- 906 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN,DİN VE TOPLUM -3
Dinlerin Birer Toplumsal İdeoloji Olarak Şekillenişi
a)Hıristiyanlık
İnsan toplulukları sınıflı topluma doğru evrimleşmesiyle birlikte,çok tanrılı inançlardan da kurtulmaya ve semavi dinlere doğru bir inanç evrimini yaşamaya başladı.İlkin orta doğudaki yahudi kabileleri arasında görülen bu inanç sistemi,giderek toplum ve ulus çıkarlarına formüle edilmiş bir siyasal idoloji biçimini aldı.Artık;sadece insanın maneviyatını doyuran birer inanç biçimi değil,toplumları kendi etrafında örgütleyen ve kurtuluşa sürükleyen bir hal aldılar.Her ne kadar hıristiyanlık dahil bu inançlar düalist bir özellik taşısalarda,islamiyetle birlikte her şeye kadir tek gök tanrısı biçimini aldı.Dinler ilk çıkış dönemlerinden günümüze kadar toplum hayatında çok etkili bir rol oynadılar.Günümüzde de belli bir süreye kadar etkilerini sürdürecekleri görülüyor.
Bir ulus dini olarak yahudiliği bir yana bırakırsak hıristiyanlığın ve islamiyetin gelişim tarihlerine kısaca da olsa bakmakta fayda vardır.
Hıristiyanlığın ortaya çıkış koşullarında Roma imparatorluğu kendi varlık nedenini yitirmek üzereydi.Bu yüzden temsil ettiği toplumsal ilişkiler üretici güçlerin ayak bağı haline gelmişti.Tanrı-İmparator ve avanası toplumun işlevsel birimleri olmaktan çıkıp,pekte iyi olmayan,iyi çalışmayan vergi toplama ve savurma organlarına dönüşmüşlerdi.İmparatorluğun bu durumu bir iç çürümeyi ifade ediyordu.Çürüyüş ve imparatorluğu bir arada tutan ekonomik bağların gevşeyişi;Tanrı-Kral ve avanasını tarımın artan çözülüşü ve dağılmaya başlayan yasal ve yönetsel üst yapıyı bir arada tutma hissiyatı, imparatorluğu içten vahşi bir çabaya itmişti.Toprağın latifundialar yüzünden yoksullaşmasının ve sömürülen sınıfın genel yılgınlığı sonucunda imparatorluk ilk başladığı noktaya geri dönüyordu.Yerel toprak soyluları vergilerin artan görece yükü karşısında mülklerini toptan terk ediyorlardı.
Roma imparatorluğundaki bu ekonomik gerileyiş ve iç çürüme hıristiyanlık dinin gelişmesinin önemli bir nedeni oldu "Hıristiyanlık ulusçu bir harekete denk düşüyordu,ancak kozmopolit Roma imparatorluğun da uluslar yoktu.Seçim;şehir veya yerel toplulukal,imparatorluk arasında yapılacaktı.Ulusçu bir harekete en yakın olanı Kudüs’teydi.Zaten hıristiyanlık tam da Kudüs’te tipik yahudi peygamberi İsa’nın çevresinde doğdu."(Christopher Caudwell-Ölen bir kültür üzerine)
İsa;Romanın içinde bulunduğu çöküntüyü,toplumsal çalkantıyı ve toplumsal arayışları iyi sezinlemişti.Çıkışını bu zemine cevap olacak tarzda geliştirdi.Aklında bütün malların ortaklaşa paylaşılacağı,efendi ve kölenin olmayacağı,sömürünün son bulacağı bir "halk cumhuriyeti" vardı.Bu düşüncesini "halk komünü" yada "dünyadaki cennet krallığı" biçiminde o kadar şiirsel ve idealist biçimde açıklıyordu ki,bütün Filistin emekçi sınıfını,köleleri ve tarım vergisi altında bulunan tüm kırsal kesimleri etkiledi ve onların müthiş desteğini kazandı.Ne yazık ki kazandığı bu desteği iktidarı ele geçirme gücü haline getiremedi.Ne varki İsa;kendi düşüncesini var olan devlet yapısı içinde evrimsel bir şekilde gerçekleşebileceğine inanıyordu.Bu yaklaşımı devrimci ve ihtilal yaparak iktidarı ele geçirmekten ziyade,daha çok reformist bir yaklaşımdı.
