz için bir teselli ve Atatürk ilkelerinin savunulmasında yeni bir güven kaynağı olmuştun.
Bizi yetim bırakan Büyük Atatürk’ün kaybından sonra, seni de kaybetmekle bir kere daha yetim kaldık.
Ne yazık ki, sizlerden sonra yeni devlet adamları yetişmedi.
Ruhunuz şad olsun !...
24. 12. 2008
www.fifirplatformu.net
YORUMLAR
Artık söyleyecek söz bulamıyorum. Benim amacım bu büyük insanın aziz ruhunu incitecek bir tartışmaya neden olmak değildi. Ben, bulduğum her fırsatta ve özellikle ölüm yıldönümlerinde büyüklerimi ve ülkeme hizmet eden insanları saygı ve rahmetle anmayı kendime görev edinmişimdir. Her şeye rağmen bu görevlerimi yerine getirmeye devam edeceğim. Çünkü her şeye rağmen kervan da yürümeye devam ediyor.
Ancak, bölücü fikirlerin ve kindarlıkların bu kadar ileri boyutlara ulaşmasından hen rahatsızlık, hem de büyük üzüntü duyuyorum. Kulaktan dolma şeylerle insanlara kara çalınması ve çabur atılması yanlış oluyor. Ben Rahmetli İsmet İnönü'yü eğer çok yakından tanıyor olmasaydım, belki de onu bu derecede savunma gereği duymazdım. "Köroğlu'nun gözü kör olsun" misali hareket edilmesi gerçekten yanlıştır. İnönü'nün düşmanlarının çok olduğunu biliyorum. Çünkü "Meyveli ağaca taş atılır" Çok şey yapanların çok eleştirildiğini de biliyorum. İsmet İnönü bu ülkeye, barışta ve savaşta, cephede veya ülke yönetiminde çok büyük hizmetler ifa etmiştir. Bunu görmemek nankörlük olur ve ben nankör değilim.
Aspendos arkadaşımı itidale davet ediyorum. Bu yazımda kendisini hitap alan bir ifadem yoktur. Yazdıklarım genel anlamdadır. Ülkemizi bölmek isteyenlerin tuzağına düşmek sadece onlara hizmet etmek ve güç kazandırmak olur. Oysaki biz çeşitli kökenlerimiz ve inançlarımız itibariyle bölünmez bir ulusuz. Birlik ve beraberliğe çok ihiyacımız var. Özellikle şu içinde bulunduğumuz dönemde herşzamankinden daha da çok. Kin ve intikam duyguları insanlara yakışmıyor.
Bütün insanların olduğu gibi İsmet İnönü'nün de hataları olabilir. Zira kusursuz kul olmaz. Ama hiçbirimiz onu yargılama ve cezalandırma hakkına sahip değiliz. Bunları yapmak ve değerlendirmek Yüğce Allah'ın işidir. Ölen insanların arkasından konuşmak bütün dinlerce menedilmiştir. Bırakın, bu insan saevabıyla günahıyla yargılansın ve eğer suç işlemişse hesabını kendisi versin.
Bu sözlerim sadece İsmet İnönü için değil, tüm insanlar için geçerlidir. Ben Rahmetli Adnan Menderes'in sağlığında ona şiddetle muhaliftim. Ama ölümünden büyük bir acı duydum ve içtenlikle gözyaşı döktüm. Ruhuna fatihalar gönderdim ve rahmet okudum. Onun ruhlarını incitecek tek bir sözcük kullanmadım. Çünkü o artık ebediyete intikal etmiştir.
Daha fazla konuşmaya hacet görmüyorum. Rahmeti rahmana kavuşmuş bu insanlara uğraşmak hiçbir fayda sağlamaz. Dilerim bu yazdıklarım yeni tartışmalara vesile olmaz.
Burada fikir beyan eden arkadaşlarımın hepsine sevgilerimi sunuyorum. En iyi dileklerimle...
