- 801 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SEVİLMEYİ ÖĞRET BANA
Gün ışığında ne kadar güçlü görünsem de sana, gece karanlığının içine gizlemiştim sensiz korkularımı aslında… Korkularım her gece simsiyah bir çığlık, buz gibi odamın duvarlarında… “Bitti” dediğim o günden sonra, usulca odama girdin dün gece ilk defa… Sen benim uyuduğumu sanıyordun ama… Ben uyumuyordum aslında!
Zifiri zindan karanlıktı odam! Görmesem de seni, duyuyordum saklamaya çalıştığın nefesini… Işığı açmadın iyi ki, yoksa görecektin ıslanmış kirpiklerimi. Önce, usulca örttün üzerimi, tıpkı dünlerde olduğu gibi. Sonra, diz çöktün yanı başıma sessizce, nefesin karışıyordu nefesime. Yeşil bakışların akıyordu sanki göz kapaklarımdan yüreğimin tam içine… Titreyen parmak uçlarınla dokundun saçlarıma ve yüzüme… Şefkat vardı yine sıcacık ellerinde… Gözlerim kapalıydı ama dokunuşunun sıcaklığında titredi yüreğim bir anda… Bir damla gözyaşın damladı yanağıma… Sonra… Bir damla daha… Ellerin ellerimde, yalvarışın nakarattı sanki dilinde… Tekrarladığın sadece tek bir kelime…“Bir şans daha ver, can çekişen yüreğime… Gitme!”
Oysa ayrılık kararımı duyduktan sonra, sessiz kalmıştın günler ve geceler boyunca… Ayrı odalarda duvarlar inşa etsem de aramıza, boyun eğmiş görünüyordun bu ayrılığın karşısında.
Dilekçelerde gözyaşlarınla okumuştun adını ama dönüp tek kelime söylememiştin bana. Fırtına öncesi sessizlik diye düşünüyordum, ara sıra patlayacağın anın korkusuyla. Ah! Bir bağırıp çağırsaydın ya bana, yüreğimden atmak daha kolay olacaktı seni o anda…
Günler sonra ilk defa ansızın odama geldin, gecenin bu en mahrem saatlerinde. Oysa birlikte paylaştığımız yatağımız artık yabancıydı senin tenine. Ellerimse, alışmaya çalışıyordu yarınların soğuk kış günlerinde üşümeye. Evlilik! Cüzdan arası ismimizden ibaretti bir kâğıt üzerinde… Sevdan ise ayrılığa nispet, “metris”i söylüyordu hala yüreğimde… Bir inat, bir gurur meselesiydi kararım belki de… Tek düşüncem, cezalandıracaktım yarınlarda seni bensizlikle. Duygularımı yüklemiştim çoktan, dönüşü olmayan gitmelerime… Yine fısıldıyorsun ısrarla kulağıma işte… “Ne olur gitme…”
Keşke vursaydın bir bıçağın sivri ucuyla, kalbimin tam ortasına… Keşke bağırıp çağırsaydın yüreğinin yangınlarında ulu orta… Bir şişe alkole yatırsaydın gözlerinin yeşilini, yaksaydın kan kırmızı bakışlarınla beni… Keşke, hiç uğramasaydın odama, saklasaydım seni yalnızlığımın karanlıklarına. Sonsuz uykulara dalmış olsaydım sen gelmeden önce ve duymasaydım yüreğindeki çığlığı keşke… O zaman böylesi bir pişmanlığı ekemeyecektin benim yüreğime…
İçimi acıtıyor şimdi sessiz hıçkırıkların. Kollarımı dolayıp boynuna, ben de seninle ağlamak istiyorum… İkimiz de bu kadar yürekten severken, bu ayrılık kararını neden verdim ki ben?... Bu kadar mı seviyordun beni, yürek yangınım? Bu kadar mı acıtıyordu içini gitme kararım? Her şeyi düşündüm de galiba, bir bunu hesaplamadım… Hani ben ağladığımda bana sarılıp kulağıma fısıldardın. Şimdi yüreğim çığlık çığlığa o sözü sana söylüyor… “Ağlama kıyamadığım!”
Şafak kızıllığı süzülüyor penceremden yatağıma. Az önce sessizce odamdan gidişinin ardından, uyku düşmanı bakışlarım takılı kaldı tavana. Kokun sinmiş ellerinden saçlarıma…
Yine sorgular başladı işte yüreğimle gururum arasında…
Ne yapmıştın, ayrılığa sebep neler yaşanmıştı aramızda? İhanet sürgünlerine mi göndermiştin sanki yüreğimi? Hakaretlere mi bulaştırmıştın yoksa sevda türkülerini? Kadınlığıma mı, insanlığıma mı hançer vurmuştun acımasızca?
Yok, yok! Hiçbirisi değildi yaşadığım aslında. Sözüm yok, olamaz da, senin adam gibi adamlığına. Sadece bir gurur, bir inat uğruna… Başka bir cevap bulamıyorum bu ayrılık kararıma… Sen haklıydın aslında, severken sevilmeyi öğrenememiş yüreğim galiba… Yıkıyorum aramızdaki duvarları şimdi, gururumu da asıyorum darağacına…
Haydi, gel… Gel deli sevdam! Yeni baştan… En başından sevilmeyi öğret bana…
Nesrin Göçtürk