- 3723 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gaziantep LİFE Dergisi (Mehmet Nacar'la Söyleşi)
Başlarken neler söylemek istersiniz?
Ortaokulu sanat enstitüsünde okudum. O yıllarda duvar gazetesi çıkarırdık. Sene 1962-1964 arası. Heveslenip gazetede roman yazan arkadaşlarımız olurdu. Şiir yazanlar olurdu. Bir de okulda askeri disiplin benzeri bir disiplin vardı. Sizden bir üst sınıflara abi demek zorundasınız. Abi demezseniz onların sizi dövme hakkı dahi vardı. Okulun duvar gazetesinde yazdıkça ve okudukça ben de heveslenmeye başladım. Sonra şiire yöneldim. Tabii, gençlik yıllarımızda yaşadıklarımız her gencin yaşadığı durumlardı. Ancak, şimdikiler gibi değildik. Gençlik yıllarımızda zaman zaman okuldan kaçar sinemaya giderdik. En büyük eğlencemiz sinemaydı. İstesek de başka eğlence olanağımız yoktu. Cebime bir bloknot, bir de kalem taşır, her fırsatta şiir yazardım. Kent gazetesinin şimdiki sahibi Ahmet Barutçu o zaman aynı gazetede mürettipti. Gazetede kültür sanat sayfası çıkarırdı. Bir gün bana geldi. Abi sayfada bir boş yer var, şiirin yok mu, ver de yayınlayalım dedi. Bloknotumda yeni yazdığım serbest tarzda bir şiir vardı. Serbest şiirleri de pek sevmem. Yırtıp verdim kendisine ve yayınlandı. O şiir çok ses getirdi. Köşebaşı isimli kısa ve öz bir şiirdi. Kilis’te o yıllarda kız enstitüsü, öğretmen okulu, klasik lise ve ortaöğretim kurumlarında popüler oldu. Marifet iltifata tabiidir diye bir söz var. Beğenmeyip atacak olduğum şiirin bu kadar tutması beni çok etkiledi. ‘’Sende yetenek var bu yola devam et’’ dedim kendi kendime. Aile olarak varlıklı ve kalabalık bir aileden geliriz. Birkaç amcamın köy odası var. Bu odalarda sohbetler dinlerdik. Yaşanmış öyküler, ibretlik fıkralar anlatılırdı. Her oda bir okul gibiydi. Konuşmacılar da gerçek birer hatip. Köy odalarında o günün şartlarında çok şeyler öğrendim. Tabi ki, şiirler de okunurdu. Şarkı ve türküler dinlenirdi.
Şiire Köşebaşı’yla başladım ve bir daha da bırakamadım. Ortaokulu erkek sanat enstitüsünde bitirdikten sonra klasik liseye (Kilis Lisesi) geçtim. Lisede Arı Grubu adında bir grup oluşturduk. O yıllarda liselerde fen ve edebiyat adı altında yalnızca iki bölüm bulunurdu. Ben edebiyat bölümündeydim. Arı grubunda birkaç arkadaş toplandık. Kent gazetesi tabldot boy ve yalnızca dört sayfaydı. Çarşamba günleri iki iç sayfasını bize verdiler. Grup adıyla kültür sanat sayfası çıkarmaya başladık. Sayfada kendi yazdığımız şiir, öykü, fıkra ve köşe yazılarımızı yayınlıyorduk. Edebiyat öğretmenimiz Halil İban (Kulakları çınlasın) not cimrisi bir öğretmendi. Benden beş alan kendini on almış saysın derdi. Onun ilgisini çekmiş yazılarım. Bir gün beni öğretmenler odasına çağırdı. Yazılarımın güzel olduğunu söyledi. Beni yönlendirmeye çalıştı. Doğuştan biraz dik kafalı olduğumdan öğretmenimin dediğinin tersini yapmaya başladım. Yine de en yüksek notu alan ben olmuştum. Bir gazete daha vardı Kilis’te. Şiir ve yazılarım onların da dikkatini çekmiş. Yazı istediler. Böylece, lise bitene kadar yazı hayatım o iki gazetede devam etti. Bu arada bir de önemli hata yaptım. İstanbul’da yayınlanan bir kültür sanat edebiyat dergisi olan Hisar dergisinde zamanın ünlü edebiyatçıları yazıyordu. O dönemde telefon yok. Bilgisayar yok. Mektupla haberleşme var. Derginin adresine şiirlerimi mektupla göndermeye başladım. Üst üste birkaç mektup gönderince bir gün bana bir koli dergi göndermişlerdi. Üzerine de bir not düşmüşler. ‘’Bu dergileri oku ve ona göre daha güzel yazmaya çalış. Sonra da bize gönder’’ diye. Buna çok üzüldüm. O zamanlar edebiyatta yeniyim. Kendimi çok iyi görüyorum. Sıfır olduğumdan haberim yok. Derginin bana o şekilde bir yönlendirme yapması onuruma dokundu. Ondan sonra İstanbul’da hiçbir yere şiir göndermemeye başladım. Yaşadığım farklı illerin yerelinde şiirlerim yayınlandı ama İstanbul’a küstüm. O yıllarda yazdığım çok harika şiirlerim de vardı. Rast gele kağıtlara yazıp attım onları. Aynı zamanda köy öğretmeniyim. Yazı hayatım böyle başladı.
