- 1675 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Töre ve Cahillik/ Namus Meselesi
20 Ağustos 2008 tarihli Sabah Gazetesi’nin ilk sayfasında okuduğum bir haber beni gerçekten dehşete düşürdü. Haberi okuyunca insanlığın medeniyeti kendi içinde yaratıp geliştirme yerine bir geriye dönüşe kucak açarak koşması, bir insan olarak beni utandırdı… Habere şöyle bir göz attığım da Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde böyle olayların münferit birer olay olmadığına bir kez daha okuyarak tanık olmanın acı gerçeğini yaşadım. Tekniksel buluşları günlük hayatlarında kullanan bu insanların, bu tekniksel buluşları yaşamlarını değiştirmenin bir faktörü değil de, sanki geriye dönüşün bir sembolüymüş gibi algılamaları dehşte verici sosyal bir gerçekliktir. Haberi hiç değiştirmeden size olduğu gibi aktarırken içinde bulunduğumuz çağın aslında bir medeniyet çağı olmadığını biraz mantıklı düşünen herkesin çıplak bir gözle baktığında göreceğini sanıyorum bunu. Bunun için ülkemizin bir „doğu gerçeği“ olduğunu bir kez daha üzüntüyle algıladım. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaygın olan bu evlilik türüne „berdel“ evliliği veya da takas evliliği diyorlar. Konu üzerine öyle uzun boyutlu sosyolojik bir araştırma yok denecek kadar azdır. Sadece kaynak olarak son yıllarda aktuell olan araştırmacı – yazar Müslüm Yücel’in bir kitabi yayınlanmıştır. O halde „berdel“ bizim „doğu kültürlerimiz“de despotluğun ve barbarlığında bir parçasıdır aslında. Doğu ve Güneydoğu´da, intihar ve töre cinayetleri haberleriyle sürekli olarak gündeme gelen ve evliliklerdeki „kız takası“ anlamını taşıyan „berdel“, kitap konusu bile oldu. Araştırmacı-yazar Müslüm Yücel, yüzyıllardır Doğu ve Güneydoğu´da uygulanan ve şu ana kadar binlerce genç kızın mutsuz ve zoraki evliliklerle birlikte ölüm ve ihtiharına neden olan bu uygulamayı, „Töre, namus ve intihar sarmalında“ üst başlığıyla „Berdel“ adlı kitapta ele alarak ayrıntılarıylada incelemiştir. Berdel´in tarihi kökeni, türleri ve töre içindeki yerine ilişkin bütün detayları biraraya toplayan Yücel, elli iki ayrı berdel örneğini, bu uygulamanın kurbanlarıyla yaptığı görüşmelerle mercek altına alarak ve dünyanın en acımasız uygulamalarından biri olarak kabul edilen berdel ile ilgili net bir fotoğraf ortaya koymuştur. Kendi kız kardeşi de berdel yoluyla mutsuz bir evlilik yaptığı için özel olarak bu konuya eğilen Yücel, bu alanda yazılmış tek araştırma/inceleme kitabı olan „Berdel“de, bin yıllardır dinmeyen bir çığlığı taşıyor geçmişten günümüze...
Benim bunlardan edindiğim bilgiler sayesinde kendim bir hüküm yürüteceğim burada. Bu hükümler de daha çok izlenimler, gözlemler, duyumlar ve aktuel haberlerin toplamını meydane getiren küçük bir deneme olacaktır aslında benim yazmağa çalıştığım bu yazı. Konuyu daha yakından kavramak için ilk önce berdel sözcüğünün anlamını açıklamak gerekir. Berdel iki aile kızlarının takas yolu ile evlendirilmesi anlamını taşıyor. Daha çok başlık parasını ödememek için yapılan berdel evliliklerinde, 4 insanın kaderi aile kararıyla birbirine bağlanmış oluyor. Berdel ile evlendirilen kadınlardan birinin eşi onu istemezse ya da boşarsa, berdel yapılan diğer kadın eşiyle mutlu olsa bile boşanmak zorunda kalıyor. Berdel yöntemiyle evlenen kadının evden kaçması veya intihar ederek yaşamına son vermesi durumunda ise, karşı aileye ya kızları geri veriliyor ya da iki aile arasındaki dostluğun bozulmaması için başka bir kızları ile evlendiriliyor.
Berdel nedir?