Sevgili Kardeşim Aspendos, düzeyli yanıtınız beni son derecede mutlu etti. Sizinle yakından tanışmayı ve fikir alışverişinde bulunmayı, düşüncelerimizi paylaşmayı, gerçek bir dayanışma içinde olmayı çok arzu ederim.
Aspendos rumuzunu kullandığınıza göre acaba Antalya'da mı bulunuyorsunuz? Eğer öyle ise buna çok sevinirim. Zira ben Antalya'da yaşıyorum. Size telefon numaramı veriyorum. Beni arayın, görüşelim.
Karşılıklı olarak, hoşgörülü davranmanın güzelliğini birlikte yaşadık. Bu herkese güzel bir örnek olmalı. SeniKürt kökenli bir kardedşim olarak bağrıma basıyor, sevgilerle yanaklarından öpüyorum.
Yeni yılın başarı ve mutlulukla geçsin. Sevgiyle kal.
0532 21243 84
[email protected]
www.fikirplatformu.net
işte benim görmek istediğim tartışma platformu ve medeni ölçüler seviyesinde tartışma biçimi budur..benim martılara seslenişim sizin yazınızla alakalı değil ve sizinle de ilgili değil..benim yorumlarıma hakaretle cevap veren diğer arkadaşla o ölçülerde ve seviyede muhatap olmamak için onu martılara havale ettim..
gerçekten sizi anlayabiliyorum..yaşadığınız zaman dilimi ve süreç size böyle bir sempati kazandırmış.saygı duyuyorum
sadece benim anlatmak istediğim geçmişten ders alarak yeni üzüntülere sebebiyet verecek davranışlarda bulunmamak amacı taşıyordu..
tabiki şu anda çıkabilecek bir savaşta seve seve bu ülke için savaşacak ve mücadele verecek irade gücüne sahibim
ki benim yapmadığım da aşikar değildir..ama buraya yazıpta bundan övünecek değilim...
bende sizinle bir araya gelip bu konuları sizin bu güzel uslübünüzle tartışmak isterim.benim yanlışlarımı siz..sizin varsa ancak bilgi paylaşımla giderebiliriz..
böyle bir cevabı verdiğiniz için tşk.ederim..bakın size karşı düşüncelerim tamamen değişti..insanları despotizmle baskıyla kendinize bağlayamazsınız ..böyle bir dünya düzeni yok artık..
insani boyutlarınızın ve dünya görüşünüzün ileri seviyede olduğuna inandım..
tabiki binlerce defa ne mutlu türküm diyene dedik bu yaşa kadar..arzu ediyorsanız sohbet esnasında bir istiklal marşı da okuyup başlarız..ama ben ülkede kürt olarakta mutluyum.illaki bunu boyutlandırmanın dar çerçevelere sokmanın gereksiz olduğuunu düşünüyorum..
size saygım fazlasıyla arttı..
tşk.ediyorum..
sevgiler....
Sayın Aspendos,
Kim olduğunuzu bilmiyorum, çünkü profilinizde hakkınızda hiçbir bilgi yer almıyor. Ama önemli değil, çünkü size yanıtımı kendi kişiliğime uygun ve sahip olduğum ilkeler içinde vereceğim. Kürt veya Ermeni kökenli olmanız benim için hiç farketmez. Önemli olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanızdır. Dilerim öyledir. O takdirde bir kardeşim olarak üzüntü ve acılarınızı paylaşırım.
Bu yazının buraya konuluşunu engelleyebilirdim, ama bunu asla yamayacağım. Bu korkaklık ve acze düşmek olur. Oysaki ben fikirlerini sonuna kadar savunan ve sonuna kadar sözünün arkasında duran biriyim.