"Halk komünü" yada "dünyadaki cennet krallığının" gerçekleşmesi için,İsa’nın tam anlamıyla bir eylem programı da yoktu.Bu da başlangıçtaki kitle desteğinin giderek sönmeye yüz tutmasına neden oldu.Çünkü mevcut Roma devletini yıkmayı öngörmediğinden kölelik,ağır sömürü ve katı zorbalık devam edecekti.Yahudilerin ulusal beklentileri de gerçekleşmeyince hıristiyanlığa ve İsa’ya yönelik homurdanmalar kitleler içinde ve en çokta Yahudilerin içinde baş gösterdi.Buna karşı İsa;Yahudilerin desteğini kaybetmemek ve onların ulusçu beklentilerinden yararlanmak için kendini "mesih" olduğunu ilan etti.Fakat bu mesihte iktidarı ele geçiren ve Yahudi ulusçuluğunu yaratan bir mesih değildi.İsa sadece duayla,büyüyle iktadara sahip olduğunu var sayan bir mesih kültünü yarattı.İnsanlara baskıyı,zülmü,sömürüyü ve acıyı sineye çekmeyi öğütledi."Bir yanağına tokat yedimi öbür yanağını uzatmayı"öngördü.Bu mesih Yahudilerin mesih kavramına uymuyordu.Hatta bu durum Yahudi vatanseverleri (partizanları) için ulusal devrime bir ihanet sayıldı.
"Mesih İsa" tarftarlarına şiddet kullanmayı yasaklayınca,başlangıçta öngörülen ortaklaşmacı "halk komünü" ve "dünyadaki cennet krallığı" düşüncesi yenilgiye uğramaya ve tersine dönmeye başladı.Reformist yolla ve mucize ile ortaklaşmacı devlet gerçekleşmeyince;bir de Roma’nın bu inancı benimseyenlere karşı şiddet ve katliam dayatması,giderek kitlelerde bir inançsızlığı doğurdu.Bu yüzden cennet krallığı önce "Kıyametten önceki bin yıla" dönüştü,derken tümüyle öbür dünya ya kaydırıldı.Hıristiyanlık artık bu dünyada maddi olanaklardan arınma,öbür dünyada "cennet krallığında" saadete ulaşma anlayışına bürünerek,insanların düşüncesinde bir düş,diğer gizemli dinlerdeki gibi istekleri doyuran bir ödünleyici ve düşsel bir kurtuluş haline geldi.Bunun sonucunda İsa;en çok güvendiği ve yakınından ayırmadığı Yahudi olan havarisi tarafından ihbar edildi ve çarmıha gerildi.Çarmıha gerilme İsa’nın havarileri tarafından "öbür dünya ya ilişkin bir başarı ve istekleri doyuran bir zafer olarak" algılandı.Artık İsa’nın zaferi gerçekleşmişti.Sorun yanlızca "krallığın" tekrar var oluşunu beklemekti.Bundan sonra Hıristiyanların propagandacı öğeleri kilise örgütlenmesine ve sevgi şölenlerini gerçekleştirmeye yöneldiler.
Hıristiyanlığa dayalı orta çağ avrupası insanlığa yaşattığı acılar hafızalarda silinmiş değildir.
Engizisyon kuralları, inanç etrafında yozlaşan siyasal ve toplumsal yapıların yüzyıllarca nasıl dünyanın acımasız kalbi haline geldiği bilinmektedir.Din savaşları adı altında yapılan sömürücülük ve katliamlar,kilise hegemonyası din adına korkunç bir girilikten başka bir şey ifade etmemektedir.