Şiirlerinizin teması ne oluyordu genelde?
Şiirlerimin teması sevgi ve aşk üzerinedir. Lise yıllarımda başladığım alışkanlıkla, hala öyle devam ediyorum. Şimdi yazdığım şiirlerimi okuyanlar duygu açısından liseli şiirleri gibi diyorlar. İlk yıllarda yazdıklarım içimden kopup gelen ve taşan duygulardı. Şimdi yazdıklarım bir yapı ustasının deneyim ve alışkanlıkla duvar yapmasına benzer bir olay. Başlarken sevgi ve aşk şiirleriyle başladığım için şimdi yazmak da çok kolay geliyor. Şiirde de branş olduğuna inanırım. Ben branş olarak sevgi ve aşkı seçmiştim.Tabi, sevgi ve aşk şiirleri dışında yazdığım taşlamalarım da çok. Taşlamalarımın bayağı sivri olduğu söylenir. Taşlamalarımı çoğunlukla net ortamında paylaşmıyorum. Bazılarını seçip kitaplarıma alıyorum. Bir de ironik şiirlerim var birkaç tane. Kilis Kültür Derneği adına 1967 yılında Zeytin Dalı isimli bir dergi çıkarmıştım. Yürütemeyip kapattım. Otuz üç yıl sonra aynı dergi, aynı dernek tarafından yeniden yayınlanmaya başladı. Şiir gönderdim ama bazılarını yayınlamadılar. Nedenini sordum. Yalnızca Kilis’le ilgili şiirleri yayınlıyoruz dediler. Bir eşref saatimde İçoruk Ağe konulu ve Kilis lehçesiyle bir şiir yazarak gönderdim. Bu şiiri yazarken derginin editörüyle dalga geçmeyi düşünerek yazmıştım.
Beşenli, Akpınar, Söğütlü Dere,
Her hafta gidoruk ayrı bir yere,
Mitor heybesinde bahdeniz, tere,
Arakıyı açooooor, içoruk ağe.
Şiir beş kıta. Tamamı güzel olmuştu ama ben en çok şu dörtlüğü beğenmiştim
Akşamdan akşama çıkoruk dama,
Yavaşca söylor ya, düşoruk gama,
Avrat artık yeter, içme dor ama,
Arakıyı açooor, içoruk ağe…
Bu dörtlükteki Yavaşca sözüyle belitilen Kilisli Bestekâr Alaeddin Yavaşca üstadımızdır. Şiiri gırgır ve protesto amacıyla yazıp gönderdim. Dergide yayınlandı. Zeytin Dalı yurt içi ve yurt dışında her yere ulaşmakta. Beni arayan arayana. Şiir çok tuttu. Dergiye ulaşamayan Kilislilere de birbirlerine telefon ve faksla ulaştırmakta. Düşünmeye başladım. Bu şiiri okuyanlar benim eksiksiz bir alkolik olduğum kanaatine varacaklar. AKP iktidarının ilk yıllarında İçoruk Ağe şiirimin tersini yazdım. Adı ‘’Artık İçmoruk Ağe’’ Bu şiirim de on kıta. Bir iki örnek dörtlük sunayım sizlere.
Nefsimize zulüm edoruk her gün,
Büfenin önünden geçmoruk ağe,
Yılbaşı gelse de senede birgün,
Arakıyı açmor, içmoruk ağe.
Bütün büfeleri yoklasak doru,
Kiminin önünde beklesek doruk.
Bir boş ganne bulsak, koklasak doruk,
Arakıyı açmor, içmoruk ağe.
Güzelbağ şarabı raflardan bakor,
Düşümde burnuma anason kokor,
Musluktan Narlıca suları akor,
İnattan onu da içmoruk ağe.
Bu şiirimin içeriğinde politik taşlamalar da var. Kilis’ten yayın yapan bazı radyolara gönderdim. Sitelerinden izlediğim kadarıyla daha çok okur toplamakta.
Ben genelde hüzün, gurbet ve hasret şiirleri yazarım. Kilis lehçesiyle yazdığım şiir türünden çok az şiir yazdım. Bir de Antep Elinde konulu şiirim var. Bir dörtlüğünü paylaşayım sizlerle.
Uzaktan görünür Almalı Köyü,
Köprünün üstünde koç Şahinbey’i,
‘’Söz verdim, Antep’e geçirmem’’ deyi,
Fransız’a kurşun sıkarken gördüm.
Tema dediniz. Doğa, aşk, hasret, hüzün, politik taşlamalar, nasihat ve milli konularda yazıyorum.
Şiir yazmak nasıl bir duygu?
