- 587 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
geç kalmış başkaldırı...
yanlış yazılmış bir bitirme tezinin, bir yüzü boş sayfalarından birine karalıyorum bu kelimeleri. dersteyim. tahtada birileri bir şeyler okuyor, yanımdakiler sorgusuz sualsiz dolduruyorlar kareli, beyaz defterlerini. kanatlardan bahsedip duruyor tahtadakiler. neydi bu ders?
gözlüklerimi bir başına evdeki masada bırakmaya alıştığım gündne beri, böyle garip görüyorum bu sınıfı. sanki karakalem bir resmin içindeymişim gibi geliyor. birileri konuşuyor, birileri sessiz yazıyor, yazıyor, yazıyor... etrafımda uçuşuyor sanki kurşun kalem çizgileri. ben baş kaldırıyorum bu sorgusuz sualsiz kağıt katliamına. onlar, düzinelerce sayfayı ne olduğunu anlayamadıkalrı, üstelik anlamadıklarını soracak kadar cesur olamadıkalrı şeylerle boş yere doldururken defterin bembeyaz karelerini, ben çöpün eşiğinden dönmüş bir tezin, bir yüzü yazılmamış kağıtlarına, kendimden, ne olduğunu bildiğim şeyler katıyorum. arabalar çiziyorum bazen, bazen laleler, bazen robotlar...hepsine kendimce anlamlar yüklüyorum. "neden" sorusunu kendime sorup, kendime, kendimin hoşuna gidecek tatminkar cevaplar veriyorum.
arada bir camdan süzülen ışığı takip ediyor gözlerim. hüzmelerde ayrı bir dünyaya açılan kapıya doğru yürüyor bakışlarım. bakımsız, çalı bir duvarın ardındaki yaşlı çamların altında kürekler konuşuyor. harç karıyor birileri. birileri de yerlere taş diziyor. ordaki taşalrın yerine koyuyorum kendimi birden. kaldırımda taş olmak, bulunduğun sınıfta olmaktan çok da farklı değilmiş hani. onlar da nedenini, sonucunu bilmeden, sormadan birilerinin isteğimne göre tek tek diziliyorlar yerlerine. bizler de her sabah, tek tek birilerinin istediği şekilde sıralara taş gibi oturuyor, sessiz sedasız diziliyor, sessiz sedaszı eziliyoruz kanatların altında. offf!!! neydi bu kanatlar???
birden çıkıyorum hayal aleminden. tahtada konuşanın bir kişi olduğunu farkediyorum. üzerinde beyaz bir önlük. bir rlinde bir kalem, diğerinde müsvettemsi bir kağıt. tahtada Latince harflerle sudoku oynuyor sanki. aklıma başka bir başkaldırım geliyor. sırf ezbercilik olmasın diye sınava çalışırken, kendi kendimize bir alfabe oluşturmaya çalışmıştık Hassari’yle. "ceta" harfini o zamna keşfetmiştik. "emmolu" demişti Hassari, "ilk harfimizin şekli biraz akılda kalıcı bişey olsun...anladın sen onu..." gülüşmüştük baya...neyi anlamıştım hatırlamıorum ama şu an bize ait tek harfli bi alfabemiz var.
renkler teşrif etmeye başladılar sanki...tahtadakinin saati sormasından olsa gerek. "özgürlüğüme az kaldı galiba" derken, içimden bir yerden babam gözüküyor. nefesim daralıyor sanki. "ama ben...". neler oluyor anlamıyorum. "ben böyle değildim baba" diye mırıldanıyorum. o şahane birinci ve ikinci sınıf yılları geliyor aklıma. hep en önde, tahtadakinin en büyük düşmanı ben. hep soran, hep sorgulayan...ama hep sindirlmeye çalışılan...susmak zorunda kalan...hakkını vermek lazım, cevabından hoşnut olduğum sorularım da olmadı değil. "irkilmem, doğrulmam, kendime gelmem lazım" diyorum. ama dördüncü sınfın eksik bırakılmış geçmişi balyoz gibi iniveriyor başıma. statik, mukavemet, matematik, makel, imalat...liste baya kabarık. "ben bu dersleri geçtim mi?ama nasıl?" diyorum. "olsun doğrul ve tahtadakine eskisi gibi eskisi gibi bütün gücünle saldır." derken dışarı çıkmaya başlıyorlar. okulun sonu, dersin sonu...neden hep geç kalıyorum? yanımdaki kalkerken koluna dokunuyorum:"emmoğlu! neydi bu ders?"...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.