- 7736 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Orhan Veli KANIK
Orhan Veli KANIK
( 13 Nisan 1914 – 14 Kasım 1950)
Türk şiirini dev bir yapı olarak kabul edersek, Orhan Veli’yi ayrıtlılarla şekillendirilmiş bir tanım ekseninde anlatmak ve bu yapıya yerleştirmek durumundayız. Orhan Veli öyle bir yerde durmalı ki , onu yerinden söküp almaya kalktığınız zaman ortada yapı adına bir şey kalmamalı. Kalmaz da zaten. Çünkü o, Türk şiirinin kaderini değiştirmiştir. Hatta kimilerine göre Orhan Veli Türk şiirinin kaderidir.
“1914’te doğdum.1 yaşında kurbağadan korktum.9 yaşında okumaya,10 yaşında yazmaya merak sardım.13’te Oktay Rıfat’ı,16’da Melih Cevdet’i tanıdım.17 yaşında bara gittim.18’de rakıya başladım.19’dan sonra avarelik devrim başlar.20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim.25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum. Hiç evlenmedim, şimdi askerim.”
Bu şekilde anlatmakta kendini arkadaşı Muvaffak Sami Onat’a gönderdiği mektupta Orhan Veli. Aslında yaşamını anlatmaya başlarken 13 nisanda, pazartesi sabahı İstanbul Beykoz’da doğduğundan söz ederek de başlamak mümkün söze. Ama yaşamından kesitler sunarken şiire ait olmayan başka bir paragraf açma şansı bulamayacağımızdan, bu küçük ayrıntıyı atlayalım istedik.
Edebiyata ilgisi okumakla başlayan Orhan Veli, Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden biri olmayı yeteneğine, bilgisine ve çalışkanlığına borçludur diyebiliriz. Ama dilerseniz gelin Orhan Veli’yi bu alışılagelmiş deyimlerden kurtaralım ve daha tartışmaya açık, daha iddialı sözlerle anlatmaya çalışalım. Orhan Veli Türk edebiyatındaki ölümsüz yerini birazda yaşadığı döneme borçludur. O dönemin koşullarının pek çoğunu kendisinin oluşturduğunu inkar edemeyiz. Ancak o Türk şiirine gönderilmiş tanrının eli gibidir deyim yerindeyse. Türk şiirinde 1500 yıl değişmeyen bir geleneğin öğretileri ekseninde girilen 20. yüzyılı ve günümüzü kıyaslarsanız, Orhan Veli’nin Türk şiirine müdahale etmek için görevlendirildiği hissine kapılmanız kaçınılmazdır. Tabi kendisine sunulmuş bu armağanı en iyi biçimde değerlendirmiş olan Orhan Veli’ye bahşedilmiş olanlar bunlarla sınırlı değil. Yine 1930’lu yılların en değerli öğretmenlerinin elinde yetişmiş olmanın ayrıcalığından da sonuna kadar faydalandığını görmek zor olmasa gerek. Ahmet Hamdi Tanpınar, Rıfkı Melül Meriç ve Halil Vedat Rıfatlı bunlardan yalnızca bir kaçıdır.
Galatasaray lisesinde başladığı öğrenimini, babasının işleri dolayısıyla, ilk okul 5. sınıftan itibaren, Ankara’da sürdürmek durumunda kalır. Gazi ilk okulundan mezun olduktan sonra yatılı olarak Ankara Erkek Lisesine girer. Kısa bir süre sonra önce Oktay Rıfat’la sonra da Melih Cevdet’le tanışırlar. Sanatın değişik dallarıyla ilgili pek çok etkinlikte görev aldığı bu süreç, özellikle ilkokul yıllarından başlamış olan edebiyat merakını harekete geçirmiştir. Lise yıllarında Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le birlikte sesimiz dergisini çıkarırlar ve üç şairin de edebiyat dünyasındaki serüvenleri başlamış olur.