Şiir benim arkadaşım. Dert ortağım. Özellikle bunaldığım veya isyankâr zamanlarımda iyi şiir yazıyorum. Bu yüzden şiirlerimin konusu sitem, hüzün, hasret, aşk, sevgi veya taşlamalardır. Yazdığım zaman deşarj olurum. Rahatlarım. Şiiri bir asalet, yücelik olarak görürüm. Şiir asil duyguların kağıt üzerindeki resmidir. İnsanı yücelten değerlerin yazıya geçmiş belgeleridir.İnsanlık tarihini veya Türk tarihini ele alalım. Orta Asya’dan beri Dede Korkut’un şiirsel söylemleri var. Selçuklu döneminden, Osmanlı döneminden günümüze gelen şiirler var. Romanlar, öyküler unutulsa da şiirler unutulmuyor. Türk halkı şiir seven bir halk. Şiir yazdıkça yüceldiğimi düşünüyorum. Şairin dünyası ayrı bir dünya. Normal günlük yaşayan insanların dünyasından çok daha farklı. Yahya Kemal’in tabiriyle rint oluyor insan. Dünya değerlerine, paraya, pula pek önem vermiyorsun. Maddiyat kazanılabilir ve çabuk da kaybedilebilir. Yüzlerce fabrikanız olsa sonunda batabilirsiniz. Ya da mirasçılar paylaştıkça küçülüp kaybolurlar. Güzel eserler ortaya çıkarıp Türk Edebiyatına geçerseniz o eseriniz asla kaybolmaz. Üstelik paylaştıkça büyür ve çoğalır.Yunus Emre, Karacaoğlan kayda geçmemiş kişiler bunlar. Hatta, Yahya Kemal da sağlığında kitap yapmamıştır. Ancak, Türk edebiyatına kalite kazandıran, edebiyatı edebiyat olarak yapan kişiler olduğundan günümüze kadar gelebilmişler. Benim amacım da bu yönde. Kendimi hala edebiyat ve şiir öğrencisi olarak görürüm. Tek bir amacım var. Türk Edebiyatında nokta kadar bir iz bırakabilmek. Ün, şan, para ve geçici değerlerin hiç birinde gözüm yok.
Ömrümce yalnız kendimle yarış halindeyim
İyi bir şiirde olması gereken şeyler nelerdir?
Önce serbesti de heceyi de ele alarak söylemek isterim. Çok farklı bazı kurallar vardır şiirde. Bu kurallar ki, şiiri düz yazıdan ayırırlar. Şiirde en önemli ve mutlaka olması gereken kural kafiyedir. Zamanımızda amatör olsun, profesyonel olsun, hemen bütün şairler kafiyeyi yalnızca hece şiirlerine özgü bir kural olarak düşünmekte. Türk edebiyatına geçmiş ünlü ustaların, mesela Ümit Yaşar, Orhan Veli, Şemsi Belli gibi serbest yazan ünlü ustaların şiirlerine bakın. O şiirleri güzelleştiren tek şey vardır. Araya kafiyeler serpiştirilmiş olması… Hece şiirlerindeki dörtlüklerde en azından ilk üç satır birbirleriyle kafiyeli olmak durumunda. Serbest şiirde satırların peş peşe, zincirleme birbirleriyle kafiyeli olması şartı yok. Kafiyeler uygun şekilde satır aralarına serpiştirilir. Eğer kafiye serpiştirme olayı yoksa, yazan kişi ne kadar ünlü olursa olsun ona şair diyemem. Birincisi bu.
İkinci olarak şiir anlaşılabilir olmalı. Şiirde yenilikçiler var. Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü yenilikçiler. Adam yazmış şiiri. Sonra da, efendim diyor, şiirden zaten bir şey anlaşılmamalı. O zaman kendilerine diyorum ki, madem bir şey anlaşılmasın istiyorsunuz, boş bir kağıt verin, bakıp dursunlar. Onların mantığından yola çıkarsak, boş kağıt en iyi şiir. Çünkü, hiçbir şey anlamak mümkün değil. Şiir duyguların kağıda dökümüdür. Duyguların sızıntısıdır ama o sızıntı ne kadar fazla olursa şiir de o kadar güzel olur.
İyi bir şiirde konu bütünlüğü olmalı. Gerek sosyal bir konuyu işliyorsunuz, gerek bir sevgi ve aşk konusunu işliyorsunuz veya Pir Sultan gibi nasihat yazıyorsunuz. İlk baştaki konu sonuna kadar devam etmeli ve okuyan kişinin gözünde bir tablo canlandırmalı. Bu yapılmıyorsa, her dağdan bir taş alınmışsa, bulmaca gibi çözüm gerektiren şiirler şiir değildir. Serbest şiir kolay. Serbestte konu bütünlüğü, akıcılık, kafiyeler bulunsun yeter. İstediğin kadar uzatıp kısaltabilirsin ama serbestin de uzununa göre kısası daha güzeldir. Uzun olup güzel olabilen şiir çok az. Mesela, Ümit Yaşar’ın Milyon Kere Ayten şiiri. baştan sona kafiyelidir.
Hece şiirlerinde çok daha farklı özellikler ve zorluklar var. Onun için herkes hece yazamaz. Hece şiirlerinde hece eksiği veya fazlası kabul görmez. Akıcılık olacak. Konu bütünlüğü olacak. Kafiyeler kusursuz olacak. Kafiyeler de beş altı çeşittir ki, bunların en kolayı yarım kafiye. Tam kafiye, zengin kafiye, cinaslı kafiye, tunç kafiye gibi kafiyeler. Yarım kafiye özellikle amatörlerin kullandığı bir kafiye şekli. Kendim çoğunlukla zengin kafiye kullanırım.