Yazdıklarınızı nereden aldığınızı bilmiyorum. Belki bir araştırma yazısı, belki bir tarih kitabı ve belki de resmi kaynaklardan. Ama bütün bunların, benim bizzat bildiklerimden, yaşadıklarımdan ve duyduklarımdan daha önemli ve değerli olamayacaklarını biliyorum. Benim çocukluk ve gençlik yıllarım İnönü döneminde geçti. Taaa.. İlkokuldan itibaren O'nu görme ve tanıma fırsatı buldum. Uzun yıllar yaşamı birlikte paylaştık. İnönü hakkında çok şeyler duydum ve okudum, ama bunların hiçbirine inanmıyorum. Bazı tarihçilerin, tarihi gerçekleri saptırdıkları gibi, bazı siayetçiler de haksız yere ona saldırdılar ve ölümünden bunca yıl sonra bile saldırmaya devam ediyorlar. Bana göre bu İsmet İnönü'nün ne kadar büyük bir insan olduğunu gösterir. Tıpkı, karşı devricilerin hala Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e saldırmaya devam ettikleri gibi. Çünkü bu büyük insanlar bu vatanı yeniden kuranlar ve büyük devrimler yapan insan üstü insanlar.
Yazınızdaki öyküleri yüreğim kanayarak okudum. Bence bu öyküler tarihçilerin yazdıklarından daha doğrudur. Üzgünüm. Ama olaylar sadece sonuçları itibariyle değerlendirilemez ve eleştirilemez. Önemli olan sebep/sonuç ilişkisidir. Burada da böyle olmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra yurdumuzda yüzlerce isyan çıkarıldı. Bunların menşelerinden söz etmek istemiyorum. Çünkü onları çıkaranların torunlarını üzmekten kaçınırım. Bütün bunların, vatandaşlarımın öz duygularının ürünü olmadığına kesinlikle inanmaktayım. Bunlar, emperyalistlerin birliğimizi ve dirliğimizi bozmak ve ülkemizi parçalamak için harcadıkları çabanın ürünüdür. Aynı şeyler hala devam etmektedir.
Geçen tarihi süretçe sonuçların bu aşamaya gelmesini istemezdim. Ama sebepler de bunları yaratacak unsurlar olmamalıydı. Olaylar bir başka isimde bugün hala devam ediyor. Kırk bine yakın vatandaşımız öldü. Hergün birkaç şehit veriyoruz. Bugün bile 3 askerimiz şehit oldu, sekiz askerimiz de dördü ağır olmaküzere yaralı.
Eğer sözünü ettiğiniz vatandaşlarımız, yine sizin sözünü ettiğiniz koşullarda olsalardı, Birinci Dünya Savaşı' na, Çanakkale Savaşları'na ve Kurtuluş Savaşımız'a katılırlar mıydı ? Devlete karşı çıkanlar, ne yazık ki emperlaistlerin para gücü ve olmayacak vaatlerle kandırdıklarıdır. Tıpkı bugün olduğu gibi.
Cumhuriyetin ilanından sonra, ülkemizin kalkınmasına ilk olarak Doğu Anadolu Bölgemizden başlanmak istenmiştir. Bizzat Başbakan İsmet İnönü tarafından yürütülen çalışmalar, o günün feodal yapısı içinde, emperyalistlere uşaklık eden ve mütegallibe denilen; ağalar, beyler, aşiret ve tarikat reisleri tarafından, masum halk kışkırtılarak sabote edilmiştir. Yol yapımında kullanılan makinalar ve malzeme taşıyan kamyonlar yakılmış, köprüler uçurulmuştur. Bugünkü durum da bunlardan farklı olmayıp, ülkemize zarar veren her türlü eylem yapılmakta, beyinleri yıkanan canlı bombalar masum insanların üzerine gönderilmektedir. Bu gerçekler gözardı edilebilir mi?
İsyanların en büyüğü ve sonuncusu olan Dersim İsyanı 1939 yılında bastırılmıştır. O zaman ben beş yaşında bir çocuktum. Sivas'ın Kangal ilçesinde yaşıyorduk. İsyanı bastırmaktan dönen birliklerin komutanları babamın terzi dükkanında, ikram edilen çayları yudumlarken anlatmışlardı. Bir isyancı kız, siper aldığı bir araba tekerleğinin arkasına gizlenerek tam 82 askerimizi şehit etmiş, sonra da vurulmuş. Kalngal'da, isyanı bastıran askerlerimizi de görmüştüm. Anlatılanlar, dinleyenleri dehşet içinde bırakıyordu. Tıpkı Abdullah Çittçi ve Ethem Polat'ın anlattıkları gibi hunharca katliamlar yapmıştı isyancılar. Yani hiçbir şey tek taraflı değildi. Üstelik isyanı bastıranlar vatan için canlarını vermişlerdi. Onlar Türkiye'nin çeşitli yerlerindendi. Yani, isyanın sadece doğu bölgesinde yaşayan ailelerin çocukları ile bastırılması söz konusu olamazdı.
