- 601 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HALÂ TAHAMMÜLÜMÜZ VAR MI?
Nerede o eski bayramlar diye başlayıp devam etmek istemiyorum. Artık böylesi cümleler gençlerimize ilginç gelmemekte ama ben yinede onların hoşlanabileceği daha doğrusu tüm okurları ilgilendiren bir konuya değinmek istiyorum.
Ben size şöyle bir soru sorsam acaba ilk anda yanıtlarınız ne olur?
“Haftanın 6 günü beraber olduğunuz iş arkadaşlarınıza ya da komşularınıza 7. günde de tahammül eder misiniz?”
Kiminiz anında “yok canım olur mu öyle şey” dediniz kiminiz de “ yok valla hiç tahammül edemem” dediniz. Yada daha başka yanıtlar verdiniz.
Geçtiğimiz günlerde bir bayram daha yaşadık. Kendi ailemiz dışında kaç arkadaşımıza gittik, uzak veya yakın. Kaç komşumuza gidebildik?
Bir an çocukluk yıllarımı anımsadım. İnsan kaç yaşında olursa olsun çocukluğuna dönmek, o günleri yaşamak hep mutluluk verir. O yıllarda cumartesi günleri de iş günüydü ve sadece Pazar günleri tatildi. Annem ev hanımıydı. Babam sabahın 7’sinden akşam 7’ye kadar çalışıyordu. Kalabalık bir iş ortamları vardı. Nereden bakarsanız bakın hergün 12 saat arkadaşlarıyla birlikte oluyordu.
Cumartesi akşamları iple çekiliyordu, haftanın yorgunluğunu atmak için. Şimdiki gibi ilk tatil fırsatında bir yerlere kaçamak tatil yapmaya gidilmiyordu.
Cumartesi akşamları akşam yemeği yendikten sonra ailece, çocuklar da dahil olmak üzere gece ev gezmesine gidilirdi. Sırasıyla kimin evinde toplanılacaksa o eve giderdi tüm iş arkadaşları ailece.
Havanın soğuk veya sıcak olması hiç etkilemezdi gezmeleri. Hiç unutamadığım bir anım vardır. İlkokul 3. sınıftaydım. Kırklareli’nin meşhur soğuk kış gecelerinden birisi. Yerler 8-10 santim buz. Soğuk yerinde. Şehrin bir ucundan diğer ucuna gezmeğe gidiyoruz. Ablam annemin elinde, ben babamın. Yollarımızın kambur kumbur olduğu bir zamanda o buzların üzerinde yürümek şimdi buz pateni yapmaktan daha zor ve maharet isteyen bir durumdu. Zayıf ve çelimsiz biri olarak yürürken nereye bastığımı bilemediğim buz kütlesi üzerinde birden bir kaydım ve babamın elinde olan elim kurtulup sırt üstü yere düşüverdim. O düşme anında gerçekten gökte yıldızların dans ettiği ve şimşekler çaktığının gerçek olduğunu anladım. Düşmeyle birlikte yıldızlar gözlerimin önünde yarış etmekte ve oynamaktaydılar sanki. Demek bu deyim doğruymuş.
Sonuçta gideceğimiz eve ulaştık. Evlerimizin odaları epey büyük oluyordu. Bir odaya anne babalar, bir odaya da çocuklar doluşurdu. Anne babalar saatler süren konuşma ve muhabbetler sonrasında çocuklarda aynı odaya davet edilir ve ortak oturulurdu.
Çocuk odasında bizlerin bilgisayarları atarileri olmadığından amiral battı, isim, hayvan, şehir, eşya bulma oyunları oynardık. Kelime oyunları yapardık. Tabii bu arada patlamış veya haşlanmış mısırlar, meyveler yenirdi. Hele o soba üzerinde pişirilen kestaneler…
Gecenin ilerleyen saatlerinde bizlerde büyüklerin odasına alınır ve ortaklaşa tombala oynardık. Aman ne eğlence, ne kıyamet. Tombala biter ardından mendil bulmaca oynanırdı. Büyük büyük insanlar ve biz oldukça büyük bir çember oluştururduk oturduğumuz yerde. Ebe olan hoplaya zıplaya arkalarımızda dolanırdı. Verilen cezalarda çok ilginç olurdu. Ama sonuçta yaşı başı yerinde büyüklerimizde bizlerle çocukça oyunlar oynayıp çocukluklarını yaşarlardı.
Buna benzer toplulukla oynanabilecek ne varsa yapılırdı ve sıcacık odalarda gecenin ilerleyen saatlerinde çıkılıp vedalaşıldıktan sonra evlerin yolu tutulurdu. Büyüklerimizin aklına ne üşütme, ne nezle nede farklı bir şey gelirdi. Buz gibi havada hoplaya zıplaya evlerimize gelirdik.
Bu anıyı geçtikten sonra öze gelmek istiyorum.
Haftanın 6 günü en az 12 saat birlikte olan insanlar yinede ne bulup konuşurlardı. Hiç mi birbirlerinden bıkmazlardı?
Oysa şimdi az saatler birlikte olduğumuz insanlarla bile görüşmez olduk. Bayram seyran boş şeyler oldu. Birbirimize yürekten “merhaba” bile diyemez olduk. İşte bu yüzden ben bazen çocukluğuma dönmek, çocukluk günlerimi ve çocukluğumu yaşamak istiyorum şimdi bile….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.