Lise yıllarından sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne yazılır ve edebiyat çalışmalarını burada da sürdürür. Sesimiz dergisindeki çalışmalarından sonra ilk kez bir şiiri 1 Aralık 1936 yılında, Varlık dergisinde basılmıştır. Ardından İnsan, Ses, Gençlik, Küllük, İnkılâpçı Gençlik gibi dergilerindeki eserleri izlemiştir. (1936-1942). Sonraki yıllarda ise Varlık, Ülkü, Demet, İşte, Aile dergilerinde şiirleri ve yazıları görülür(1942-1948). Bu arada Garip (1941- O. Rıfat ve M. Cevdet ile birlikte) , Vazgeçemediğim (1945) , Destan Gibi (1946) , Yenisi (1947) , Karşı (1949) , Nasrettin Hoca Hikâyeleri (1949), Bir Kapı Ya Açık Durmalı Ya Kapalı (1943- A. De Musset’den) , Scapin’in Dolapları (1944- Moliere’den) , Fransız Şiiri Antolojisi (1947) , W.Shakespeare, Hamlet Ve Venedikli Tüccar (1949- C. Labm’dan - Ş. Erdeniz’le) eserleri yayınlanır. 1 Ocak 1949 yılında Ankara’da 15 günde bir çıkan Yaprak dergisini yayımlamaya başlar. 15 Haziran 1950 yılına kadar tüm işlerini tek başına yürüttüğü bu dergiyi çıkarmaya devam eder. Bu tarihten sonra maddi imkansızlıklar dolayısıyla dergiyi yayımlayamaz.
10 kasım 1950 gecesi Ankara’da karanlık bir sokakta yürürken belediyenin kablo döşetmek için kazdırdığı bir çukura düşer ve başından hafifçe yaralanır. İki gün sonra İstanbul’a gelir. Başı ağrımaktadır. 14 Kasım Salı günü öyle vakti, bir arkadaşının evinde yemek yerken fenalık geçirir. Hastaneye kaldırılır. Alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi edilir. Oysa kendisi beyin kanamasından rahatsızdır. Akşama doğru komaya girer. Gece saat 23:20’ de hayata gözlerini kapar.
Orhan Veli’nin genç yaştaki ölümü ülkede derin üzüntü ve yankı yaratır. Aydınlar, yazarlar ve sanatçılar dan oluşan bir kalabalığın omzunda Beyazıt Camii’nden Sirkeci’ye kadar omuzlarda taşınır. Rumelihisar mezarlığında toprağa verilir.
Kardeşi Adnan Veli Kanık, doktorların ölüm sebebini anlamak için yapılan otopsi sonrasında dikişlerinin iyi yapamamaları yüzünden tabutu taşınırken, tabutu tutanlardan bazılarının eline kan pıhtısının bulaştığını anlatır( Orhan Veli İçin – 1953). Bu olaydan çok etkilenen dostu Halim Şefik Otopsi şiiriyle tepkisini dile getirir:
Morgda açılınca kafatası
Doktor beyler beyin gördüler
İndirince tek kafesine neşteri
Doktor beyler yürek gördüler
Yürekte ne gördüler dersiniz
Yürekte memleket gördüler
Dünya gördüler
Bir de dost gördüler
Ama bu işde doktor beyler
Doğrusu geç kaldılar
Çok geç kaldılar
Orhan Veli için söylenenler :
“Tarihin beğenerek andığı insanlar daima dönüm noktalarında bulunmalıdırlar ki Orhan Veli de bu dönüm noktalarından birindedir.”
Vedat Günyol
“Dünya şairleri arasına en kolay katılabilecek şairlerimizden biri de Orhan Veli’dir. Rumeli Hisarı’nda yeniden türkü söylemeye başlayan bu garip kişi Türkçe’yi insanca söylemesini biliyordu.”
Sabahattin Eyüboğlu
“Genç şair ve eleştirmeciler onun için bir kaç kitap yazsalar çok yerinde olur. Aradan bir on sene geçsin, kıymeti daha çok anlaşılacak gibime geliyor. Bir genç şair eleştirmecinin onu uzun uzun, seve seve bize anlatmasını bekliyorum.
Sait Faik
“Okuyun, o şairleri okuyun: yarın herkese uyarak anlayacağınıza şimdi kendiniz keşfedin.”
Nurullah Ataç
“Orhan Veli çok daha ileriye bir adım attı: şiirin kendi öz bir dili, bir vezni olmadığı gibi kendine öz konuları da olmayacağını gösterdi.”
Nurullah Ataç
“Orhan Veli’nin kavgası edebiyatımızın en büyük kavgasıdır, buna inanıyorum. Irmağın yatağını daha doğal bir vadiye indirdi. Şiire kasket giydirdi. Sivilleştirdi onu. Bugünkü şiir verimleri onun da verimleridir biraz.”