Yani, isyanlar bastırılmamalı da ülke inyancılara ve onların arkasındaki emperyalist güçlere teslim mi edilmeliydi? Böyle bir şey asla yapılamazdı. Nitekim yapılmadı da. Bu tardirde, bugün varlığı ile onurlandığımız ve bütün nimetlerinden yararlandığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti var olabilir miydi ? Devletimizi yıkmak için çıkarılan isyanları basatıranlar bu vatana karşı görevlerini yerine getirmişlerdir. İsmet İsmet İnönü, isterse başkaları olsun, onları kötülemek yerine saygıyla anmalıyız.
Keşke sebepler ve sonuçlar böyle olmasaydı. Ama olmuş bir kere. Küllenen ateşin sönmesine katkı sağlamak yerine, gerçekleri kabullenmeyerek, deşelemenin ve körüklemenin yanlış olduğunu düşünüyor ve bütün vatandaşlarımı, karşılıklı olarak geçmişteki kötülükleri unutmaya, birlik ve beraberliğimizi korumaya davet ediyorum.
Ben içtenlikli yapım ve açık sözlülüğüm gereği, kendimi hiçbir zaman gizleme gereği duymuyorum. Yorumda bulunan diğer arkadaşlar da profillerinde kimliklerini açıkça yazmışlar. Keşke "Aspendos" da bunu yapabilseydi.
Amacım, bir polemik yaratmak değildi. Ben sadece, ülkemize büyük hizmetlerde bulunmuş ve kendisiini yakından tanıdığım bir devlet büyüğümüze karşı sahip olduğum vefa duygusunun gereğini yerine getirmek istemiştim. Doğrusu bu türden bir durumla karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Ama önemli değil, ben İsmet İnönü'yü sevmeye, saymaya ve ona olan manevi bağlılığımı sürdürmeye devam edeceğim. Buna hiç kimse engel olamaz.
Son olarak şunları söylemek istiyorum. Ben söylemek istediklerimi "uçan martılar" a değil, yazıma karşı eleştiride bulunan "aspendos" a hitaben yazdım. Dilerim beni anlamıştır. Bu tartışmayı daha fazla uzatmadan burada bıraksak iyi olur. Çünkü bu site sadece bizler için kurulmamış. Gösterilen nezaket duygularını istismar etmemizin yanlış olduğunu düşünüyorum.
Aspendos'la bir araya gelmeyi ve onunla birlikte "Ne mutlu Türküm" diyerek elele tutuşmayı çok isterim. Sevgilerle...
sevgili resmimden kaçarak özgürlüğe uçmaya çalışan martılarım bazı insanlara polemiğe girmeden medeni ölçüler çerçevesinde nasıl tartışılması gerektiğini anlatırmısınız..yani çamur atmadan hakaret etmeden barbarca kelimeler kullanmadan sadece bilgi ve kültür paylaşımının laf atmaktan ibaret olmadığını ve yüzyıllardır kapalı olan gözleirnin kulaklarının hatta zhinlerinin dağarcığını gaganızla vurark yavaş yavaş açarmısınız sevgili martılarım..
söyleyin herkes açsın tarih sayfalarını yazdıkalrımın içinde tek yanlış kelime varsa kabulümdür..bunu devlet kabul etmiş.resmi kurumlar görmüş ve yazmış..hala bilgiden medeniyetten ve sevgiden uzak insanalr bana laf ebeliği yapıyor sevgili martılar..denizin al renginden gagandaki sarı çzigilere sığınırım..beni yorma ..zaten yıllar çoktan yorgun...
