- 670 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SMİLE-2
KARMAŞA
Bunu sana yazıyorum, adını koyamadığım, bulamadığıma…
Böyle mi hissetmiş pir sultan “ille dostun bir tek sözü öldürür beni…”
Söz yetersiz kalıyor… Şu an göğsümde kopan fırtınalar yanında… Öyle çaresiz, öyle sıkıştırılmış, öyle mutsuz ki… İçim acıyor, çok acıyor, avaz avaz, alev alev, çığlık çığlık … Ve ölüm döşeğinde bir ölü, Nazım gibi “ ipin ucunda bir ölü” Deprem öncesi bir uğultu kopar bilir misin? Tüm insanların yüreğinde sesin gürültüsü, şiddeti yarıklar açar parçalar Vurgun yemiş gibi. Konuşmak ya da yaşamak. Hem konuşmak hem yaşamak…
Beyinde yalnızlık, bedende yalnızlık… Beynindekileri paylaşmak yaşamak mıdır? Beynindekileri paylaşmamak ikiyüzlülük değil midir? Paylaşınca, sadece konuşmak hissetmek midir?
MANTIK
Sözcükler yanlış seçilirse, anlatmanın başka yolu yoksa-
Yüz yüze göz göze hissederek… Öyle çok şey kırılır dökülür ki…
Kırılan her bi( r ) şeyi yeniden onarmak ise yaraların iyileşse de iz kalmasına sebep olur…
Sözcükleri iyi seçmeli doğru yerlerde doğru zamanda kullanmalı ve yerini bulmalı..
Seçilemiyorsa anlatacak ifade edecek sözcük bulunamıyorsa susmalı, ta ki bulana dek.
Bazen sözcükleri hiç seçmeden süzmeden beyin süzgecinden olduğu gibi çıkarmak vardır…
Kiminle böyle süzgeçsiz konuşulur?
Düşünsene karşındaki öyle ufku geniş olacak ki; o rastgele sözcüklerin nerelere gitmesi gerektiğini bir bir dizecek inci gibi yerlerine… Rastgele gelen sözcükleri alıp koyacak olması gereken dizelere… Yanlışa mahal vermeden, anlamadan…
Evet, öyle çok ama öyle çok düşünceler duygular geçer ki insan beyninden inanılmaz, şaşar kalırsın kendin de bazen…
İP
Bunların söylenmesi mi yoksa saklanması mı?
Ben “kırmızı çizgilerini kaldır süzgeçsiz konuş” dediğin için ve bunları senin dizelere dizeceğini bildiğim için “sapsalak” sana söylüyorum. Ve beklentisiz koşulsuz.
Söylenen sözlerin hayata geçişi yok tıpkı söylenmeyenler geride kalanlar gibi ..
Seninle çıplak konuşmak senin yakınlığınla ilgili. O kadar.
Sen o yakınlığı anlayansın, neyi nerede keseceğini, sınırlayacağını bilensin,
Bunu bildiğimden hesapsız sapsalak konuşuyorum baksana…
“Seni çok özledim” demek seni özlediğimin ifadesi sadece o kadar başka beklenti “olacak…” yok ki
Seni seviyorum demek seni sevdiğimin ifadesi, başka arkası yok ki… Bunlar asılı kalmış ipin ucundaki ölüler…
Ben bunları söylerken özlemimin, sevdamın ipin ucunda sallanan ölü olduğunu bilerek,
Ayağının yere basmadığını bilerek söylüyorum. ..Yere bastığında ise çoktan ölmüş olacağını biliyorum.
Ne kadar sallanır bir idam mahkûmu ipin ucunda, ne kadar kalır?
Sehpadan indirildiğinde ise o artık ölüdür.
Bunu bildiğini bildiğimden sana bildiğim tüm sözcükleri kullanarak hiç ama hiç seçmeden, onları ayıklamadan hesapsız konuşuyorum.
Bu senden istemek değil karşılık beklemek hiç değil öyle bişi işte…
Görüyorsun ya yine tıkandım…
Korkma sana asla zarar vermem, acı gelsin istemem… Sana gelen her acı beni de yaralar…
Seni sanma ki maceralara sürüklerim. Sen istesen de bunu yapamam ki…
Demiştim beden başka beyin başka.
Bedenim yorgun çoktan terk etmiş sevda limanını
Bir okyanusun ortasında yapayalnız dolaşır durur divane divane…
ÇELİŞKİ
Tercihini çoktan yapmış bu beden yalnızlıktan yana. İstesen de çıkaramazsın, istesem de çıkaramam yalnızlık mahpusundan.
O gönüllü mahkum yalnızlığa gönüllü sürgün etmiş kendini .. uçsuz bucaksız bu evrenin içinde çölde mecnun misali..
Ve öyle çok yaralanmış ki her bir yaranın izi ayrı bir hikâyenin başlangıcından bitişine anlatır kendini. Bu bedende ki öykülerin sonudur onu yorgun biçare düşüren.
İşte ben bunları yazarken sana yine beynimin içindekilerini yontmadan kaba taslak ham haliyle sunuyorum. Olduğu gibi görüyorsun ne ise sende sınır tanımıyor..
Beden başka beyin başka
Evet ikisinin farklı olması tuhaf değil mi görünüşte tutarsızlık gibi oysa milyonlarca insanın yaptığı öğrendiği bu….
DİYORSUN Kİ
Diyorsun ya “sessiz toplulukların yerine duymak istiyorum sesleri çatlayıncaya kadar oh be demeli
Evet, öyle ise neden…
Ben çatlayıncaya kadar oh be diyorum sende anlayansın diye, kullanan değil, değil mi?
DİYORUM Kİ
Bunları inan ben istemedim.
Böyle bir düşüncenin hayat bulmaması için çok uğraş verdim. Bunlar bana beynimin arsız bir oyunu.
Onu yenmeye çalışıyorum
İkiyüzlüce değil sadece.
Olduğu gibi sap sade arı haliyle kağıtlarda yaşayarak yıpranması için ve yanması için o kağıtların uçlarının.. Aldım elime çakmağımı, inan bana yakacağım…
Biliyorum hiçbir acı sonsuza kadar sürmezmiş… Zaman denen devle kim uğraşıp kim yenebilmiş ki insan denen varlıktan yana…
Ve yaktığımda bu kâğıtları bitirmiş olacağım.
Aptal değiliz demiştim. Değilim… aptal olmak isterdim hem de sırılsıklam aptal…
SONA
Aptallıklarımla sırılsıklam kalmak isterdim hesapsız… O zaman acı çekmezdim biliyorum.
Yürek sızısının bir çığ gibi boşalırcasına çığlık çığlığa gözlerime usuma beynime şakaklarıma boğazıma dizilmelerine izin vermezdim
Engelleyebilseydim eğer
Aptal olabilseydim…
Ve aptallığında kolay olmadığını gördüm.
Aptal olmak isterken nasılda uçurumlardan yuvarlanmalara tanık oluyor insan… Aptallık yapay olmuyor olmak isterken de kalıveriyor çırılçıplak ortada, utanıyorsun sonra tüm gözlerin üzerinde olduğunu hissediyor mahremiyetini koruyamadığına tanık oluyorsun.
Oysa insan beyninden geçenler onun mahremiyetidir. Onundur sadece, paylaşmak ise onu korumasız bırakmaktır.
Korumasız kalır o zaman ortada yapa yalnız tek başına.
Ben onları seninle paylaşarak korumasız bıraktım çoktan…
deren bulut
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.