- 517 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
5
Bir bildiğimiz dünya vardı hayatımızda, bir de başkalarının vaat ettiği dünya.. Hiçbirini beğenmedik.. İlle de bizim dünyamız olmalıydı.. İki dünyanın arasında bir yerde.. Dışardan gelen sesleri duyabilmeliydik yaşama sıkı sıkı tutunurken.. Ama içten gelen, unutulmaya yüz tutmuş sesleri de duyarak.. Yoksa ne işe yarardı insan olmak..
“Seni seviyorum!”
“Teşekkür ederim!”
“Yapma yine..”
“Teşekkür etmemeliyim belki ama elimde değil. Bana iyiliğin dokunuyor, buna karşılık vermem lazım”
“Alıştığım için bu sözlerine, bambaşka şeyler düşünüyorum sen konuşurken artık..”
İşte dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz yine.. Kendimize hep aynı şeyi yapıyoruz.. Bir yerden sonra birbirimizin umurunda olmuyoruz.. Neden ama? Neden böyle? Neden benle iken başka şeyler düşünüyorsun? Hiç mi değerim yok gözünde? Nedir bu kendi dünyamızda kendimizi kandırmacalar.. Bırakalım kendi dünyalarında insanlar istedikleri yalanları uydursunlar.. Neden senle ben bu oyunun parçası olalım ki? Ne zorumuz var kendimizle?
“Çayın bitti mi? Doldurayım mı?”
“Hayır teşekkürler!”
Sessizlik oluyor bir süre… Duyulmayanlar duyulur böyle anlarda… Duvardaki saatin
tik takları… Çaydanlıktaki suyun kaynaması… Yukarıdaki komşunun ayak sesleri.. Çöpleri karıştıran kediler.. Pencereden içeri giren rüzgar.. Ve hayatın gürültüsüne kapılıp da duymadığımız veya duymak istemediğimiz bütün sesler.. Kendimizi dinlerken bile duyulmayanlar. Kendi kendimize duyurmadıklarımız belki de..
İçimizden kucaklamak gelir tüm dünyayı.. Severiz birden sevmediklerimizi.. Çünkü o an en sevdiğimiz yanı başımızdadır.. Onun varlığı bize sevmeye korktuklarımızı sevmeye cesaret verir.. Seslerden bile bir zamanlar korktuğumuzu anlarız sonra.. Bize aynı döngünün parçası olduğumuzu hatırlatan sesler.. “Değişemezsin!” diyen sesler.. Aynı mahalleye sinmiş aynı sesler… Belki çıkıp gitseler tüm tınılarıyla..en güzel tonlarıyla.. hayatımızdan hiçbir şeyin eksilmeyeceğini düşündüğümüz sesler..
Sokaktan satıcı sesleri duyuluyor…
Heyecanlı bir şekilde doğruluyor yerinden.. Daha önce hiç seyyar satıcı görmemiş gibi pencerenin kenarına yaklaşıyor dizlerinin üstünde.. Elleri kanepeye dayalı aşağı eğilip bakıyor..
“Onlar hep duyuluyor.. Pencerenin önünde geçiyor tüm günüm..”
“Buralarda seyyar satıcılar görünmezdi.. Sanırım yeni keşfettiler bu mahalleyi.. Bir de yüksekten nara atmasalar güzel olacak..”
“Peki, nasıl satacaklar bağırmasalar? Ve seyyar olmasalar burada işleri ne?”
“Bilmiyorum ama bu kadar bağırmaları şart mı sence? Gecenin köründe üstelik..”
“Saat daha dokuz.. Pek de kör olmayan bir zamanı gecenin..”
Gülüyor.. Gülerken yaramaz bir kız çocuğunu andırıyor yüzü.. Saçları aynı perde gözlerinde.. Tekrar uzanıp yatıyor kollarıma.. Başı öylesine hafif ki, beni düşünerek tüm ağırlığını vermediğini hissediyorum.. Sonra uzaklaşıyor bakışları yeniden.. Benden uzaklara bir yere.. Uzakları kıskanıyorum delice.. O bakışlara denk gelen manzaralara koşuyorum.. Orda yaşıyorum bir süre.. “Her kimse o, sana ait değil sadece yanında!” demiş bilginler.. Umurumda olmuyor.. Ben de seviyorum.. Ben de aşık oluyorum.. Peki kime? Kim bu yanımda uzanan kız? Kim beni koruyup kollayan? En ihtiyaç duyduğumda yanı başımda olan… Yalnız bırakmayan?