Sayın Aspendos ; eğer tarafsız olarak araştırma zahmetine katlansanız ,tüm sözünü ettiğiniz çirkin olayların arkasında,sizin arkanızda olanlar,yani ermeni ajanları çıkacaktır. Fakat öylesine körelmişsiniz ki - kin ve garezden - bu gerçeklere gülüp geçersiniz. Sonunda kürt halkı adına sadece zararı olacak çirkin bir oyunun kuklası durumundasınız. Ermeniler sizi kullanıyorlar. Sizler de kürt halkı adına bu çirkin oyuna alet oluyorsunuz.
Abdullah Çiftçi, Dersim İsyanı'nda görevli askerdi. Tam 69 yıl sonra 112 yaşına geldiğinde suskunluğunu bozdu ve yaşadıklarını anlattı. Bir hafta sonra da yaşamını yitirdi. Çiftçi, Atatürk'ün isyan çıkmaması için çaba gösterdiğini, 'katliam emrini İnönü'nün verdiğini' açıkladı
Dersim isyan önderi Seyit Rıza yakalanmış, Elazığ'a götürülmüştü. Jandarma karakolu yanındaki meydana getirildiğinde sonradan Dışişleri Bakanı olan Sabri Çağlayangil'e döndü. Sehpaları görünce durumu anlamıştı. Çağlayangil'e 'Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?' diye sordu. Sorusu yanıtsız kaldı. Son sözü soruldu. 'Kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz' dedi. Sonra meydana çıkarıldı. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama O, meydan insanla doluymuş gibi sesizliğe ve boşluğa hitap etti: 'Evladı Kerbela'yız. Günahsızız. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.' Sözleri meydanda yankılandı. Söyleyeceklerini bitirdikten sonra dimdik yürüdü, kendisini asacak celladı itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu...
Yalnız mağdurlar konuşmuştu
Dersim Katliamı'nı yazan tüm tarih kitapları yukardaki bu anekdota apayrı bir yer ayırır. Bu öyle bir anekdottur ki, okuyan herkesi etkilemiş ve düşündürmüştür. Çünkü Dersim'de 1937-1938 yılları arasında yaşananlar, hala okuyanı etkilemeye, hala dinleyeni gözyaşlarına boğmaya devam etmektedir. Ancak bu hikaye ve anlatımlarda eksik bir bölüm vardı. Ne yazık ki bugüne kadar sadece hep mağdurlar konuştu. Sadece mağdurlar hikayelerini anlattı. Soykırımın yürek burkan hikayeleri hep onların ağzından dinlenildi. Peki ya soykırımda yer alanlar? Soykırımı gerçekleştirenler? Onlara ya ulaşılamadı, ya da konuşmak istemediler. Böyle olunca da hikayenin bir tarafı hep muğlak ve belirsiz kaldı.
Konuştu ve öldü
Ancak bu muğlaklığa ve belirsizliğe 112 yaşındaki Urfa Birecik'li Abdullah Çiftçi son verdi. Çiftçi, 1938-1939 yılları arasında Dersim Hozat Piyade Birliği 2. Tabur'da erdi. İsyanın en acımasız bastırıldığı dönemde, isyana kaynaklık eden en stratejik bölgede emir kulu olarak görev yaptı. İsyanda yaşadıklarını ölümünden sadece bir hafta önce 69 yıl sonra 112 yaşına geldiğinde anlattı ve anlatımlarının kameraya kaydedilmesini istedi. Çiftçi katliamda yaşadıklarını anlattıktan bir hafta sonra, 3 Ocak 2007 tarihinde yaşamını yitirdi. Çiftçi, kamera kaydında Hozat'taki ilk günlerini şöyle anlatıyor: 'Dersim'e gittiğimizde Hozat'ta cepheye verdiler. Görev yaptığım birimin ismi Hozat Piyade Birliği'ydi. Bölüğümüzün çoğunluğu Urfalı'ydı. Askerler hep Kürttü. Sarp bir coğrafyası vardı. Dağlar çok yüksekti, tıpkı Ağrı Dağı gibi. Erkekleri hayvan derisinden çarık giyerlerdi. Ne kar bilirlerdi, ne soğuğu. Çok dayanıklı ve güçlülerdi.'
