HOŞGÖRÜ VE KAYNAĞI
1-Dünyada ve Türkiye’de son dönemde hoşgörüsüzlük artarak devam ediyor.
Nüfus artışı, mecburi göçler, kaynakların kıtlığı, insan topluluklarında toplumsal bir
alt- üst oluşu beraberinde getiriyor. İnsanlar duygu düzleminde, fikri alanda
farklılaşarak birbirine gittikçe daha fazla yabancılaşıyor. Birlikte yaşamak
zorunluluğu ilişkilenmeyi kaçınılmaz kılıyor ama; öte yandan, her kesim kendi
algıladığı duyuş-düşünüş ve inancıyla ötekini çarpık görüyor; bu yüzleşme,
her kesimin kendi gerçekliğini diğerine dikte etme noktasına varıyor.
Çatışma da bu noktada çıkıyor: Kimse kendi egosunun penceresinin dışından
bakamıyor, zayıflıklarını farkedemiyor; kendini masaya yatırıp özeleştiri yapamıyor;
kendi öz gerçekliğini evrensel gerçeklik sanıp ötekini kötü biçimlerde etiketliyor,
yeriyor; dar alanda kendine göre iyi-kötü tanımlaması yapabiliyor...
2- Mutlak iyi, mutlak kötü tanımlaması; kesin bir izole oluşu beraberinde getiriyor. Kapalı bir alanda kendi dışımızdaki doğruları kökten bir reddedişi kaçınılmaz kılıyor. İşin bundan sonraki kısmı kolaylaşıyor: üyesi bulunduğumuz dar grubu kutsamak...
Hemen nur yüzlü bir ermiş bulunup ona hoşgörülü tavırlar içinde kendimizce erdemli
sözler söyletir, yapıp ettiklerimizin kitabına uygun doğrular olduğunu grup önünde tasdik ettiririz. Grubun dışında kalanlar da artık ’tu kaka’ olmuşlardır.
Kimi kez işi daha da ileri götürerek ucuz ve basit ideolojileri kafamıza göre yorumlayarak, çatışmacı bir anlayışla kendi dışımıdakilere karşı ’kutsal savaş’lar ilan
ederiz. Onları yola getirmek; medeniyetten nasiplendirmek, demokrasiyi götürmek, hakka davet etmek; çözümümüze yanaşmazlarsa topyekün ortadan kaldırmak boynumuzun borcudur artık...
3-Daha geniş bir düzlemde, vatan-millet, din- laiklik, çağdaşlık, ilericilik gibi değerler türlü kesimler tarafından çatışmacı anlayışa zaman zaman alet edilmişlerdir.
Hatta kullanılan dil ve jargon farklılığı dahi karşılıklı nefretin kaynağı olabilmiştir.
Hoşgörüsüzlüğün ne denli tırmandırılabileceği günlük hayattaki tanıklıklarımızla da ortadadır.
4-İnsanlar arasındaki hoşgörüsüzlük kaynağını nereden alır? Niçin hoşgörülü olamıyoruz?
Başlangıçta, günlük hayatta tanık olduğumuz; onaylamadığımız fiziki davranışlar olsa da aslında arka planda zaman içinde farklı alanlarda dışa açılmama sonucu kendimize ait farklı kanaatlar, inançlar ve dünya görüşlerimizdir çatışma nedenleri...
Genel olarak fikri farklılık olarak özetlenebilecek bu durum hoşgörüsüzlüğün
temel hayat alanı, argümanı gibidir. Kimse sahip olduğu değerlere kuşkuyla bakamıyor ve benimki en doğru yol diyor çoğu zaman. Bu durum ilk bakışta doğal ve doğru gibi görünse de herkes bilir ki küçük dünyamızda insan sayısı kadar doğru asla olamaz. Belki insan olmaktan kaynaklanan ve kontrol edemediğimiz iç tepiler bu hoşgörüsüzlükte etken olabilir; kendimiz de farkına varamadığımız karakter zaafiyetleri yaratarak işimizi zorlaştırıyor olabilirler; farklı fikir ve tutumlar karşısında korku ve panik durumu yaşıyor; belirsizlik, saldırıya uğrama kaygısı kimi otomatik davranışları tetikliyor olabilir.
