- 518 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hüzün
Tatlı bir acıdır o aslında bazen, dalıp gittiǧimizde derin hulyalara, bizi kendi havasına kaptırarak içimizde eylül sarılıǧı renklerin binbir türlüsünü tuvaline resmederek kendi engin ihtişamını yaşatmak ister. Daldan kıvrıla kıvrıla, yerçekiminin etkisiyle kendini yavaş yavaş aşaǧıya doǧru brakan bir çinar yapraǧına bakarak bunun ne demek olduǧunu biraz daha yakından anlamamız bazen hiçte zor deǧildir. Öbek öbek yıǧılan gazellerde, sarı yapraklarda, sararıp solmuş otlarda, kendini uçsuz bucaksız sonsuzluǧa bırakan koru ve ormanlarda onu görmek adeta hayatta neyi kaybettiǧimizin hesabınıda sormaktadır aslında insana… Hüzün; gam, keder, gussa manalarına gelen Arapça‘ da ki „hazen kelimesinden dilimize girmiştir. Araplar bu kelimeyi sevinç ve neşenin zıddı olan psikolojik bir durumu izah etmek için, kişinin iç dünyasından dış görünümüne yansıyan durumunu belirtmek için kullanmaktadırlar. Türkçe’ye „gönül üzgünlüǧü ve iç kapanıklıǧı“ olarak çevrilmiştir. İnsanın herhangi bir durm karşısında duyduǧu elemdir. Yani diǧer bir deyişle yaşamdan çekilen sıkıntıların içine bıraktıǧı, zarar, ziyan, beklenilen şeylerin elde edilememesinden duyulan acıdır. Beklenilen sonucun elde edilmemesi sebebiyle duyulan acı çekme ve üzülmedir.
Hüzün, insanın insanlığındaki belleǧinden kaynaklanır ve bu huzuru şuurunda olduğu sürece de onun ileriyi görme basiretinde buğulanır durur. Aslında böyle bir hüzün dinamizmi, ferdin sürekli bir arayışa yönelmesi, hüzne esas teşkil edecek şeyleri duyup, hissedip zor durumlarda, çıkmazlarda yüzerken engin hayalleriyle sığınması ve naçar kaldığı her yerde, onu „çare“ olarak görüp ona sıǧınması demektir. Bir yönüyle insanın ona dehalet etmesi da çok lüzumlu ve çok gereklidir. Ayrıca, ömrü kısa, gücü az, talip olduğu şeyler çok pahalı ve birleri bin etme mecburiyetinde olan biz insanlar, maruz kaldığıǧımız hastalıklar, yolunu kesen sıkıntılar, müptela olduğu acılar, elemler gidip hüzünle buluşunca yıkılmalar daha kolay olur. Hüzünün yaşandıǧı belkide insanlara verdiǧi en büyük acı aşklardan kaynaklananıdır. Burada hüzün „tatlı, ama bir o kadar da acı veren işkenceye dönüşür. Hüzün, insanın kalb mekanizmasını, duygular âlemini gaflet vadilerinde dağınıklığa düşmekten koruyan bir sera, bir atmosfer ve zoraki bir çevremizi sarmalayan, bizi yumak yumak saran, dolayısıyla da zoraki konsantrasyon yoludur. Hüzün içimizde saklı olan, sihirli olan bir yöndür. Ruhu normal şartları yaşayan herkes bu duyguyu hayatında defalarca tekrar tekrar yaşar. O bazen davetsiz bir misafir gibidir, isyana imkan vermeden kapınızı çalar ve evinizden içeri girebilir. Sizin bazen ona hayır deme imkanınız olamaz. Hüzünde isyan olamaz, onda sadece kabulleniş ve gönüllü bir teslimiyet vardır. Acı gibi yakarak boǧmaz sizi o, onun gönlüde en az sizinki kadar engin ve münevverdir, her seyi biraz da sitemle karışık bir hava da sizinle solumaǧa, o çaǧlardan beri insanoǧlunun vazgeçilmeyen bir arkadaşıdır. Gelişine sevinmediǧimiz gibi, gidişine de üzülmezsiniz. Hüzün deprasyonların arefesidir, bayram öncesi yaşanan pazar kalabalıklarının gürültüleri gibidir. Yanlızlık, içe kapanmak, kendi kendisiyle fazla meşgul olamk, işsiz kalmak, ayrılmak, beklenilmedik bir anda ortaya çıkan hastalık ve ölümler, terkedilme ilk başlarda hüzünle ortaya çıkarak deprasyona doǧru bir mesafe alabilir. Bu durum yazın bitişi ve sonbahar aylarının ve kışın