Hece şiirleri tıpkı bir beste gibidir. Müzik eseri gibidir. Kendine özgü ritmi, ses uyumu, akıcılığı vardır. Mesela, müzik eserlerinde es var. Es nefes alınması gereken yerler. Hece şiirlerinde de duraklar var. Bir dörtlüğün tek bir satırı duraklara uygun olmayınca o dörtlüğün tamamı bozulur. Konunun ehli olmayan kişiler kalıplaşmış durak düzenini ezberlemiştir. Son yazdığım bir şiiri net ortamında paylaştım. Birisi yorum yapmış. ‘’Şiir çok güzel ama duraklar uygun değil’’ demekte. Çünkü, adam altı artı beş veya beş altı durakları biliyor. Oysa ki, o şiir dört artı dört, artı üç duraklı. Bekir Sıtkı Erdoğan’ın Kışlada Bahar şiiri var ;
Ela gözlüm efkârlanma gül gayrı
Bütün satırlar dört, artı dört, artı üç duraklıdır. Benim şiirimde öyle. Bazıları bunları bilmiyor. Ben durakları ayırarak cevap gönderdim o kişiye.
Ayrıca yine hece şiirlerinde ilk dörtlükten başlayıp son dörtlüğe doğru gittikçe yoğunlaşan bir duygu yoğunluğu olması gerekir. Son dörtlükler mutlaka vurucu olmalı, akılda kalmalı. Hecede dörtlükler şiir kurallarına uygunluğun yanı sıra Türk dilinin kurallarına, imla kurallarına ve dil bilgisi kurallarına kesinlikle uymalı. Son zamanlarda şiirde bir çok kişi noktalama kurallarına uymuyor. Bu neye benziyor? Siz bir duvar örüyorsunuz ama harç kullanmıyorsunuz. Türk dilinin ana kuralıdır, dilbilgisi kuralları ve noktalama işaretleri. Noktalama işaretleri sizin neyi, nasıl anlatmak istediğinizi gösteren işaretler. Adamın dil bilgisi zayıf. Diyor ki, herkes bildiğini istediği yere koysun. Olmaz ki… Çok ünlü bir örnek var. ‘’Oku baban gibi eşek olma.’’ Burada virgülün konulması gereken iki yer var. Virgülün yerinin değişmesi cümlenin anlamını tümüyle tersine çevirmekte. Şiirde dilbilgisi ve imla kuralları kusursuz uygulanmalı. Çünkü, sen şairsin, şiir yazıyorsun. bir şeyler anlatmak istiyorsun. Anlatmak istediğin duygu ve düşünceleri herkesin kolay ve net olarak anlayacağı şekilde yazmak zorundasın. Bunu yapmak için de imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uymak şartı var. Eski köye yeni adet getirilemez. Yine iyi bir şair kafiyeleri tutturmak için uydurma veya yabancı sözcüklere meyletmemeli. Hece şiirlerinde kafiyeleri tutturmak çabasıyla yarı yarıya Osmanlıca sözcükler kullanılıyor. Atatürk Türk Dil Kurumunu kurdu ki, kendi dilimize sahip çıkalım ve kullanıp geliştirelim. Türk kültürünü yabancı kültürlerin etkisinden kurtarmanın tek şartı Türk dilini sadeleştirmek, güzelleştirmek ve öz Türkçeyi kullanmaktır. Divan edebiyatına bakın. Pek bir şey anlamıyoruz. Oysa Türk şairler ve yazarlar yazdılar. Yunus Emre’yi anlayabiliyoruz, Karacaoğlan’ı anlayabiliyoruz. Kültür ve sanat hizmetleri şahısların kendileri için imar edilmiş özel saraylar değildir. Halkın bütününe hizmet için yapılan bir sanattır. Halka hitap edemiyorsanız, ne kadar ileri düzeyde şair ve yazar olursanız olun fark etmez. Bu durumda siz müşterisi olmayan bir işyeri açmışsınız demektir. Çünkü, bir kitap yazmışsınız ama onu sizden başka okuyan ve anlayan yok. Yaptığınız sanat toplumun benimseyip paylaştığı bir sanat olmalı.
Şair sözcüklerle bir cambazın ipte oynadığı gibi oynamalı. Sözcüklere ve anlama derinlik kazandırmalı. Hayal dünyamızı zorlayan yeni konuları şiirleştirmeli. Ezberlenmiş türde yazılan şiirler sınıfta kalır.
Siz serbest mi tercih ediyorsunuz, hece mi?