Üzerimize taş atarlardı
Abdullah Çiftçi'yi en çok etkileyen şey operasyonlarda yaşadıkları olmuş. Çiftçi, operasyonlar sırasında köylülerin silahla değil, taşlarla kendilerine karşı savaştıklarını anlatıyor: 'Kış mevsimiydi. Köylere operasyona çıkıyorduk. Operasyona gittiğimiz köyleri önce çembere alırdık. Bu sırada köyün çevresine yerleşen isyancılar üzerimize taş atıyorlardı. Atılan taşlar çığa sebep oluyordu. Çığ yüzünden çember dağılır, düzenimiz bozulur, zayiatlar oluşurdu. Bazen 100 askerin öldüğü olurdu çığ yüzünden. Operasyonlar sırasında çatışmalar da olurdu. Bazı günler 10 isyancıyı ölü olarak ele geçirirdik.'
Hayvanları kesip yerdik
Abdullah Çiftçi, dağ başlarına operasyona çıkan askerlerin yiyecek ihtiyacının nasıl karşılandığına da açıklık getiriyor ve şunları söylüyor: 'Gıda sorunumuz yoktu. Ahırlardan binlerce inek çıkardı. İnekler küçük memeliydi. Onların hayvanlarını kesip yiyorduk. Onların köpeklerini, eşeklerini serbest bırakıyor, geri kalan hayvanları kendimize alıyor, sonra da evlerini ateşe veriyorduk. 2 yıl böyle sürdü.'
Abdullah Çiftçi, köy baskınları sırasında yaşanan katliamları ise ayrıntılı şekilde anlatıyor. İşte Çiftçi'nin anlattıkları: 'Operasyonlar günlerce sürerdi. Köylere gittiğimizde köyün yetişkin erkekleri kaçardı. Sadece çocuklar ve kızlar kalırdı köylerde. Ambarlarını, ahırlarını ateşe veriyorduk. Sonra onların çocuklarını, kızlarını, kadınlarını hepsini ağır makinalı silahların önlerine verip öldürüyorduk. Kanları sel gibi akıyordu. Kimseyi dinlemiyorduk. Tuttuk mu bırakmazlardı, öldürürlerdi.'
Çocuklar birbirine sarılırdı
Çiftçi, özellikle bir bölümü anlatırken gözyaşlarına hakim olamıyor: 'Allah kimseye göstermesin gördüklerimi. Müslüman Müslüman'ı vuruyordu. Çocuklar birbirlerine sarılırlardı. Candı, ne yaparsın. Sonra çığlıkları gökyüzüne yükselirdi. Kanları sel olup akardı. Hala o çığlıklar kulaklarımda, bir türlü gitmiyor.'
Türk köyüne dokunmadılar
Çiftçi'nin anlatımları katliam sırasında yaşanan çifte standardı da gözler önüne seriyor: 'Hozat'ın karşısında bir köy vardı. Ona dokunmazlardı. Türk köyü olduğu söyleniyordu. Operasyona gittiğimizde komutanlarımız sadece köyün içine girerlerdi. Bizim girmemize izin vermezlerdi. Kendileri bizzat sağ olanları çıkartırlardı.'
İnönü vurun dedi
Çiftçi, katliam emrini kimin verdiğini de açıklıyor. Çiftçi, katliam emrini Atatürk'ün değil İnönü'nün verdiğini söylüyor: 'Niçin katlettiğimizi bilmiyorum. Askere gitmedikleri söyleniyordu. Kürtler miydi, gavurlar mıydı bilmiyorum. Savaşıyorduk. Onlar bizi, biz onları öldürüyorduk. Atatürk savaşın çıkmaması için çok çabaladı. Atatürk kırmadı, Atatürk öldükten sonra İnönü dedi ki vurun. 38'de isyan tamamen bastırıldı.'