başlamasıyla daha aǧir bir bunalım şekline dönüşebileceǧi gibi, bazende hafif syrıklıklarla atlatılan bir araba kazası gibi sizi inciterekte geçebilir. Eylül ayının son günlerinde başlayan ve nisan ayında biten mevsimsel depresyon rahatsızlığı kapınızı her an çalabilir hüzünle beraber. Psikoloji Bilimsel araştırmalara göre, ABD’de her yıl 10 milyondan fazla kişi „Mevsimsel depresyon“ yaşıyor. Mevsimsel depresyonun farklı kentlerde, farklı iklimlerde yaşayan milyonlarca insanı etkilediğine işaret eden VKV Amerikan Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Uzman Psikolog Aslı Akkan, kadınların erkeklere oranla daha fazla bu rahatsızlığa yakalandığını belirtiyor. Bunu diǧer bir bariz örneǧi ise kuzeyin zengin ülkelerinin insanlarının tatillerini sıcak bölgelere giderek geçirmeleri gösterilmektedir. Adeta kış aylarında sıcak bölgeler akın eden turist kafileleri bunların canlı örnekleri olsa gerek. Bunun asıl sebebi yorucu ve yoǧun iş günlerinin arkasından doǧal aydınlıǧı ve güneşi doyasıya yaşama isteǧi ile beraber, asıl amaç içte biriken hüzünü, o tarif edilmez melankoliyi yok etme gayretidir.
Bu rahatsızlığın en tipik belirtileri arasında; mutsuzluk, ümitsizlik, isteksizlik, değersizlik hissi, uyku düzensizliği, enerjisizlik ve çabuk yorulma, iştah değişikliği (azalması veya artması), gerginlik, karamsarlık ve hatta ölme isteği sayılıyor. Mevsimsel depresyonun her ne kadar nedeni tam bilinmiyorsa da, bu konuda çeşitli görüşler ortaya konuluyor… Örneǧin eylül ayının başlangıcı itibariyle kuzeyin insanlarının uzun ve karanlık sisli günlerin gelişiyle beraber yukarıda sayılan özelliklerin artarak psikloglara ihtiyacın fazlalaştıǧını istatisikler göstermektedir.
Melatonin: Bu hormon insanın fiziki hareketlerini yavaşlatan, uykulu ve bitkin yapan doğal bir sakinleştirici görevi görüyor. Günlerin kısalması ve güneş ışığının azalması melatonin üretimini artırarak kişiyi daha az enerjik, yorgun, ve isteksiz yapıyor. Bu da mevsimsel depresyona yol açabiliyor.
Seratonin: Kış ayları ile birlikte vücuttaki „mutluluk hormonu“ seratonin üretiminde azalma yaşanıyor. Bu da mevsimsel depresyona neden olabiliyor.
Karanlık yazılar bile bıktı bıktı, heyelanlar yüreǧimizi bir o yana, bir bu yana bazende hiç bir yana. Sana sarılmayı, seninle uyumayı, özlemeyi özlenmeyi baya özledi yürekler. Bazen hıçkırarak aǧlamalar, ama kimse için deǧil artık, içimizdekideki hüzün için, sadece kendimiz için aǧlamalarıız. Çünkü sen kuruttun gözyaşlarımızı şimdi onların yerinde karlar var … boşver … sen onları artık. Şimdi sadece senin yerini hüzün dolduruyor kalblerimizde, ya da bazı geceler istemeyerek evime alıp bir iki kadeh rakı veyada wiskiden sonra beraber olduǧum zaman. Onlar ki bir gönül eǧlencesinden dolu dolu veya doyasıya yaşanılan bir kaç saaten fazla bir ºey deǧiller. Oysa insanlar benim bir sosyal bilimci olarak bildiǧim kadarıyla sevdikleri bir şeye tutunarak sımsıkı sarılırlar. İçlerinde hüzüne karşı, sevgiye bir tutku ile, ve tutmaya dair daha ne kadar sözcük varsa hepsine ve hepsi ile baǧlanırlar, son dakikasına kadar kendi içinde inandıklarına. Ama, sen kimsin söylesen bize, adından başka bir hiçsin, deǧerin diǧer insanların verdikleri deǧerinin toplamından başka bir şey deǧildir. İşte hüzünü yaşamak denen bu olsa, olmayana, eksikliǧi duyulan özleme kavuşma.
12/13.10.2008, Frankfurt am Main, Almanya, saat gece 02:38’de
Hasan Hüseyin Arslan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.