Ben önceleri ikisini de yazardım. Hala kendini aşamamış bazı çevreler var ve hece şiirini gericilik sayıyorlar. Şiir kalıba girer mi, diyorlar. Bu eleştirilere canım sıkıldı. Dedim ya, bir huyum var ki, dayatılanın tersini yaparım. Bu tür yersiz eleştiriler nedeniyle serbest yazmayı bıraktım. Yoksa, benim ilk kitaplarımda yarı yarıya serbestler var. Hece şiirlerine karşı çıkanların taraflı ve maksatlı davrandığına inanıyorum. Hece yazmamın bir başka yönü daha var. Bence şiirde hece yazmak sorumluluktur. Bir şair eğer hece şiiri yazamıyorsa serbestte ne kadar başarılı olursa olsun tam bir şair değildir. Ayrıca, hece şiiri Türk kültüründe çok farklı, çok önemli yeri olan bir nazım şekli. Hecenin kültürümüzde bağlantıları ve akrabaları var. Hece şiirini yok ettiğiniz takdirde, Türk kültürünü büyük ölçüde tahrip etmiş olursunuz. Hece şiiri Türk Sanat Müziğinin ve Türk Halk Müziğinin öz kaynağıdır. Hece şiiri yoksa, Türk Sanat ve Türk Halk müziği besteleri yapılamaz. Türk folklöründe, halaylarda hece şiirleri vardır. Türk müziği ve Türk Foklörü ile hece şiirleri dört sütun üzerine kurulmuş bir bina gibidir. Bu binanın asıl taşıyıcı sütunu da hece şiiri. Hece şiirini çektiğiniz zaman diğerleri de yıkılmakta. Zamanımızda güzel hece şiirleri yazan kalmadığı için, dikkat ederseniz yeni Türk Sanat Müziği besteleri yapılamıyor. Cemal Safi dışında besteye uygun hece şiirleri yazan ve yaşamakta olan şairimiz yok gibi. Halbuki, Alaeddin Yavaşca başta olmak üzere halen yaşamakta olan bestekâr üstatlarımız var. Bu üstatlar Sanat Müziği demode oldu, artık beste yapmayalım demiyorlar. Onlar bestelerini yaparlar ama kaynak lazım. Bestelere uygun hece şiirleri kaynağı ise kurumaya yüz tutmuş durumda. Geçmişte ideolojik gerginliklerin olduğu yıllarda Türk kültürünü baltalamak, eskiyi yok etmek için büyük çabalar sarf edildi. Şiirde yenilikçilik adı altında farklı şeyler ortaya atıldı. Sanat Müziğimizden, Halk Müziğimizden ve yerleşik kültürümüzden uzaklaşmaya çalışıldı. Halbuki, gelecek geçmişin devamıdır. Geleceği geçmişten koparamazsınız. Kültür de, sanat da, edebiyat da öyle. Avrupalılar Kurtuluş Savaşında, altı yedi devlet işbirliği yaparak ülkemizi işgal etti. Irak’tan kötü durumdaydık. Kıtlık var, devlet yok, paramız yok ama onları yenerek geri gönderdik. Kültürümüzü işgal edip yok ettiklerinde savaşmaya gerek kalmadan ve kalıcı olarak ülkemizi işgal edebilirler. Şu anda yapılan uygulamalarda bu yönde. Onun için kültür, sanat, şiir, hafife alınacak şeyler değildir. Kendi öz benliğimizden ve kendi değerlerimizden uzaklaştığımızda yok olmuş sayılırız. Bizi devlet ve millet yapan en temel unsur kendi öz kültürümüz. Hece şiirleri de öz kültürümüzün ayrılmaz bir parçası.
Gaziantep’teki edebiyat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gaziantep’te sıradan halkımız şairleri düğünlerde davul zurna çalarak halkı eğlendirenlerle aynı kategoride algılamakta. Kültürlü kesim de okunacak şiir yok diyerek önem vermemekte. Tabi ki, böyle düşünenlerin haklı yönleri de az değil. Kitap dünyamız çöplüğe döndü. Paran varsa istediğin kadar berbat şeyler yaz ve kitap yap. Hatır için kitap alınıyor. Hatta hatır için de okunuyor. Tanıdığım bazı kişiler var. Şairlik yeteneği yok. Yazdığı şiirlere şiir demeye utanırım. Kendisini gaza getirmişler ve şiir kitabı yapmış… Piyasada bu tür kitaplar hızla çoğalmakta. Böyle olunca da gerçek şairler ve şiirleri arada kaynayıp gitmekte.
Gaziantep’te kültür sanata ekonomik katkı yok. Sanat için değil de hatır için katkı var. Devlet kültüre verdiği önemden dolayı belediye yasasına yerel kültüre destek babında iki yüze kadar kitap alma yetkisi tanımıştır. Şimdi belediyelere kitap satmaya kalkarsanız sizi tanıyan veya referans(!) olacak birilerini devreye sokmanız gerekiyor. Bu durumda ya kaleminizi onların emrine vermeniz, ya da şairliği seçmeniz gerekmekte. Gerçek bir şair tarz, üslup sahibi olmanın yanı sıra edebi onur sahibi olmalıdır. Gaziantep, kendi kültürüne katkı sağlayan kalem erbaplarına ve gönül adamlarına kendisi sahip çıkmalı. Şairin minnet ve ricası veya araya birilerini koyması beklenmemelidir. Bu düşüncede olduğum için geçen yıl bastırdığım üçüncü kitabım hala matbaa kolilerinde beklemekte. Şairin parasal beklentisi olmaz ama bastırdığı kitapların maliyetini kazanması da doğal hakkıdır. Çünkü, gönül adamlarının parası olmaz. Onlar kendilerini para dışında değerler kazanmaya adamıştır.