Ben gördüm
Peki, İbrahim Çiftçi olaylardan sonra vicdan azabı duymuş muydu? İşte Çiftçi'nin soruya verdiği yanıt: 'Gördüklerim söylenmez... Söyleyemem. Ama ben gördüm, yaşadım. Geçen yıllarda hocaya gittim. Hocaya olayları anlattım. Yalnız dedim ki namlumu kimseye çevirmedim. Onları vururken zorlanıyorduk. Ama elimizden bir şey gelmiyordu. Ne yapabilirdik ki. Ben rahatsız olsam ne yapabilirdim ki. Askerim ben. Köyleri hep yaktık yıktık. Bir kişi dahi sağ bırakmadık. Yaktığımız köy sayısı 10 kadardı. Hatırladığım köy isimleri Karaoğlan, Ayvacık, Qazi köyleriydi. Hala Dersim'e giden askerlere soruyorum oraları. Hala o köyler yıkıkmış...'
Çığlık çığlığa uyanırdı, vicdan azabı içindeydi
Abdullah Çiftçi'yi tanıyan herkes, Çiftçi'nin Dersim'de askerlikten döndükten sonra uzun süre içine kapandığını, kimseyle konuşmadığını belirtiyor. Oğlu Yusuf Çiftçi, babasının bazı geceler uykusunda konuştuğunu, bazen de çığlık çığlığa uyandığını söylüyor. Çiftçi, babasına ilişkin şunları anlatıyor: 'Öleceğine yakın herkese Dersim'de yaşadıklarını anlatmaya başladı. Sık sık Allah kimseye göstermesin, gördüklerimi, yaşadıklarımı derdi. Dersim insanına çok yakınlık duyardı. Dersim'e askerliğe giden köy gençleri ile konuşur, oraları sorar, bilgi almak isterdi. Son olarak konuşacağım, kameraya alın dedi. Zaten konuştuktan bir hafta sonra da merdivenden düştü ayağını kırdı. Doktorlar ayağı düzelmiş dediler, ama kısa süre sonra yaşamını yitirdi.'
Çiftçi'yi yakından tanıyanlardan biri de Aşağı Karkutlu Köyü Muhtarı Ethem Polat'tı. Polat, Çiftçi'yi şöyle anlatıyor: 'Anlatınca dalar giderdi. 'Komutanlarımız Türktü ama asker ağırlık olarak Kürttü' derdi. Anlatırken sürekli duygulanıp ağlardı. 'Nasıl böyle bir şey oldu' deyip duruyordu. Sürekli 'anlatılmaz' diyordu. 'Allah kimsenin başına vermesin' derdi.
Vicdan azabı içindeydi...
Dersim Katliamı
Dersim İsyanı, 21 Mart 1937 gecesi başladı. İsyan kısa sürede genişledi. İsyanın genişlemesi üzerine devlet isyanı bir dizi harekat ile denetim altına almaya ve bastırmaya çalıştı. Özellikle Laç Vadisi ve Kutu Deresi bölgesinde binlerce kadın ve çocuk öldürüldü. İsyan sırasında 9 adet savaş uçağı kullanıldı. Köyleri bombalayan, sivil katliamlar gerçekleştiren uçakları kullananlardan biri de Türkiye'nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen'di. İsyan sürerken 1937'de isyan lideri Seyit Rıza idam edildi. 1938'de bastırılan isyanda 90 bin Kürt katledildi. İsyandan sonra da Dersim ismi Tunceli olarak değiştirildi. Binlerce Dersimli de yerinden yurdundan edilerek sürgüne gönderildi.
ne yazık ki şehrin üstüne bombalar yağdıran sebiha gökçende dersimli bir alevi ailesinin çocuğuydu..kendi şehri üzerine bomba yağdırarak tarihe geçti
Van'ın Erciş ilçesinde yer alan Zilan Deresi'nde 1930 yılında yaşanan katliamın 94 yaşındaki tanığı Kakil Erdem, vahşetin gün yüzüne çıkmayan boyutlarını DİHA'ya anlattı.