Cemal Süreya
“Her tümce bir yana, açık havanın ozanıdır Orhan Veli her anlamda. Caddeler genişledi, kitaplar inceldiyse Çalap’ın işi değildir bu. Geleceğe doğru süren bir şimdinin şiir etkisi. Yalnızca gam değişikliği de değil, hep Atonal. Orhan veli olayı da olaylılığını yitirmiştir artık. Şiiri ise kalmıştır görünüyor, geniş açıdan bir deyişle.
Ece Ayhan
“..., Orhan Veli de dünyamıza, hele bugünkü dünyamıza yakışmayan insanlardandı. Bir masal oldu şimdi. Belki de günün birinde Nasrettin Hoca, Karacaoğlan, Yunus Emre gibi efsaneleşecek. Beklide gökyüzünü maviye boyayanın o olduğuna inanacaklar. Kirli gök yüzüne bakınca ‘bu sabah Orhan Veli tembellik etmiş’ diyecekler.”
Oktay Akbal
Orhan Veli’den Kısa Kısa :
“Aleyhimde yazılan yazıların, lehimdekilerden fazla olması beni memnun eder.”
(Oktay Akbal’a söylemiştir)
“Yazdıkça fark ediyorum; Garip’in müdafaasına kalkışmış gibi bir halim var. Garip’i kimseye karşı değil, kendime karşı müdafaa etmek isterim. Bunun, etrafımı hiçe sayışımdan geldiğini de sanmayın. Garip’i başkalarından evvel kendime karşı müdafaa etmek isteyişim, ondaki kusurları, başkalarından çok, kendim bildiğim içindir.”
( İstanbul, Nisan 1945 – Garip 2. baskı önsözünden)
“Bir aralık, bir arkadaşım ‘sanat bahislerinde aksini isbat edemeyeceğim mesele yoktur’ demişti. Aksi isbat edilemeyecek mesele yoktur demek isbat edilecek mesele yoktur demektir. Mademki isbat edilecek mesele yok; ne diye düşünüyor, ne diye konuşuyor, ne diye yazıyoruz? Sanattan bahsetmek de, sanatla uğraşmak gibi, kaçınılmaz, şifa bulunmaz bir hastalık mı yoksa?
( İstanbul, Nisan 1945 – Garip 2. baskı önsözünden)
“Bir insan bu arada da bir sanat adamı, ferdi olabilir mi? Biraz güç. Toplum içinde yaşayan insan ister istemez toplumsal olmak zorundadır. Toplumun dışına çıkmak – istese de istemese de – elinden gelmez. Ama ferdi kelimesini icat eden de o değimlidir. Yani o toplum içinde yaşayan insan, toplum içinde yaşadığı için de toplumsal olması gereken insan değil midir?
(Şiir ve Toplum)
“ ‘Sanat sanat için midir, yoksa toplum için midir?’ der dururuz. Elbette toplum içindir. Toplum için olmayan bir şey yok ki, sanat olsun. Ama sanatın toplum için olması ne demek. Yani sanat toplumun meselelerini alsın, bunları halletsin, sonuçlarını da halka ildirsin öyle mi? Bunu pek kabul edemiyorum. Çünkü o işleri yapmak için elimizde başka araçlar var. Mesela edebiyat. Edebiyatla sanatı birbirinden ayırıyor musun diyeceksiniz. Birdenbire ayırmıyorum; ama ayırmak lazım geldiğine de inanıyorum.”
(Şiir ve Toplum)
Garip bir akım ve bir çarpıntının etkileri :
Tarih boyunca yapılan tüm yeniliklerin insanlık adına yapıldığı söylenmiştir. Bu dogmatik tespitin aksini iddia etmek neredeyse imkansızdır. Ancak sonuçların en çok insanoğluna zarar verdiği gerçeğini hatırlatarak bir düğümün temelini atabiliriz.