Berdel, bir korkudur, bir ölüm kararıdır, mutsuzluğa açılan bir kapıdır, acının Anadolu’da ki başka bir adıdır, bir çaresizlik çığlığıdır, aşiretçiliktir, acıların yüreklere gömülerek kuşaktan kuşağa taşınması demektir. Bir cinayettir, devletin, güvenlik güçlerinin ihmali demektir, boyun eğiştir, sessiz bir isyandır o Ağrı Dağı’nın eteklerinde, Erzurum’un ovalarında, Adıyaman’nın Besni Ỉlçesi’nin Zirce ve Kitiş Köylerin de, Urfa’nın Halfeti Ỉlçelerinin köylerinde süregelen. Diyarbakır’da bir kurşundur körpe bir yüreğe saplanan. Acımasız bir karardır verilir ve uygulanır acımadan, o bir cinayettir durdurulması engel olunması gereken. Berdel, bin yıllardır bitmeyen bir ağıtın adıdır. O küçücük bir kızdır aslında. Ama hayalleri yoktur, sevmek, aşık olmak hakkı yoktur. Çünkü o kan bedelidir. O namus bedelidir. O beşik kertmesidir. O henüz aşkı tanımadan kaderine hükmedilen bir kurbandır. Ağabeyinin işlediği günaha karşılık 70 yaşındaki bir dedeye „eş“ olarak verilen 13 yaşındaki bir kız çocuğunun adıdır. Babasının tecavüzüne karşılık, tecavüz edilen kadının kocasına „kan dökülmesin diye“ sunulan 12 yaşındaki bir yürektir. Berdel, bir ölüm türküsüdür, kurbanların düğününde söylenen...! Gerici aşiret reislerinin karşı taraftakilerinin fikrini sormadan aldığı zorbalıkla verilmiş bir karardır. Doğu ve Güneydoğu´da töre, gelenek maskelerine bürünmüş ölüm kararlarının diğer adıdır „Berdel“. Buralarda berdele asırlardan beri verilmiş binlerce kurban bulabilirsiniz. Sayın yazarımız Müslüm Yücel´in güzel kaleminden, aşiretler içerisinde önemli bir yere sahip olan Berdel´in sembollerle dolu anlamlı değerli bir araştırma ve incelemesini de „Berdel“ adlı bir kitaplada sonsuzluğa taşımıştır.
Töre 4 çocuklu ailenin peşinde: 5 yıl önce berdel evliliği yapan iki aileden biri, 3 çocuklu kadını „geri vermek“ isteyince, bu süre içinde 4 çocuğu olan diğer aileye töreden kaçmak düştü…
Şanlıurfa Siverek ilçesinin Turna köyünde yaşayan Ahmet Suvarigil, 5 yıl önce aynı köyde yaşayan Melek Taysun ile berdel karşılığı evlendi. Ahmet Suvarigil, Melek Taysun ile evlenirken, erkek kardeşi Mehmet Ali Tuysun da Ahmet’in ablası ile evlendi. Ahmet’in 4, ablasının ise 3 çocuğu oldu. Ahmet Suvarigil (31) eşi Melek (26) ve çocuklarını alıp Adana’ya geldi ve burada yaşamaya başladı. Eşi ve çocuklarıyla birlikte mutlu bir hayat süren Suvarigil’in huzuru, geçtiğimiz ay gelen tehdit telefonları yüzünden bozuldu.
„NAMUS MESELESİ“ Ahmet Suvarigil’i arayan eşinin yakınlarından Ömer Karakeçili, „Ablanı birisiyle başbaşa otururken yakaladık. Bu bize göre namus meselesidir. Ablanı evine gönderdik. Kızımızı geri gönder, göndermezsen biz sana yapacağımızı biliyoruz. Seni de, gelmezse bacımızı da öldürürüz“ diyerek tehditte bulundu. Ablasının da tehdit edildiğini öğrenen Ahmet Suvarigil eşi ve çocuklarını yanına alarak jandarmaya ve savcılığa 14 kişi hakkında suç duyurusunda bulunarak koruma istedi. Erol ŞENNUR, SABAH.