Kitaplarımı il dışından isteyenlere karşılıksız olarak göndermekteyim.
Gaziantep, kültüre gereken önemi vermeyen ve kültür sanat adamlarını kendi kaderiyle baş başa bırakan bir kent. Kendini kültür ve sanata adamış kişileri sahiplenmemekte.
Dost meclislerinde söz açılınca Gaziantep’i bir file benzettiğimi söylerim. Kent büyük, zengin, güçlü kuvvetli ama kafasında kültür eksik.
Kendinize örnek aldığınız şair ve yazarlar var mıydı?
Benim lise yıllarımdan başlayarak, rahmetli üstadım Necip Fazıl Kısakürek ile belirli aralıklarla görüşmelerimiz, dostluklarımız oldu. Necip Fazıl üstadım doğduğum beldede benden önce iki yakınımı yetiştirdi. Biri Hüseyin Rahmi Yananlı. İstanbul’da üstadın misyonunu devam ettirmekte. Varlıklı bir aileden gelir ama bu yolda bütün malvarlığını kaybetti. Mesleği avukatlık ama mesleğini yapmadı. Yazarlığa yöneldi. Diğeri de Bahri Zengin. Milli Selamet Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve makine mühendisi. Üstat onların vasıtasıyla ilgimi çekti. Buraya konferanslara geldi gitti. Bulunduğu toplantılara katıldım. Yakınlaşma ve dostluk duymaya başladım. Bu yakınlaşma dolayısıyla onun eserlerini inceden inceye okuma durumu doğdu. Bu sebeple Necip Fazıl rehber oldu bana. Üstadın yanı sıra Faruk Nafiz Çamlıbel var ki, edebiyat öğretmeni arkadaşlar benim şiirlerimi daha çok Faruk Nafiz’e benzetirler. Biz lisede Nihat Sami Banarlı’nın Türk ve Batı Edebiyatı kitabını okuduk. O kitapta Faruk Nafiz’in ‘’Şair’’ adında bir şiiri vardır. Son satırında şöyle der; ‘’Şair sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın.’’ O söz beni çok etkilemişti. Bunların dışında örnek aldığımız, etkilendiğimiz, kalemimizin onlara ulaşmasını istediğimiz şairler var. Bunlardan en önde gelen isimler Bekir Sıtkı Erdoğan, Orhan Seyfi Orhon, Kemâlettin Kamu…
Belirli birini örnek alıp, onun izinden giderek, onun yaptıklarını yapmaya kalkarsanız başarılı olmanız mümkün değil. Her şairin kendine özgü bir üslubu, yazım şekli ve teması olmalı. Böyle olunca şair olabilirsiniz. Birisinin yaptığını devam ettirmeye kalkarsanız taklitçi ve kopya olmaktan öte geçemezsiniz.
Türk Edebiyatına geçmiş ustalarımız bizim şiir öğretmenlerimizdir. Onlardan çok şey öğrendim ama kendi edebi hamurumu kendim yoğururum.
Bir de internet radyonuz var galiba, orada neler yapıyorsunuz?
İstanbul’dan şair dostum Ayfer Yaba hanımefendi ile ortak çalıştırdığımız bir forum ve bu foruma bağlı Duygu Radyo adında bir internet radyomuz var.
Yaba ailesi benim aile dostumdur. Açtığımız forumun adı Duygu Yansımaları. Net adresi duyguyansimalari.com
Forumumuz kültür sanat ve edebiyat forumu. Henüz bir yaşında ve altı yüzün üzerinde üyemiz var. Ancak, her başvuranı üyeliğe almıyoruz. Seçme yapıyoruz. Edebi değeri olanları, şiiri ciddiye alanları kabul ediyoruz. Yakın zamanda siteye dönüşmeyi planlamaktayız. Forumda kültür, sanat ve özellikle de edebiyatla ilgili konular paylaşılmakta.
Radyomuz günde on sekiz saat yayında. Müzik yayınları yapmaktayız. Ağırlıklı olarak Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği ve hafif Türk müziği yayınları yapıyoruz. Radyomuz bütün dünyadan dinlenebilmekte. İstatistiklerimize göre yurt dışı dinleyici kitlemizin ağırlığı Avrupa’da yoğunlaşmakta. Gariptir ki, Türk Cumhuriyetlerinde (Azerbaycan hariç) dinleyicimiz yok. İkinci sırada ABD var. İç Asya hariç bütün dünyadan dinleyicilerimiz bulunmakta.
Eylül ayından başlayarak akşamları saat yirmi/sıfır iki arası canlı yayınlar yapmaktayız. Canlı yayınlarımız şiir ağırlıklıdır. Farklı illerden şiir gönüllüsü programcı dostlarımız var. Haftanın akşamlarını paylaşarak sırasıyla yayın alıyoruz.