Bir yeniliğe karşı alacağınız tavır dünya görüşünüzün perspektifini ortaya koyacaktır. Ancak somut verilerinin bulunduğu siyasal yenileşme hareketlerinde bile uzlaşma sağlanamaması, daha masum çalışmalarda büsbütün bir kargaşa yaratmaz mı? Örneğin edebiyat gibi kimseyi öldürmeyen bir eylemde herhangi bir uzlaşı beklemek neden mümkün olsun? Dolayısıyla buradan herhangi bir çabayı meşru kılmak için geliştirilmiş tüm savunma içerikli açıklamaları reddederek şunu söylemeliyiz: her çaba kişisel bir bencilliğin ürünüdür. Burada asıl önemli olan herhangi bir etkinliğin nasıl bir bencillik içgüdüsünü doyurduğudur.
Orhan Veli’ye kadar Türk şiirinde işler yolundaydı. Binlerce yıllık bir şiir geleneğini 20. yüzyıla kadar taşımış bir kültürün, şiir adına nasıl bir yenileşmeye ihtiyacı olabilir ki? Hem neden olsun. Yazan razı. Okuyan mutlu. Her gelen bir öncekinin çeşitli düşünceler ekseninde oluşturduğunu biraz geliştirerek birazda kırparak sürdürmektedir. Üstelik özellikle aruz veznine ait en önemli yenilik çalışmaları da zaten 20. yüz yılın hemen başlarında Yahya Kemal ve Ahmet Haşim tarafından gerçekleşmiştir. Hemen akabinde bir değişikliğe neden ihtiyaç olsun ki.
Tüm bu soruların yanıtları yine Orhan Veli’de saklı. 1945 yılında oluşan Garip kitabının yalnızca kendi şiirlerinden oluşan 2. baskısında bu durumu şöyle açıklıyor: “1941 senesinde söylediklerim, 1616 senesinde 52 yaşındayken ölen Shakespeare’in, 377 yaşında söylemesi lazım gelen sözlerdi. Aynı şekilde, bundan yüz sene sonra yaşayacak bir şairin sözleri de benim 131 yaşında düşüneceğim şeyleri anlatmalıdır.” Bu sözlerden hem tüm edebiyat dünyasını karşısına alacak bir çalışmaya girişme nedenini anlayabiliyoruz, hem de 1500 yıllık bir hastalığın teşhisini koyduğunu görüyoruz.
Orhan Veli edebiyat dünyasında ilk defa fark edildiği zaman, almış olduğu eğitimin de etkisiyle Fransız sembolist şairlerin (Baudelaire, Verlaine, Rimbaud) ve bu şairlerin etkisinde yazan (Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı) şairlerin etkisi altında yazdığı şiirlerle dikkatleri toplamıştır. Hece ölçüsüne dayanan, Kafiyeleri önemsediği bu dönemden kısa bir süre sonra Oktay Rıfat’la birlikte yazdığı ilk serbest vezin çalışması olan Ağaç şiirini yayımlar. Ardından yine Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le beraber Garip kitabını yayımlar. Garip kitabı tamamıyla serbest vezinli çalışmaları içeren bir kitaptır. Dolayısıyla o güne kadar yayınlanmış, temeli ölçü ve kafiyeye dayanan şiirlerini de reddetmiş olur. Tabi garip akımına ve yeni vezin çalışmalarına dair pek çok açıklamayı da bu kitabın önsözünde yapacaktır: “ An’ane, şiiri nazım denen bir çerçevede içinde muhafaza etmiş. Nazmın belli başlı unsurları vezinle kafiyedir. Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın kolay hatırlanmasını temin için, yani sadece hafızaya yardımcı olmak maksadıyla kullanmışlardır. (.....) bu arzu iptidai insan için nazari itibara alınabilecek bir ehemmiyetteydi. Halbuki insan o zamandan beri pek çok tekamül etti. Bugünkü insan öyle zan ve temenni ediyorum ki, vezinle kafiyenin kullanılışında kendini hayrete düşüren bir güçlük, yahut da büyük heyecanlar temin eden bir güzellik bulmayacaktır.” Buradan da anlaşılacağı gibi Orhan Veli şiirde kafiyenin ahengi sınırladığı, şairi tembelleştirdiği ve yeni biçimlerin önünü tıkadığı düşüncesiyle Türk şiirinin yeni kuramını yaratmıştır.