Ülkemizin acı gerçeklerinden biriside kırsaldaki yaşam biçiminin bir kader – talih ikileminde dualist bir sistemle yürümesidir. Geri kalmışlığın ve bıraktırılmışlığın sembolü olan binlerce gelenek ve görenekler (töreler) hem egemen sınıfların işine gelmiş, hemde devleti idare eden bürokratlar tarafından atandıkları bölgenin ileri gelen ekabirleriyle hemen temas kurmalarından dolayı temcit pilavı gibi pişirilip her dönemde yeniden yenilmesi gereken baş belası bir yemek olmuştur, gereksiz adet ve töreler. Kırsalda hayat bilenler ve yaşayanlar için öyle zordurki bunu satırlarla anlatmak, nereden başlayacağını ve biteceğini kestirmek hiçte kolay bir durum değildir. Hayat öyle ağırdır ki, taşıyamaz bedenler bazen... Yıkılıverir hayat tıpkı bir çınar gibi üzerlerine insanların... Çok dinledim böylesi hayat hikayelerini. Öykü gibi değil, ama’’ Bir varmış bir yokmuş ’’gibi başlayan, ama gerçek olan yaşanmışlıklar dinledim acı çekmiş ağızlardan… Ilk kez rahmetli „Babaannem“ anlatmışti bana acılı gelin gidişini „dedeme“. Daha 14 yaşındayken bir akşam tarladan eve geldiğinde, „sen yarın sefilerin oğlu Tekiş Mehmet’e gelin gideceksin hazırlan“ deyişlerini. Ama bu elbetteki berdelsel bir örnek değildir, ama kimseye fikri sorulmadan 1920’li yıllarda verilen bir karar olduğu için töresel bir karardır. Bu kırsalın kaderidir aynı zamanda… Uzaklara su taşıyarak, yarınların belirsizliğinde hayata nasırlı ellerle dokunmak demektir... Mutluluğu toprağın esmer yüzünde aramak... Çıplak ayaklarla hayata gülümsemek... Kırsalda zordur hayat... Henüz anne karnında berdel olmak, beşik kertmesine tabi tutulmak, söz kesmek, o Ali’nin veya Ahmet’indir demek, tıpkı bir kullanım eşyası veya da bir parça parsellenmiş tarla gibi… Böyle durumlarda değişen hiç bir şey yoktur hayat denen sahnede, sadece değişik isimlerle aynı hikayeler aynı bölgelerde binlerce yıldan beri yeni kurbanlar vererek kendilerini tazeler. Diğerleri gibi... Henüz öğrenciyken kesilen sözler ve buna takiben yapılan zoraki ve mutsuz evliliklerdir o. Daha çocukluğunuzu yaşamadan birisine „eş“ olmak demektir boyun eğeceğiniz kaderin bir bölümü olarak… Kendi çocukluğunu henüz yaşayamamışken, çoluk çocuğa karışmaktır. „Kaç kardeşsiniz ’’diye sorduğunuzda, „kızları da sayayım mı’’ demek, kız olmak, kadın olmak demek daha zorlu bir yaşam sürmek demektir kırsalda anlaşılan. Erkek erkekti sonuçta ne de olsa erkek... Peki, ya kadınlarımız? Kızlarımız? Onlar da insan değiller mi? Biz saymasak, gözardı etsek bile onlar var. Yaşamın kuytusunda değiller onlar, gerçek hayatın içinde dönebilen… Soluk alıp soluk veriyorlar... Duyguları, senin benim gibi sahici... Sen saymasan, ben saymasam bile onlar var.
Kırsalın zorluğunda birde kadın olmak vardı demek... Düşünmek bile istemiyordum. Töreler, zoraki evlilikler, gözümün önünden tıpkı bir film şeridi geçip gitmişti... Demek kuytusunda bir ömrün çığlığı, sessizce çıkan ve de belki de duyulmayan, hayatlar vardı işin sonunda heyhat!... Ne acı, eziliyordu, büzülüyordu işte. Hayat adını verdiğimiz pranganın dişleri arasında hayatlar... Kadersizliği kader ve tevekkül olarak gören bizim kadınların ,yazgısıdır, kuma olmak, kapatma olmak, atılmak yaşamın bir kuytusuna bir ömrün... Ama neden? Neden bu yazgı bizim kadınlara hep…? Neden? Kadınlarımız... Başına gelen aklına gelmez mi? Anlatsam anlatabilir miyim seni? Ve yahut, seni anlayabilir miyim? Susuyorsun .... Susuyorum... Susmak belki de en iyi kaçış yolu kim bilir? Her şeye kalbiyle değilse bile, diliyle „evet” demek... 14’ündeki evliliklere, zoraki evliliklere, yarınlara, yarınların dehlizlerine „evet” demek… Neden…? Kırsalda zordur hayat... Hele de kadın olmak, daha da zor... Bu kaderi yok etmek yine bizim kadınlarımızın elindedir, eğer kadınlarımız kadın olmanın bilincine gerçekten varabilidikleri zaman… Karşılıklı saygının ve sevginin olduğu bir toplumda kadın ve erkek birbirlerinin tamamlayıcısı olduğuna göre beraberliklerde engin ve hoşgörülü gönüllerde alınması gereken kararlar olmalıdırlar. Özgür bir irade ile verilen her karar hatalarımızı biraz daha azaltacağına göre, özgür iradeli seçimlerin bol olduğu toplumsal bir yapıya kavuşmak dileğiyle…
Berdelin Tarihçesi
Farklı iki toplum birime ait olan „Damat“ ve „Kayın“ olarak karşımızda bulunan bu iki erkek temsilci, ait oldukları farklı toplum birimler birbirleri ile evlilik ittifakı kurarak ’kardeşleştiği’, „kardeşlik akrabalığı“ kurdukları için, aynı zamanda birbirlerinin’kardeşi’, „eşdeğeri“, ve ikiz’leriydi de. Birbirinin elti ve görümcesi olan, Dumuzi ile Enkidum (veya Kişzidum)’un karıları, iki toplum birimin „kardeşleşmesi“ nedeniyle birbirleriyle „kız kardeş” akrabalık ilişkisi içinde de bulunuyor olmalıydılar. Bu yüzden karşı toplum birimindeki kocaları olan Dumuzi veya Enkidum onların aynı zamanda „erkek kardeşleri“ydi de. Görece geç sentezleşmiş ilahilerde, Dummuzi’nin İnanna’nın hem aşığı, kocası ve hem de „erkek kardeşi” olarak nitelenmesi bu yüzden olmalıydı.” (Tarihçe alıntıdır).