Forum ve radyomuzda Türk Dilinin kurallarına uymak esastır. Gerek forumda paylaşılan, gerekse radyomuzdan okunan şiirlerde dil, dilbilgisi ve imla kurallarına azami özen gösterilmekte. Ayrıca sevgi, saygı ve nezaket kurallarına uymayan üyelerimizin kaydı silinmekte.
Net üzerinden foruma ulaşıldığında radyomuz da otomatik olarak çalmaya başlar. Radyo istek hattımız forum sayfası üzerindedir.
Biraz kitaplarınızdan bahsedebilir misiniz?
İlk kitabım Yitik Sevgiler. Ağostos/2002 de yayınladım. Yüz yirmi sayfa ve içinde yüz iki şiirim mevcut. Taşlamalar, sevgi şiirleri, doğa şiirleri karışık olarak sayfalarda yer almakta. Taşlamalarım genelde siyasi içerikli. Yarı yarıva hece ve serbest şiirlerimden oluşan bir kitap.
Yitik Sevgiler’i yayınladığımda radyocu bir dostun eline geçmişti. Bana ulaştı kendisi. Radyoda program yapmamı istedi. Kilim FM radyosunda bir süre program yaptım. Bu program süresince kitaplarım satılıp tükenmişti.
İkinci kitabım Bu Kentin Yalnızları. 2003 yılı yaz ayında yayınlandı. Bu kitabım da yüz yirmi sayfa. İçindeki şiir sayısı yaklaşık olarak önceki kitabımdaki kadar. Bu kitabım iki bölümden oluşmakta. Birinci bölüm sevgi şiirleri. İkinci bölüm taşlamalar ve fantastik şiirler. Kitap serbest ve hece şiirlerimden oluşmakta.
Üçüncü kitabımın adı Hasrete Yolcuyum. Tamamı hece şiirlerimden oluştu. Üstat Abdurrahim Karakoç’un tespitiyle birimci kitabımdan üçüncü kitabıma doğru sürekli bir gelişme var. Üçüncü kitabım Türk hece şiiri kurallarına kusursuz uyan hece şiirlerimle doludur.
Kitap yüz sayfa. İçerikte doksan kadar şiir var. Yine birinci bölüm sevgi şiirlerimi kapsıyor. İkinci bölüm ‘’Her Daldan Esintiler’’ adıyla taşlamalar ve farklı konuları işleyen eserlerden meydana gelmekte.
Baskıya hazır kitaplarım var ama ekonomik nedenlerden yayınlayamadım. Bunlardan ‘’Neredesin Sen’’ Gaziantep’te bazı gazetelerde tefrika edildi. Çok beğenildi. Manzum/nesir tarzındadır. Şemsi Belli ve Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bu türde eserleri var. Edebiyatta az denenmiş bir tarz...
Konu eserlerimden açılmışken bilinmeyen bazı eserlerime de burada yer vermek isterim.
1967 yılında Kilis Kültür Derneği adına Zeytin Dalı dergisini çıkardım. O günün şartlarında dergi çıkarmak hayli zor bir işti. Tek sayı olarak çıkarıp kapattım. Otuz üç yıl sonra aynı dergi Kilis Kültür Derneği adına yeniden yayın hayatına başladı. Sanırım beş yıldan beri kesintisiz yayınlanmakta.
Bestelenmiş şiirlerim var.
Serseri şiirim Selami Şahin tarafından (Çalınarak) bestelendi. Çok yeri değiştirilmiş olmasına rağmen asıl önemli kısımları olduğu gibi alınmıştı. Beste adı ‘’Ben yaralı, sen sevdalı’’
Divane şiirim fantezi müzik tarzında Halil Taşkın tarafından bestelendi. Beste adı Divane.
Yetim Gönlüm adlı şiirim Kıbrıs’ta yaşayan Gaziantepli bestekâr Doğan Balyemez tarafından Türk Sanat Müziği formatında ve hüzzam makamında bestelendi. Beste adı Hüzünler. Bu beste TRT beste yarışmasında finale kaldı ve sonuçlar yakında açıklanacak.
Son olarak Anlayamadın konulu şiirim Turgay Tekinarslan tarafından ve pop müzik tarzında bestelenmiştir.
Bir de köşe yazarlığı geçmişiniz var? İlk ne zaman başladı, genelde yazılarınızın konusu ne oluyor?
İlk köşe yazılarımı lisede okuduğum yıllarda yazmıştım. Öğretmen olarak dolaştığım beş ilde aralıklı olarak yazmayı sürdürdüm. 1987 de Gaziantep’e gelerek buraya yerleştim. 1995 yılından itibaren günlük köşe yazamaya başladım. On iki yıl ara vermeden günlük yazdım. Gaziantep’te günlük köşe yazdığım ilk gazetem Güncel Gazetesi. Daha sonra Zafer, Yenigün ve Gaziantep27 gazetelerinde yazmayı sürdüm. Tabi ki, bunlar aralıksız yazdığım gazeteler. Perakende yazdığım gazeteler de az değil.
Halktan yana bir gazeteciyim. Halkın sesi olmaya çalışırım. Uyutulan halkı uyandırmayı denerim yazılarımda. Böyle olunca da siyasi konularda yazmak zorunda kalıyorum. Ayrıca Ermeni meselesi ve terör konuları da yazılarımda ağırlık verdiğim konulardır.