Garip akımının Türk şiirine getirdiği tek yenilik veznin ve kafiyenin serbest bırakılması değildir. Bir biçim olarak şiirin başka başlıkların altında anılması ve başka ifadelerin kullanımında şiirsel anlatımın tercih edilmesi Orhan Veli için katlanılması güç bir durumdu. Adına şairanelik dedikleri, şiiri bazı kesimlerin egemenliğinde tutan bir anlayışını temelden reddedip daha sivil bir dil yaratmaya çalıştı. Ancak yalın bir anlatımla, halkın devamlı kullandığı sözcüklerden oluşan bir motif yaratmak oldukça zor bir yoldu. Bu çaba o dönemde uzun süre kendileriyle alay edilmesine yol açmıştır. Örneğin Yusuf Ziya Ortaç 28 Mart 1940 tarihli Akbaba dergisinde “Vezin gitti, kafiye gitti, mana gitti. Türk şiirinin berceste mısraı diye ‘yazık oldu Süleyman efendiye’ rezaletini alkışladılar. Sanatın darülacezesiyle tımarhanesi el ele verdi, birkaç mecmuanın sahifesinde saltanat kurdular. Ey Türk gençliği: Sizi bu hayasızlığın suratına tükürmeye davet ediyorum.” Sözlerini içeren kışkırtıcı bir yazı yazdı. Şiirin kendine ait bir kalıbının olamayacağı savı kolay kabul edilir değildi onlar için. Ancak retorik dili tamamıyla refüze eden bu yeni söylem kısa sürede pek çok önemli şairi etkilemeyi başarmıştı.
Ancak Orhan Veli şiiri çok iyi incelenmediği zaman şiir adına korkunç bir tehlike olma özelliğine de sahiptir. Şiirde kullanılan kolay dilin hangi etkileşim ve bireşim sonucu şiiri meydana getirdiğinin iyi anlaşılması gerekli. Yani “Gemliğe doğru / Denizi göreceksin / Sakın şaşırma” gibi üç dizenin neresinde şiir saklı olduğunu anlayamadığımız zaman Orhan veli’yi örnek aldığımız savunmasıyla meşru kılmaya çalışacağımız pek çok anlamsız şiir yazmamız mümkün. Oysa Gemliğe giderken denizi görmenin yaratacağı şaşkınlık başka bir yerde karşılığını bulmayabilir. Çünkü burada hangi etmenlerin şaire şiiri yazdırmış olabileceği düşüncesi şairin farkını ortaya koyan önemli bir ayrıntı olma özelliği taşımaktadır. Yani yolun sizde yarattığı beklentiler, ancak Orhan Veli şiirinde bir kimlik bulabilirdi diye düşünmek kaçınılmaz. Şimdi bu tür bir çağrışımı yakalamak için Gemlik yerine başka bir yerin adından faydalanmaya, deniz yerine başka bir şaşırtıcı ayrıntı yakalamaya çalışmak şiir adına da bir hayal kırıklığı sayılacaktır. Tabi bu ironi dolu bakış açısıyla açıklamak istediklerimiz, Orhan Veli’nin kendi şiiri adına ortaya koyduklarını hatırlatmaya çalışmak dışında bir amaç içermemektedir. Bazı kuşkular olmasa şimdi bunları satırlara taşımak gereksiz bir ayrıntı gibi görünebilirdi. Oysa gerçekler bize bu sorgulamayı dayatmaktadır.