5- Dış dünyaya açılma, kapalı toplumsal yapılarda tahmin edilemez tehdit algılamaları yatabilir.
Parçalanma, özünden koparılma ve asimile edilme kaygısı ve kendi gerçekliğinden uzaklaşma durumu kişilerin inançlarını dogma haline getirebilir. Hayata belirli bir çerçeveden bakarak katı bir tutum takınmak uzun vadede her türlü fikri kalıplaşmış hale sokar. Kendimizi, kendi cehennemimize hapsederiz. Tartışmanın olmadığı, sorgulamanın yapılamadığı; entelektüel gelişmenin boy veremediği
kişisel zaafiyetler cehennemi...
6-İyi bir kişilik sahibi olmak; ben ve ötekiler kavramının bilinçli bir algılanışıyla olasıdır. Aksi halde kişilik zaafa uğrar. Kendimizi içimize hapsetmek toplumsallaşmayı engeller. Başkalarının gözünde kendimizde olanı görerek gerçekliğimizi kavrarız. Kurduğumuz ilişkiler bize yön verir; kimseye cephe almadan barış içinde yaşamayı öğreniriz. Bu süreçte tavır alışlarımız, diklenmek adına değil, dik durmak adına olur...
7- Kişiliğin oluşması insanın kendini derinlemesine algılaması, kendi hakkında bir fikre sahip olmasıyla devam eder.Öte yandan yaptığı dış gözlemlerle kendinden
yola çıkarak tüm insanlığa bir aidiyet hissiyle yaklaşır, ilişki kurar; rol ve pozisyon
alır. O güne kadar insanlığın biriktirdiği tüm kültür birikimiyle payına düşen miktarda
bilgilenmeye başlar; ufkunu genişletir.Aldığı ürüne katkı koyarak onu çoğullar.
Alma’nın ve vermenin erdemini kavrar; paylaşımcı bir insana dönüşür...
8-Kültür insanlığın ortak birikimidir; kazanımıdır, emeğinin ürünüdür.
İnsanlık tarihi orada şekillenir, tüm maceramız orada anlatılır. Tüm yaratılarımız kültür şemsiyesi altında biçimlenir. İnsanlaşma süreci kültür ortamında meydana gelir. Hem kültürün yaratıcısı hem de bundan yararlanan insanlar olarak içine doğduğumuz kültürel ortam, insani yönleriyle bizi farkında olmadan biçimlendirir.
Kişiliğimize katkı koyarak, ötekini kavrama basiretini kazandırır.
Kültürel ortam, sanatıyla folklorüyle, edebiyatıyla, bilimiyle v.s Hem dünya alıgılayışımızı geliştirir hem de kendimizi ve dışımızdaki dünyaları anlayarak;başkalarını daha derinlemesine kavramamıza kapı aralar.Ruhumuz ve algılamalarımız inceldikçe hayatı çok boyutlu görmeye başlarız.
Güzelliklerin farkına vararak ilerleriz; içimizde hoşgörü ve vicdan boy atmaya başlar.
Olgunlaşma diye nitelendirilen donanımı tamamlanmış kişilik empati kurmakta asla zorlanmaz.
Tüm bu açıklananlar sürekli bir hoşgörülü kişiliğin garantisi olabilir mi ?
9-Elbette ki değil!..
Burada imdada felsefe yetişir; kültürel dünyamızda elimizin altında bulunan değerli
bir bilgelik alanı...Asla hiç bir bilginin doğruluğu ve mutlaklığı olamayacağını öğreten; herşeyi bilmeye ve ve anlamaya yönlendiren, bizi sonsuzu arayışımızda
yalnız bırakmayan hikmet alanı...Evreni anlamada, onu açıklamada; insanı ve değerlerini bilmek konusunda geniş bir araştırma sahası; birleştirici, bütünleştirici
yanıyla insanlığa hizmet eden hoşgörünün temellendiği en önemli kaynak...
