AHMET AMCANIN SONBAHAR -1-
AHMET AMCANIN SONBAHAR -1-
Ahmet amca her zaman olduğu gibi yine kapısının yan tarafındaki duvarın dibine yerleştirilmiş kalın bir söğüt kütüğü üzerindeki minderine oturmuş, bastonunu iki eli ile sımsıkı kavramış, çenesini de ellerinin üzerine koymuştu. Belliydi, yine geçmişe dalmıştı veya kim bilir neler düşünüyordu.
Şark cephesi ve Kurtuluş Savaşına katılmış bir gaziydi. Bizlere savaş anılarından ve orada kaybettiği arkadaşlarından bahsederken hep gözleri dolardı. Yanına yaklaştım, benim geldiğimin farkında dahi değildi. Yine uzaklara dalmıştı.
—“Merhaba, Ahmet amca, nasılsın? Hayırdır, dalmışsın yine.” dediğimde, kafasını hafiften aşağı yukarı tasdik edercesine salladı. Evinin önünde bir yaşlı elma ağacı vardı. Genelde duvar dibine yaslanır, söğüt kütüğünün üzerine oturur, etrafı seyrederdi.
—“Evet, oğul. Elma ağacının bana ne kadar benzediğini düşünüyordum.” dedi.
Hiç anlayamamıştım elma ağacı ile Ahmet Amca’nın benzer yanlarının ne olabileceğini. Bastonunu yan tarafa dayayıp, cebinden tabakasını çıkardı, bir sigara sarıp yaktı. Derin bir nefes çekerek, hafiften acıyı yansıtan bir tebessüm etti. Düşük tonda bir sesle:
_ “Ben de hiç düşünmemiştim, başkaları yaşarken; dilerim, sizler yaşamazsınız, diyeyim de yine de yaşarsınız, o zaman bana hak verirsin.” dedi.
— “Bak, bu elma ağacı, bir zaman yani yazın elmanın gölgesi, meyvesi vardır, herkes oturur, kuşlar yuva yapar yavrulardı. Akşamüzeri onlara tüneklik yapar, cıvıl cıvıl olurdu, değil mi? Ya şimdi bak bakalım, arada bir sadece serçeler konar, altında oturan var mı? Meyveleri nerde? Yaprakları tek tük kaldı. Dökülen yaprakları gene bizim işimize yarar, toplar kışın ekmek yapmak için yakacak olarak kullanırız.” dedi.
Biz bir işe de yaramıyoruz ki köşede bucakta, atılmış paçavra gibi...
_ “Evet.” dedim ama hala bir şey anlamamıştım. Gülümseyerek:
_ “Gene anlamadın. Bak anlatayım.” dedi. Şu kelimeler ağzından döküldü: “Oturdum da kalkamıyorum, yerimden dağlar taşlar zar ediyor. Elimden kaçayım dedim, kaçamadım; ölüm ayağıma tuzak oldu.” Ardından da bir türkü mırıldandı. Hatırladığım kadarıyla:
_ “Gönül gel seninle muhabbet edelim!
....Aramıza kimseler girmeden gönül...
....Ya benim kimim var kime gideyim?”
— “Bir zaman ben de bu elma ağacının, yaşadığı dönemleri yaşadım. Şimdi de şimdiki yaşantısını yaşıyor gibiyim. Bir zaman çocuklarım vardı. Evime gelen gidenim vardı. Ya şimdi? Nasıl kuşlar yazlık yuvaların terk edip kışlık yuvalarına dönerlerse, öyle... Onlar da kanatlanıp uçtu gitti. Yazın gölgesine herkesin gelip oturduğu gibi zamanında bizim eve de gelip oturan konuşanlarım vardı. Şimdi onun nasıl gölgesi kalmadıysa, altında oturanlar yoksa, benim de yanıma gelip, uğrayanım, soranım kalmadı. Kendi çocukların uğramazsa, bir başkalarından ne beklersin? Allah, canlarını sağ etsin! Onlar doğduğunda ne kadar sevinmiş, ağlatmamak için neler yapmamıştık! Hastalandıklarında, ölür ölür dirilirdik!.. “Allah’ım, onlar hastalanmasın, biz hasta olalım dediğimiz çocuklarımız, arayıp: “Nasılsın?” bile demiyorlar. İnsana, çoluğundan çocuğundan hiçbir fayda yok, ne varsa eşinde var. Yarın inşallah evlenip çoluk çocuk sahibi olacaksınız. Yavrum, eşinizin kıymetini bilin! Size, onun dışında kimsenin faydası yoktur. Eşinizi kırmayın, üzmeyin!
—
— Önceki zamanlarımı nasıl özlediğimi bilir misin? Hanım da yok! Hele akşamın olmasını hiç istemiyorum. Neden mi? İki duvar arasına mahkûm olup kalmak istemiyorum. İnsan, yanında bir nefesin duyulmasını ne kadar istiyor! Bilirimsin? Bizimki rahmetlik olmadan, arada bir dövüşsek bile evin bir anlamı vardı. Her şey bir tarafa, insan iki laf etmeyi dahi çok istiyor ama yok be evlat!” dedi.