Orta-çağda din insanlık için bir boğuntu ve acıdan başka bir işlev görmemiştir.İnsanlar ve günümüzün çağdaş tolumları bu boğuntuyu ve acıyı kendi üzerlerinde atmak için büyük bedeller ödemişlerdır.
YORUMLAR
Yazınızda ilgimi çeken bir konu hakkında ben de ufak bir bilgi eklemek istiyorum yorumuma ki bu da Engizisyon Mahkemeleri'dir. Focus'ta okuduğum bir yazıda şöyle diyordu;
''Engizisyon'u 1231'de Papa IX. Gregorius tarafından siyasi muhaliflere karşı kuruldu.
İspanyol Engizisyonu ise, castilla kraliçesi I. Isabella'nın ısrarı üzerine, Papa IV. Sixtus tarafından 1483 yılında onaylandı. Müslümanlar'la Yahudiler'in kendi inançlarına bağlanmalarını sağlamak hedeflenmişti. Bu nedenle, 200.000'e yakın Yahudi, 1492 yılında İspanya'yı terk etti.
Roma Engizisyonu, Roma Katolik Kilisesi'nin savunduğu öğretiyi korumak için III. Paulus tarafından 1542'de kuruldu. Genel olarak Calvin ve Lutherciler'e savaş açtı. Roma Engizisyonu, cadılık ve büyücülükle de uzun yıllar mücadele etti.
Engizisyon mahkemeleri, çoğunlukla "ihbar" müessesesi üzerine kurulmuştu. Eğer bir kişi kendi günahlarını gelip bir ay içinde itiraf ederse ve "özür dilerse" affedilirdi. Ancak bu süre içinde böyle bir davranışta bulunmazsa, ona karşı dava açılırdı. Davalı, mahkemede kendisini kimin ihbar ettiğini asla öğrenemezdi.( burayı okuduğumda şu an halühazırda Türkiye'de yürürlükte olan pişmanlık yasasından ne farkı var bu kanunun diye düşünmeden de edemiyorum doğrusu )
Kızgın kerpetenler, çivili sandalyeler, büyük huniler, parmakları sıkıştıran mengeneler, ölüm askıları...Bu işkence aletleri, bir dönem, Katolik Kilisesi'nin vazgeçilmez yardımcılarıydı ve engizisyon mahkemelerinin utanç dolu sayfasını oluşturuyordu.
Katolik kilisesi, Ortaçağ'da gücünü sağlamlaştırdıktan sonra, kabul edilmiş doktrinlere karşı çıkanları toplum düşmanı olarak ilan etmeye başladı( tıpkı Türkiye'de düşüncesini söyleyen yazar, şair ve aydınlarımızı vatan haini ilan etmeleri gibi). Ancak, pişmanlığı reddedenler de vardı:
Roger Bacon (1220-1292)
Britanya İmparatorluğu'nda yaşayan Kelt bilim adamı, deney yöntemini ilk savunan Ortaçağ aydınlarındandı. Büyüteci bulan ilk olarak tarihe geçti. Fransisken öğretisini eleştirdiği için 15 yıl hapis yattı.
Ockhamlı William (1285-1347)
İngiliz filozof, varlık konusundaki yalınlık ve tutumluluk ilkesiyle ünlü... "Nesneler zorunlu olanlar dışında çoğaltılmamalıdır" sözü, "Ockham'ın usturası" şeklinde adlandırılıyor. Papalığa karşı imparatorluğu desteklemenin İncil'e uygun olduğunu söylediği için mahkum edildi. Ancak, Münih'e kaçarak yaşamını burada sürdürdü.
Giardano Bruno (1548-1600)
Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alan İtalyan filozof, Kopernik'in tezini savundu. Evrende, Dünya'dan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi. Aykırı görüşler beslediği için Roma'da kazığa bağlanıp, diri diri yakıldı.''
Aslında bu mahkemeleri anlatmak oldukça uzun ama ben fazla uzun olmasın diye kısaca yazmak istedim...
Çok güzeldi Ali, sevgilerimle can arkadaşım...
Guldane Dal tarafından 12/13/2008 9:02:48 PM zamanında düzenlenmiştir.