Felsefe, doğrunun kimsenin tekelinde olamıyacağı hususunda yaptığı fikri spekülasyolarla insanlığı düştüğü yanlışlıklar konusunda uyarır ve onu doğru bildiği-
ni sandığı gerçeklikler konusunda şüpheye sürükler...Her bir fikrin eninde sonunda
yanlışlanabileceği konusunda insanlığı ikna eder...Bütün fikirler önyargısız içeri girer kapısından ama; çıkarken fikir de fikir sahibi de değişmiş olarak çıkar dışarı...
10-Felsefe, birbirine hayat hakkı tanımayan dogmatik yapılara ve kapalı ideolojilere taban tabana zıttır. Çünkü, diyalog olmadan felsefe yapılamaz. Ötekini
anlamak karşılıklılık esasına dayanır. Diyaloga girme; kendini ve ötekini,
fikri zeminde tartışılır kılma,zayıflıkları ayıklama; kendini başkasının nezdinde algılamaya çalışma temel düsturdur...Felsefe tüm bunları yaparken farklı fikirleri kabul etmese bile dinlemeye ve anlamaya çalışır...Fikirleri derinlemesine tahlil ederek kavram kargaşasına son verir. Toplumca bu günlerde çokca aradığımız hoşgörüye hizmet eder...
Felsefe, fikirleri sadece fikir oluşlarıyla değil onları sistematik bütünlüğüyle ele alır,
kavram ve görüşlerin iç bağlantılarını gösterir.Fikirlerin, insanı harekete geçiren iç ve dış şartlarını görmeye ve göstermeye çalışır. Bu bağlamda felsefe, bir fikre karşı olmaktan ziyade fikri sistemin içinde bulunması gereken tutarlılık noktalarını tarif eder. Öncüllere dikkat çekerek yeni şartlar çerçevesinde fikriyatın gözden geçirilmesini önerir. Bu durum o fikriyatın kendini daha anlaşılabilir kılması bağlamında bulunmaz bir fırsat da sağlar...
Felsefe sorularını korkmadan sormakdurumundadır.Çünkü; sorular biterse felsefe de biter, güdükleşir.
Dinamik bir felsefe, keskin sorularla ayakta kalır...
11-Felsefe son tahlilde kendi özünü sorgulamıyorsa dogmatizmin tuzağına düşer.
Her türlü değerlendirmeye açık oluşu, objektif bir duruş ve yapısında olmazsa olmaz olan hoşgörü sayesinde her zorluğu aşar ve başarılı olur.. Bu nedenle felsefe ve felsefi tavır özünde mecburen hoşgörü
barıdırmalıdır. Evrensel işbirliği, insan haklarına saygı ve bilginin paylaşımı başka türlü nasıl sağlanabilir.
Her türlü sorun karşılıklı anlama çabasıyla, ortak paydalar bularak açıklığa kavuşturulabilir. Birbirinden farklı fikirler arasındaki çatışmalar en sonunda felsefi bir hoşgörüyle tatlıya bağlanır.
Gelişmenin ve ilerlemenin motoru, farklılıkları bilerek; bunların özündeki güzellikleri tartışarak, hoşgörüyle ortaya çıkmasına müsaade etmek; ötekine yaşama şansı vermekle yürütülür...
Felsefe, kaba bir hoş görme işi değil elbet. Kayıtsızlık hiç değildir.Başıboşluğu asla tasvip etmez. Son derece ciddi bir uğraş alanıdır. Gerçekleri bulma çabasıyla didine durur ve bulduğu doğruları tüm insanlıkla bencillik yapmadan paylaşır.
Özündeki erdem ve hoşgörü başka türlü nasıl izah edilebilir...
Hoşgörü dileklerimle...
Mustafa Gürbüz/11.12.2008/Buca