Garip akımına yönelik gelenekçi kanattan yapılan eleştirileri incelediğiniz zaman, şiirin kolaylaştırdığı yönünde suçlamalara maruz kaldıklarını görebilirsiniz. Şiiri basitleştiren örgünün batı özentisi tutumun bir ürünü olduğu ön yargısının dışında, şiirin içine o güne kadar hiç girmeyen sözcüklerin girmiş olmasının yapıdaki bu zaafları tetiklediği yönündeki görüşler ağırlıktaydı. Oysa bugün karşımıza çıkanlar, Orhan Veli’nin şiir yazma işini zorlaştıran unsurların mekezinde yer aldığı kanısı giderek güçlendirmektedir. Çünkü reddettiği pek çok kalıbın karşılığını ortaya koymamıştır. Yani kafiyeye itiraz edip şiirin sınırlarını daralttığı görüşünü ortaya koyarken, bunun yerine yeni bir kalıp önermemiştir. Hece ölçüsünün yaratıcılığı yok ettiği düşüncesini yansıtırken, alternatifini sunmamıştır. Özellikle gül, bülbül gibi şiirde sıkça kullanılan ifadeleri şiirden atarken yerine yeni kalıplar koymaya çalışmamıştır. Yani neredeyse nasıl yazıldığı hiçbir biçimde çözülemeyecek bir şiiri yaratıp 1500 yıllık bir geleneğe son vermeyi başarmıştır. Özellikle Memet Fuat şu sözleriyle konuya açıklık getirmeyi çalışmıştır: “ Bir kaç yıl önce, kapalı şiir akımı ortaya çıkmadan, bir şair arkadaş söylemişti: Orhan Veli şiiri kolaymış, kolayca yazılıveren şiirmiş.(....) Orhan Veli! Şiiri bütün kolaylıklarında sıyıran, sonuna kadar güçleştiren, yazılamazın kıyısında dolaşan bir sanatçı! Ne zaman Garip’i elime alsam bunu düşünürüm. Garip akımı kadar şiirin elini kolunu bağlamaya çalışmış bir akım azdır sanıyorum” Tabi bu sözleri garip akımının çıkışı sırasında yazılmış şiirleri ve belirtilen ilkeleri baz alarak söylediğini belirtmeliyiz. Elbette Orhan Veli’de kendi şiirindeki bir çelişkiyi atlayacak değildi. Son şiirlerinde nasıl bir yöntem uyguladığını gelin yine Memet Fuat’tan dinleyelim. “ Orhan Veli o kitaba yazdığı ön yazıda, şiirin ne olmadığını anlatırken ya da anlatmaya çalışırken, o kadar çok şeyi bir yana atmış ki şiir ‘yazılamaz’ bir şey olmuştu. Bütün kolaylıkların ötesinde, salt şiir. Ama Garip’teki şiirler gerçekten o yazıdaki düşüncelerin neticesi mi? Sanmıyorum. Yazıda kötülenen kolaylıklar –belli belirsiz- gene girmişti o şiire (bugün belli belirsiz değil, açıkça görünüyor). Öylesine az girmişti ki. ‘Yazılamaz’ı ‘yazılabilir’ kılacak kadar. O şiirler bekli de dilimin en güçlü şiirleriydi.” Bu konunu finalini yapmak yine Memet Fuat’a düşer diyelim ve sözü yeniden ona verelim: “Orhan Veli’nin şiir alanında ki gelişmesi şöyle de özetlenebilir: kolaylıklara dönüş. En güzel şiirlerini, son yıllarda yazdığı şiirleri yazarken şiirin kolaylıklarından bol bol yararlanıyordu.” Bir dogmayla karşı karşıya olduğumuz açık. Orhan Veli genç yaşta ölmeseydi şiire getireceği yenilikler gereği diğer akımlar doğma şansı bulabilir miydi? Acaba İkinci Yeni ve diğer akımlar yaşamalarını Orhan Veli’nin ölümüne mi borçludurlar?
Garip akımı, bir yandan kendi kimliğini ortaya koymaya çalışırken, bir yandan da saldırıları da püskürtmenin telaşına düşmüştü. Dönemin en önemli şairleri her fırsatta Garip şiirine saldırmayı ihmal etmemekteydi. Yahya Kemal’in başını çektiği gelenekçi kanadın tepkilerine, başında Nazım Hikmet ve arkadaşlarının bulunduğu toplumsal gerçekçi akımın tepkileri de eklenmişti. Nazım Hikmet ve Orhan Veli’nin birbirleri aleyhinde şiddetli tepkiler doğuracak açıklamalar yaptıklarını söylemek bir abartı olarak değerlendirilmemelidir. Aslında Orhan Veli’nin Nazım Hikmet’in cezaevinden kurtulması için açlık grevi yapmış olması, buna karşılık Orhan Veli’nin ölümünden sonra Nazım’ın onu dünyaya tanıtma çabasına gönüllü destek vermiş olması, aralarında kişisel bir düşmanlık olmadığının bir belgesi olarak kabul edilebilir. Ancak birbirinin şiirleri için pek olumlu