Bir süre Yenigün gazetesi ile Gazintep27 gazetelerinde yazı işleri müdürlüğünde bulundum.
Yayınlanan makale sayısı altı/yedi bin civarında.
Halen Gaziantep27 ile Kilis Kent gazetelerinde yazmaya devam ediyorum. Trabzon ve Afyon illerimiz başta olmak üzere on kadar da net gazetesinde yazmaktayım.
Özgeçmişinizi sizden dinleyelim?
1946 yılında Kilis’in Yavuzlu beldesinde doğdum. İlkokulu beldede, ortaokul ve lise öğrenimimi Kilis’te tamamladım. Öğretmen okulu fark derslerini vererek öğretmen lisesi diplomasını da Kilis’te aldım. Anadolu Üniversitesi AÖF, Eğitim Önlisans mezunuyum.
1967 den, 1995 yılına kadar sırasıyla Adana, Ordu, Kahramanmaraş, Tokat ve Gaziantep illerinde öğretmenlik yaparak, emekli oldum. Halen Gaziantep ilinde köşe yazarlığı yapmaktayım. İlk şiirlerim 1961 yılında yayınlanmaya başladı. 1967 de Kilis’te ’’Zeytin Dalı’’ dergisini tek sayı olarak çıkarıp, kapattım. Otuz yıl sonra bu dergi Kilis Kültür Derneğince yeniden hayata geçirildi ve halen yayındadır.
Şiirlerim Zeytin Dalı, Aykırısanat, Alleben, Merci Dabık, Maki, İklim, Nida, Bizim Ece, Ortanca dergilerinde, İstanbul Kilis Vakfı’nın Dünyada Kilis bültenlerinde, Kent, Hududeli, Haber, Flaş, Hedef, İleri, 25 Aralık, Güncel, Yenigün, Zafer, Doğuş, Gaziantep 27 gazetelerinde yayınlandı ve yayınlanmayı sürdürmekte.
Şiirlerim Kıbrıs Bayrak Televizyonunda (BRTK) bir yıl süreyle okundu. Bazıları klip yapıldı.
Ayrıca Londra Olay gazetesinde şiir ve yazılarım aralıklı olarak yayınlandı. İran Azerbaycanında Farsçaya çevrilerek gazete ve dergilerde yayınlanan şiirlerim mevcut.
1995 yılından beri günlük köşe yazıları yazmaktayım. Altı bin kadar yayınlanmış makalem var. Gaziantep’te yayınlanan Yenigün ve Gaziantep27 gazetelerinde bir süre yazı işleri müdürlüğünde bulundum. Yine Gaziantep’te yayın yapan Kilim FM radyosunda bir yıl süreyle kültür, sanat ve edebiyat programı yaptım.
Kilis’te yayınlanan ’’Kilisli Ünlüler’’ ve Gaziantep’te Şahinbey Belediyesince yayınlanan ’’Gaziantep’te Kültür, Sanat ve Edebiyatta İz Bırakanlar’’ (Ahmet Ayaz) adlı kitaplarda şiirlerime ve özgeçmişime yer verildi...
Evli ve üç çocuk babasıyım.
Gaziantep Kültür, Sanat ve Edebiyat Derneği kurucu üyesi ve Anadolu Basın Birliği üyesiyim.
.
Son olarak sanat ve edebiyat adına neler söylemek istersiniz?
Atatürk ‘’Sanatsız kalmış milletlerin hayat damarlarından birisi kurumuş demektir’’ diyerek, sanat ve edebiyatın önemine dikkat çekmiştir.
Sanat ve edebiyat halkımızın duygu, düşünce, mantık ve her türlü güzellikteki ortak buluşma noktası. Milletlerin kültür seviyesi okudukları kitaplarla sınırlı. Okunan kitaplarda da ağırlık sanat ve edebiyat konularını içeren kitaplardadır.
Sanat ve edebiyat toplumların gönül asaletini yükselten, onları daha insani davranışlara yönelten, beyinlerine ve gönüllerine balans ayarı yapan yüce değerler. Ancak bu değerlerin seçiminde dikkatli ve uyanık olmak gerekir.
Edebiyat sarayı dilimizdeki sözcük tuğlalarından oluşur. Öncelikle dilimize ve dil kaynağından meydana gelen edebi değerlerimize gereken ilgi ile saygıyı göstermek zorundayız.
Çok önemli bir nokta da, globalleşme veya milenyum adı altında dayatılan konulara karşı uyanık olmalıyız. Kendi edebiyatımızın başka kültürlerin edebiyat potasında erimesine asla göz yummamalıyız.
Gelecek nesillere bırakılacak ve o nesilleri yönlendirecek en değerli eserler kültür, sanat ve edebiyat eserleridir.
Yazar ve şairlerimize sahip çıkılmalı. Halkımız en değerli eserleri bedavaya alarak okuyabilmelidir.
Gaziantep Life dergisine teşekkür ediyorum.
Ekleyen:Mehmet Nacar