—
— Duraksadı, sigarası sönmüştü. İki çekiştirdi, dumanı gelmedi. Sinirlenerek:
—
— _ “Sen de zıkkım olasıca, sönüyorsun! Sanki yanımda durmak istemiyorsun!” dedi.
—
— Yere fırlattı, ayağıyla üzerine basarak ezdi. Öç alıyormuş gibi yaptı. Tekrar, cebindeki tabakasını çıkarıp, sigara sardı, yakıp derin iki nefes çekti.
—
— _ “Ne desem de şimdi anlamasın, evlat? Benim yaşıma gelirsen, o zaman anlarsın da iş işten geçer.” dedi. Ayağa kalkarak: “Gidelim, şu zıkkım eve! Can boğazdan geçiyor. Öleyim demekle de ölünmüyor. Boğazdan da geçmez de şu mideyi taşlayalım da gurultusunu kessin!” diye eve yöneldi.
—
— Şimdi düşünüyorum da Ahmet amca çok haklı. Yaşanmadan hiçbir şeyi anlamıyorsun. Hiç farkına varmadan sadece geçmesini istediğimiz günler o kadar çabuk geçiyor ki! Tam içine düştüğümüzde, yaşamanın önemini anlıyoruz. Hele tek başınıza kalmış iseniz. Merhaba diyecek birileri yoksa hiç çekilmiyor. İnsan, eşinin değerini bir kat daha fazla anlıyor. Gideni geri getiremiyorsunuz. Sadece: “Olsaydı!” demekle yetiniyorsunuz.
—
— Sekiz yıl önce eşimi kaybettim. Bugüne kadarda evlenmeyi düşünmedim. Onlara, bir hata yaptıklarında: “Babam evlenmeseydi belki bunlar olmazdı.” deme fırsatını vermemek için evlenmeme kararı aldım. Pişman da değilim. Babalar veya anneler, sadece fedakârlık yapar, onlar için kendilerini feda ederler. Fakat hata ettiklerinin farkına, çocuklar evden ayrıldıktan sonra anlarlar ama bekli de iş işten geçmiş olur mu bilemem.
—
— Ahmet amca gözlerimin önüne geldi. Ne kadar haklıymış. Yalnızlık yine onun tabiriyle ‘kapıya konulacak bir şey değil’ de, elden bir şey gelmiyor. Zaman tek başına geçmiyor. Hele biraz daha ilerki zamanda nasıl olacak? Ahmet amcanın veya birçok insanın ne hallerde yaşadıklarını görmüştüm. O zaman hiç de üzerinde durmamıştım. Şimdi düşünüyorum da ne kadar haklıymış. Bu nedenle de: “Allah ele ayağa düşürmesin! deriz. Bizi nasıl sonun beklediğini hiç kestiremiyorum.
—
Yılara meydan okuyan Ahmet Amca ne hallere gelmişti. Gerçekten; evine, misafirin biri gider biri gelir, onları ağırlamaktan hoşlanırdı. Şimdi, birilerinin getireceği bir kap yemeği bekler olmuştu. Yine de komşuları ona bakarlardı ama çok onurlu bir insandı. Mecburdu, karnını doyurmaya. Çok şahit odum, gelen yemeği yerken ağladığına. Kendi mi suçluydu yoksa kim suçluydu, bilmiyorum ama bildiğim bir gerçek var; biz, sevmek ve korumakla evlat yetiştirmekteyiz. Sorumluluk vermeyi beceremeyen bir toplumuz. Hâlbuki yaşlılarına bakmak, büyükleri ile ilgilenmek, dinimiz gereği... Örnek olacağımıza, ne yazık ki en geride olan bir toplumuz! Herhalde bizler de Ahmet amcanın yaşadıklarını yaşamaya adayız. Ahmet Amca demişti ya:
—
— _ “Dilerim, yaşamazsınız ama yaşarsınız.” Haklıymışsın. Allah sana rahmet etsin de yaşamaya başladık bile.
—
— Şöyle bakıyorum da durum onu gösteriyor. Onun hayatının sona erdiğini bildiğim için yine de dediğini tekrar etmek istiyorum:
—
— _ “İnşallah yaşamazsınız da yine de yaşarsınız.”
—
—
GELENDE
YORUMLAR
Değerli Dost ,
Baştan sonuna kadar okudum okudum ve taaa uzaklara , eskilere gittim. Her şeyler gözümün önünde bir film şeridi oldu aktı.Çok duygulandım ve nerdeyse ağladım.Ahmet Amca gerçek,yaşanmış bir kaynak ama dediğiniz gibi şimdi bizlerde birer Ahmet Amca olduk.Anlatıyoruz da hiç banamısın diyen yok.Herkes kendi keyfinde kendi sefasında.
Güzel Dostum seni yine kutluyorum.Yüreğin hep dolsun taşsın ki,bizde payımıza düşeni alalım.Eğer bizde kıssadan hisse çıkartma yüreği varsa !!!
İyi Sabahlar ve iyi geceler mesajlarında , <Gönül Bahçesine Hoş Geldin Ey Dost > dörtlüğüne kadar okudum. Size müptela oldum.Ne de duygu yüklü ne de samimi ve içtendi...
Tüm benliğimle teşekkürlerimi iletir,saygı ve selamlarımı sunarım.
Dostça Kal - Hoşça Kal
Halife Tatar