düşünceler beslemediklerini anlamak hiç de zor değil. Nazım Hikmet, Orhan Veli’yi şekilperestlikle suçlarken “ ... şiirimiz genel olarak –bazen çok güzel şeyler de rastlanıyor- bugünkü sefaleti şairlerimizin bir dönüm noktasında iki çeşit, birbirine zıt iki türlü yobazlığa, yani hareketsizliğe, yani ölülüğe saplanmış olmaları, şekil meselesini, kendilerinin kabul ettiği bir tek şekli esas olarak almalarıdır. Mithat Cemal ne kadar şekilperestse, Orhan Veli’de o kadar şekilperesttir. İkisi de yobaz” Hatta Nazım’ın içerik yönünden de Orhan Veli’yi eleştirdiği görülmektedir. “ Mesela Orhan Veli ile A.Kadir dil bakımından birbirlerine yakındırlar ve soldadırlar, lakin muhteva bakımında Orhan Veli merkezinde sağına geçmiştir. En sağda değilse de sağdadır.” Buna karşılık Orhan Veli, serbest nazımı Türk şiirine kazandıran kişilerin başını çeken Nazım’ın gelenekten kopmadığını iddia ederek yermiştir: “..... Nazım Hikmet’in de kusurlu tarafları yok değil. Mesela şekil bakımından çok ihtilalci, görünmesine rağmen, bir çok tarafıyla –tabi bunu söylerken sanatını kastediyorum- eski şiire bağlı. O bağlardan kurtulup sanatsı bir şiir meydana getirmek, Nazım Hikmet’ten sonraki şairlere düşüyor.” Bu konuşmalardan aralarındaki fikirsel ayrılıkların şiirin içeriği ve biçimi konusundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Tüm bu özellikler Orhan Veli şiirinde önemli yer tutan özelliklerdi. Sanatın toplum için yapılması gerektiği konusunda Nazım Hikmet ile ters düşmeyen Orhan Veli, iş şiire gelince olayın içine bir ‘ama’ koymayı ihmal etmemekteydi. Çünkü şiire içeriğin çok fazla gelebileceği ve sanat kavramının şiiri içine alamayacağı düşüncesi zaten Garip akımının bildirisi içinde açıkça belirtilmekteydi. Şiiri her şeyden, sanatın kendisinden bile üstün tutan Orhan Veli’ye gelin kulak kabartalım. “ Sanat sanat için midir, yoksa toplum için midir?’ der dururuz. Elbette toplum içindir. Toplum için olmayan bir şey yok ki, sanat olsun. Ama sanatın toplum için olması ne demek. Yani sanat toplumun meselelerini alsın, bunları halletsin, sonuçlarını da halka ildirsin öyle mi? Bunu pek kabul edemiyorum. Çünkü o işleri yapmak için elimizde başka araçlar var. Mesela edebiyat. Edebiyatla sanatı birbirinden ayırıyor musun diyeceksiniz. Birdenbire ayırmıyorum; ama ayırmak lazım geldiğine de inanıyorum. Sanat saydığımız şiirin edebiyatla ortak tarafı sadece anlatma aracının dil oluşur. Bununla beraber edebiyatta pekala yer alabilen fikir, sanatla bir türlü bağdaşamıyor. Burada fikirle mana arasındaki farkı da bilmek lazım. Çünkü şiirin bir mana sanatı olması, hiç de fikir sanatı olmasını gerektirmez.” Buradan da anlaşılacağı gibi Orhan Veli sanata şiiri değil, şiire sanat, düşünce, anlam gibi kavramları sığdırmaya çalışmıştır. Kimini sığdırmış, kimini dışarıda tutmuştur. Ama şiiri her şeyin üzerinde tutmayı başarmıştır.
Kendi ekseninde yarattığı şiir anlayışıyla 50. yılını aşan Garip akımı bilinirliliğini daha ne kadar sürdürür kestirmek güç. Ama Orhan Veli için “efsaneleşti” desek abartmış olmayız. Hoş bu onun tercihi değildi. Ama çok önemli bir konuma sahip olacağından emin gibiydi. Bugün ölüm yıl dönümü atlanmayan, tüm önemli edebiyat dergilerinde kendisinden söz edilen, kitapları çok satan, milli eğitim müfredatında da okutulan kaç çağdaş şair var deseniz size başka isim sayamam. Galiba bu kadarını o bile tahmin etmemiştir. Şiir tadında uyusun.
www.cirakdergisi.azbuz.com
www.izzettinbilgin.azbuz.com
Kaynaklar :
1- Asım Bezirci - Orhan Veli - Altın Kitaplar Yayınları
2- Şeref Özsoy - Kanıksadığım Biri Orhan Veli
3- Tanzimattan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi Yapıkredi Yayınları.
4- Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü – Varlık Yayınları