“Anlatsana kendini..”
Durup dururken soruyor bu soruyu.. Gözü pencerede.. dışarıda bir yere dalmış gözleri.. Ya bir apartman dairesinin cılız ışıklarına , ya da bakışlarıyla beni bulduğu bir manzaraya..
“Heyy daldın yine, uyan! Nereye dalmış bakalım çiçeğim?”
Bu sözüme mutlu olduğu her halinden belli. Gözleri dalıp gittiği yere asılı halde:
“Sana Don Juan! Penceredeki yansımana!”
“Burada gerçeği var bakmıyorsun..”
“Pencerede daha kendin duruyorsun..”
“Ayrıca bu Don Juan da nerden çıktı?”
“Ses olarak güzel sadece, sana seslenirken hoşuma gidiyor. Beğenmediysen söylemem bir daha”
“Söyleme..”
“Olur..Ama anlat kendini. Neden diye sorma sakın...
Anlatmak istiyorsan tabi... Hatta istediğin olsun: Sadece anlat! ...”
Gülüyor.. Bekliyor.. Beni görebilmek için başını iyice yana çeviriyor dizlerimde..
“Anlat bekliyorum”
“Çok zor ama çok kolay olduğunu biliyorsun bunun. Hangisini istersin?”
“Pencere önünde kendini en özgür hissederek yazdığın gibi.. Sade ve sadece”
Yüzünde yine o ağlamakla gülmek arasındaki tebessümü.. Acır gibi ama sever gibi.. Mutlu gibi ama kaçmak ister gibi..
“Hiçbir zaman anlatacak kadar bir kendim olmadı benim.. Hep en kötüydüm.. hep en ikiyüzlü… en sevimsiz…en zalim.. Halbuki insanlar kendilerinden bahsederken ne kadar iyi olduklarını anlatırlar.. Ben de bu kurala uyunca anlatacak bir şey kalmıyor.. Yoksa konuşmaya çok ihtiyacım var.. Önce de kendimle.. Kendimi inandırmam lazım elle tutulur bir yanım olduğuna”
“Olmadığını mı sanıyorsun?”
“Ne diyorsun..sanmakla geçiyor tüm ömrüm..”
“Alaycı olma!”
“Olmadığımı biliyorsun..”
“Devam et o zaman.. Elle tutulur olmayan yanlarından bahset..”
“Neden keyfimiz kaçsın ki durduk yerde?”
“Neden saklayalım ki kendimizi birbirimizden?”
“Beni hiç tanımıyor gibi konuşuyorsun.. Sakladığım ne var ki senden?”
“Pencere önünde yazdıkların…”
“Anlamıyorum.. Hepsini okuyorsun zaten.. Onlar hep orda, masanın üstünde…”
“Anlat bana neden üzgünsün.. ve nedir bu durmadan geriye giden şeyler?.. Hangi yara bere içindeki anılar hafızandaki? ..”
“Benim yaşımdaki herkesin sahip olduklarından farklı değiller..” “Yaşamak yüzünden olanlar..”
“Aşk?”
“Meşk…”
Gülüyorum..Kızacağını bile bile gülüyorum.. Tek ki vazgeçelim diye.. konuşmayalım diye bu konuyu.. Kaldırıp atalım diye bizi biz yapan şeyleri.. Biliyorum çünkü; bizi hala biz yapmayanlar asıl mesele.. Ulaşılmayı beklenenler, ulaştıklarımızdan ziyade… O da biliyor belki de, kendinden çok fazlasını sakladığını içinde.. Önce benimkileri görmek istiyor.. Göstermeyince de kızıyor.. Benim ne kadar sığ olduğumu anlayınca kendi derinliğinde birini bulacak çünkü.. Belki de sığlığıma yakın dolaşmak kolay olduğundan burada.. Çünkü bu limana gelmek en kolaydı.. Çünkü burada her şey göz önünde.. Her şey açık seçik.. Kumsallar delik deşik demir atanlardan.. O da demir attı şimdi..Yakında gel-gitler başlayacak ve o da çekip gidecek güneye.. Kuzey soğuk kalacak eskisi gibi.. Güney kadar dönek olmayacak havalar burada.. İçimden hep geliyor söylemek “Al başını git buradan” diye.. “Bekleme mevsimin dönmesini..” “Git mevsimin dönek olduğu yerlere..” “Heyecan orda.. Macera orda..” “Kaç bir an evvel kuzeyin buzlarından …” “Git kanını kaynatan güney sularına..”
“Vakit kaybediyorsun burada! ...”