21 Ağustos 2008, Frankfurt am Main, gece saat 02:00 de son noktayı koydum.
YORUMLAR
Karşılıklı saygının ve sevginin olduğu bir toplumda kadın ve erkek birbirlerinin tamamlayıcısı olduğuna göre beraberliklerde engin ve hoşgörülü gönüllerde alınması gereken kararlar olmalıdırlar. Özgür bir irade ile verilen her karar hatalarımızı biraz daha azaltacağına göre, özgür iradeli seçimlerin bol olduğu toplumsal bir yapıya kavuşmak dileğiyle…
...........................................................................
temennizie katılmamak mümkün değil.başkaca yaxzılarınız da bekleriz.saygılar.
Yazınız üzüntüyle okudum, diken diken oldum !
Bu berdellerin yaşandığı yerlerde , kanun nizam yokmu.Öğretmen , doktor bulunmazmı..Aşiretler çocuk coluk okutmaz mı, köyden şehre gidenler yalnızca kendi canlarını mı kurtarır.Bu insanlara dur demenin yolları bulunmaz mı ?
Töre bu mu?
İnsanlık mı bu ?
Teröristin hakkını savunmak için Millet Meclisinde sandalye işgal edenlerin, berdellere neden sus kaldıklarını soruyorum.
Soruyorum ?? Sormalıyız oralardan vekil seçilip, eli kanlı yüreği taşlı katilleri savunacaklarına ,kızlarına kadınlarına İNSANLIK' larına ve dahi bu yapılan ''namussuz'' luklarına durun demek için otursunlar o sandalyelerde !!
Avrupaya göstersinler bu yüzlerini, o medet bekledikleri amerikaya , avrupa insan haklarına bir de bu yönlerini göstersinler !
ÖNEMLİ BİR KONU
BİR ŞİİR BIRAKIYORUM SAYFANIZA
TOPLUMSAL SORUNLARI OKURKEN SIKILIYORMUYUZ GÖRMEZDEN GELMEK Mİ TERCİHİMİZ BİLMİYORUM
SAYGILARIMLA
Töre dört yanımı sardı!
Ellerim boş
avuçlarım neden sımsıkı?
Hayallerim ,
hatıralarım hepsi kaybolmadı mı?
Sevdamın tadı,
ölüm çığlığı
tavanda asılı .
Töre dört yanımı sardı!
Uçuşan perdelerde barut kokuları,
çitlere takılı gelinliğimin parçası kanlı.
Duvarları yıkılmamakta kararlı,
beyinleri!
örümcek ağlı ,
gözleri kan çanağı ,
ağızları salyalı,,
elleri kanlı,
aile meclisi kararı verdi;
“Üzerimizdeki leke ancak bu şekilde çıkar’’
İzcim Ağam,
Avcım kardeşim oldu .
Gözlerime bakamadı .
Bakamadı da
vurdu…
Titriyor canım
çıkamıyor .
Gözlerim yarı aralı
kapanamamış
açık gidecek besbelli.
Sevdiceğim
bir karış ötemde yatar kulağımda sesi ;
‘’o kınalı parmaklardan o beyaz eller
yolcuyu yolundan eyleyen dilber’’
Kalk sevdiceğim
gitme yoluna ,
o yoldan dönülmez
içtin ağuları da
bensiz gidilmez.
Kaçarsın bulurlar.
Beraber tutmaz da yan yana vururlar.
Ey ağalar!
14 yaş 65 e gelin gider mi?
Kardeş kardeşle everilir mi?
Berdele karşı gelinir mi?
Kız eşya gibi değişir mi?
Aydınlar!!! susar da durur mu?
Bunun adına da
Töre denilir mi?