Katliamda askerlerin 35 yakınını öldürdüğünü belirten Erdem, 'Askerler, hamile kadınların karnını deşiyorlardı. Gözümün önünde 3 akrabamın kafa derisini yüzdüler. İki kardeşi ağaçlarla döverek öldürdüklerini gördüm' dedi.
Zilan Deresi'nde 1930 yılında meydana gelen ve tarihe Zilan Katliamı olarak geçen olaylar sırasında 15 bin kişi yaşamını yitirdi. Katliamın yaşandığı dönemde 45 köy ateşe verilerek yakıldı. O dönem devletin yarı resmi gazetesi durumunda olan Cumhuriyet Gazetesi, 16 Temmuz 1930 tarihindeki sayısında katliamı şöyle veriyordu: 'Ağrı eteklerinde eşkıyaya katılan köyler yakılarak, ahalisi Erciş'e sevk ve orda iskan olunmuştur. Zilan harekatında imha edilen eşkıya miktarı, 15 binden fazladır. Buradaki harp, pek müthiş bir tarzda cereyan etmiştir. Zilan Deresi, lebalep cesetlerle dolmuştur.'
Katliam tarihinde 17 yaşında bir genç olan, Kündük köyünde oturan 94 yaşındaki Kakil Erdem, katliamın sağ kalan ender tanıklarından biri. O günleri ömrü boyunca hiç unutamadığını belirten Erdem, 'Askerler, hamile kadınların karnını deşiyorlardı. Hamile kadınları öldürüp, çocuklarını karınlarından çıkarıyorlardı. İnsanları gözlerimin önünde kesiyorlardı. Benim gözümün önünde 3 akrabamın kafa derisini yüzdüler. İki kardeşi ağaçlarla döverek öldürdüklerini gördüm' dedi. Katliamın başladığı sırada dağlara kaçtığını ve saklandığı yerden olup biteni izlediğini belirten Erdem, 'Günlerce dağlarda aç kaldık. Askerler gittikten sonra köye geri döndük. 35 akrabamı öldürmüşlerdi. Birçok insanı gözümün önünde kestiler. Benim en büyük ağabeyim de sağ, o da bu olayları gördü' diye konuştu. Katliam emrini İsmet İnönü'nün verdiğini anlatan Erdem, 'O katliamı hiç unutamadım. Esir alınanları da öldürdüler. Bu katliamda ölenlerin çoğu Kurtuluş Savaşı'nda savaşmış insanlardı. Bu ülke için de savaştılar' dedi.
Rahmetli babamın,özellikle bizi o günlerde savaşa sokmamak için gösterdiği direnci ve bu yüzden haksızca uğradığı eleştirileri dile getirdiğini ve kahvemizdeki karşıtlarıyla nasıl hararetle tartıştığını şimdi daha bir gururla anımsıyorum. Dedelerimizi o savaşa sokmadığı için,bir çok bebeği daha babasız,bir çok kadını kocasız bırakmadığı için minnetlerimizi sunuyoruz ona. Nur içinde yatsın..
Ermeniler ve içimizdeki hainler,tüm atalarımıza olduğu gibi İnönü'ye de kin kusmaya,utanmadan devam edebiliyorlar maalesef. Üstteki çirkin yorumda olduğu gibi.
Kahrolsun vatan haini,Ermeni uşakları..
Fikret TEZAL tarafından 12/24/2008 2:33:55 PM zamanında düzenlenmiştir.
şu anda hala halklar arası çatışmalar sürüyorsa,hala insanlar birbirine kinle, nefretle bakabiliyorsa ve durmadan ağlıyorsa analar genç yaşta ölen çocuklarına
bunun temel sebeblerinden biride ismet inönü ve kenan evrenin verdiği kararlar ve uyguladıkları şiddet politikasının eseridir..
umarım öbür tarafta verdiği katliam emirleriyle ruhları şad olmaya yeter..