- 438 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAKIN UZAK BÜTÜN KADINLARA
Bu coğrafyanın kadınları birer yürüyen bulut gibidir.
Her zaman yüklü .
Bir an yüzlerinden güneşi kıskandıran ışıklar fışkırır, gözleriniz kamaşır.
Bir an sonra bakışları kararır, içlerine yağacak yağmurları haber verir.
Her dem ıslaktır. Gözlerinde yeryüzünün bütün renklerini yansıtan gökkuşaklarını her an görebilirsiniz. Bu biraz da o gözlere nasıl baktığınıza bağlı elbette.
Havva Ana’dan beri böyledir.
Kabil’in Habil’i yok ettiği andan bu yana.
Karınlarında, yeryüzünün en muhteşem heykeltıraşının bile hayal edemeyeceği bir ustalıkla biçimlendirdikleri canlının, zamanın bir anında ölmesi/öldürülmesine tanık olmak ölçülere gelmez bir travma yaratır iç dünyalarında.
Dikkat edin, böyle bir travma bile intikam gibi bir ilkelliği tetiklemez, erkek egemen dünyadan hesabını gözyaşları ile sorarlar.
O birkaç damla yaş göz pınarlarının önündeki barajdan yapılan bir emniyet tahliyesidir aslında. O birkaç damla yaştır gidip canlarından can alana aynı kaderi yaşatmaktan alıkoyan. Alacakları canın hayat bulduğu rahmin ait olduğu anayı düşünürler.
Yapamazlar.
Tarih,bütün insanlığın tanık olduğu bir tufandan bahsediyor.
Ama erkek egemen tarih. Hiçbir erkek tarihçinin eli, bu coğrafyanın kadınlarının onbinlerce yıldır içlerinde yaşanan tufanı kaydedecek duyarlılığa sahip değildir. O nedenle tarih hep erkek kokar. Bu coğrafyanın kadınlarının gözlerinden kalplerine taşan tufanlar hep es geçilir.
Günümüzde,Türkiye’de yaşanan terör, kayıtlara olanca erkeksiliği ile geçmiyor mu? Yirmi küsur yılın sonunda bu kanlı süreci, kaç erkeğin öldüğü/öldürüldüğü üzerine bir kayıt tutma işlemine indirgemedik mi?
Nerede anaların yaşadıkları? Hissettikleri? Kaybettikleri? Bir gün bu coğrafyada onbin yıldır yaşanan ölme ve öldürmelerin kadın dünyasında nelere sebep olduğunun kayıtları da tutulacak mı acaba? Ölenlerin analarına ,etnik aidiyet perdesini indirip baktığımızda ,Nuh Tufanı’nı bile aşan gözyaşı sellerinin efsanelerini okuyabilecek miyiz?
Dedim ya, bu coğrafyanın tarihi erkek kokar. Vuranların,vurulanların,ölenlerin, öldürülenlerin, fetihlerin,işgallerin,kurtuluşların kronolojisidir. Çok marjinal kalmak üzere,araya Nene Hatun gibi yiğit kadınların öyküleri girer,onlar da ana metin altında bir dip not hükmünden öteye geçemez.
Her ölüm bu coğrafyanın kadınlarının ruhunda gizli ölümleri tetikler. Her yiten can, ardında, kadının bir parçasının ölümü fermanına basılmış bir mühür bırakır.
Ben ne yazık ki, karnında anlam ve beden hediye ettiği bir varlığın, bir başka insan eliyle yok edilmesini görmenin,duymanın, gözlerden yüreklere nasıl bir tufanı başlattığını hiçbir zaman deneyimleyemeyeceğim ve bu tam da bu yüzden böyle bir yok edilmeye gereken şiddette tepki verememek gibi bir noksanlığım olacak hep.
Ama bu coğrafyanın kadınları bu yok edilmelere,bu ölümlere karşı şerbetlenmiş gibi. Acıyı içselleştirebilmişler,çılgınca bir intikam duygusuna kapılmalarını önleyen de bu olsa gerek. Merak ediyorum, nesilden nesile aktarılan genetik bir şifre midir bu? Her ana doğurduğu kız evladına bu sabrı mı kodlamaktadır?
Kalu beladan beri evlat ölümleri bir karabasan gibidir bu coğrafyanın kadınlarının hayatında. Ne yazık,bir başka ananın karnında hayat bulan bir erkek, aynı yerde hayata tutunmuş bir başka erkeği (ve elbette kadını) yok etmeyi kendinde hak görebilmekte.
Gerekçesi ne olursa olsun…O an, tetiğin çekildiği,bıçağın deriye sallandığı,ellerin boğaza kenetlendiği o an…Tetiğe, bıçağa, boğaza temas eden hücrelerle beyin arasında nasıl bir iletişim olmaktadır acaba?
Gözlerinin önünde, ölümüne karar verdiği insanın anasının görüntüsü belirmekte midir? Bu hükmü veren, ölene canından can katan kadının hangi acılara mahkum edilmekte olduğunu bir an olsun düşünmekte midir?
Sabır barajlarında açtığı gediğin bu coğrafyanın kadınının duygu ve düşünce tarlalarına hangi selleri salacağını aklına getirmekte midir hiç?
Savaş, kan davası, cinayet…
Adı ne olursa olsun,bu coğrafyanın binlerce yıllık doğal nüfus planlaması gibidir adeta. Kadınların yürüyen bulutlar gibi hafif,hassas,her an boşalmaya hazır olmasının arka planında bu vahşi gelenekler vardır.
Bu coğrafyanın kadınları sabır barajlarında öfkelerine,gözyaşlarına,intikam duygularına gem vurmayı başarabilen seçilmişlerdir.
Ama, bu coğrafyanın erkekleri, kendi dünyalarında biriktirdikleri öfke ve yok etme güdüsü yetmezmiş gibi, kadınların sabır barajlarındaki sudan, ruhlarındaki pusuculuğun köklerini besleyen vahşi varlıklardır.
Bu coğrafyanın alamet-i farikası pusu geleneğini başka türlü nasıl açıklarız? Rakibi/düşmanıen zayıf anında kıstırmak ve geriye dönüşü mümkün olmayacak şiddette bir darbe ile yok etmek. En iyi başardıkları mücadele yöntemi budur.
Bu vahşeti ancak on bin yıldır erkek dünyamızda tortulaşarak birikmiş öfke ve intikam duygusu ile tanımlamak mümkün.
Ama, bu coğrafyanın görmezden gelinen asıl tarihi yürekli,sevecen,şefkatli kadınlarının yapabildiklerinin ve yapamadıklarının kronolojisidir aslında.
Bir gün toplumsal hafızamıza bu tarih nakşedildiğinde belki geleceğe bakışımız bir parça olsun naifleşecek, zalim renklerden arınacaktır.
Böyle bir hafıza yaşanabilir bir dünyanın resmedildiği bir tablo olacaktır.
Geleceğe uzanma çabalarımızın mancınığı, gurur duymamız gereken kadınca tarih olduğunda, belki işaret parmaklarımız ile tetiğin yabancılaşmasına tanık olabileceğiz.
Bir gün, bu coğrafyanın kadınlarının göz pınarlarında biriken tufanlardan, içimizdeki sanatsal yaratıcılığı,hoşgörüyü,naifliği barış aşkını beslemek için yararlanmaya başladığımızda çok farklı olacak her şey.
Yeter ki oradan içilen su, içimizdeki öfkenin ateşini söndürmek için değerlendirilebilsin.
Unutulmamalıdır ki, her ölüm zamansızdır
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.