- 618 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN,DİN VE TOPLUM -1
"Kendini yitiren insanın iç serzenişi"
Dinlerin Ortaya Çıkış Tarihi
İnsanın gelişimi;tarihten günümüze izlediği seyir,oldukça bir karmaşayı ifade eder.Gelişim özde maddi bir etkileşimin sonucu olsada,insanın kendini manevi dünyasında daha ilk çağlarda yarattığı tabular onun gelişiminin her zorlu evresinde çok önemli roller oynadığı görülmektedir.Bazen bu düşünsel edimleri onun ilerlemesine katkılar sunmuşsa da,çoğunlukta insanın ve toplumun gelişmesine,duraklama evrelerini yaşamasına neden olmuştur.Çünkü düşsel etkileşimler sonucu ortaya çıkan inançlar genelde insanın kendini kaybediş süreçlerinde yeniden doyumsamasını sağlar.Bu yüzden hassas ve kutsal bir mühtevaya bürünürler.
Toplulukların büyüyüp siyasal organizeler haline gelmeleriyle ortaya çıkan sınıflaşmalar,tümden ortaklaşma yaşamı ve üretim paylaşımcılığını da ortada kıldırmıştır. Sermaye üretimi üzerine gelişen eşitsiz toplum,doğası gereği insan arayışalarını da çoğaltmıştır.Toplum eşitsiz yapılanmanın baskısında ve angaryasından kurtulmak için eski ilkel inançlarına tekrar sarılmak zorunda kalmıştır.Ancak bu ilkel inançların mistik gizemi gelişmiş toplumsal yapının somutuna uymayan içeriği,sınıfılı toplum insanının yeni inançları bulmaya zorlamıştır.Din bu arayışların bir sonucu olarak ortaya çıkar.Dolayısıyla ilkel inançlar ve büyü böylelikle dün haline gelerek toplum hayatında rol oynamaya başlar.
Dinlerin ortaya çıkışı,insansal gelişmeye ve kökleşen toplumsal istemlere cevap olma özelliğine sahip oldukları bilinir.İstisnasız her dinsel çıkşın başlangıcında şu söylemler vardır."Zorba düzenlere son verme,sömürüyü ve köleliği ortadan kaldırma,eşitliği ve ortak paylaşımı sağlama..." Oldukça etkileyici ve büyük söylemlerdir bunlar.Bu söylemler "İnsanın kendini kaybettiği durumda,kendini doyuşunu" ifade eder.
Başlangıçta daha somut ve gizem perdelerinden uzaktırlar dinler.Toplumu manevi doyuma ulaştırmak kadar,topluma çoşkunsal bir heyecan da kazandırırlar.Bir yerde dinler iktidar olup siyasal erk olduklarında,yavaştan herşey bir gizem perdesine bürünmeye başlar.İlk dönem ki söylemler,kazanılan ekonomik ve siyasal yapı içinde kaybolur.Tanrısal buyruk,kulluk borcu ve herkesin belirlenen kaderi tekrar bir insansal yitirilişi getirir.Asıl kurtuluş maddi dünyadaki önemini yitirir,bilinmez bir dünya söyleminde simgeleşir.Toplum artık Tanrı’nın ve onun elçisi olan peygamberlerin buyruklarıyla yaşamak zorundadır.İnsan artık eskisi gibi tek bir yükümlülük altında değildir.İki ayrı yükümlülüğü vardır.Hem maddi hem de düşsel dünyasında simgeleşen manevi bir yükümlülük altına girmiştir.Eski toplumsal yasalar çiğnenebilir,gerekleri yapılmayabilir,değiştirilebilir ama tanrısal yasalar toplum yasalarından çok çok daha acımasızdır.Çiğnenemez,değiştirilemez,gerekleri yerine getirilememezlik edilemez.Böylece "Din dünyanın acımasız kalbi olup çıkar."(Christopher Caudwell: Ölen Bir Kültür üzerine)
İnsanın doğuşuyla eşit olan dinler,tarihsel süreç boyunca insan yaşamının bir parçası olabilmiştir.Bu yüzden dinler toplumsal hayatın "Düşsel bir gerçekliğidir." de.
"Düşseldir,çünkü varlıklar üzerine olan önermeleri doğru değildir (...) Gerçektir;çünkü bu düşüncelerin maddesel gerçeklikle nedensel bağları vardır ve yalnızca belirlenen değil aynı zamanda karşılığında kendi temelleri üzerinde nedensel bir etki uygulayarak belirleyicidir."(Christopher Caudwell.age)
Dolayısıyla dinin iyi tanımlanması ve toplum yaşamında oynadığı rolün iyi görülmesi kaçınılmazdır.Çözüm olgusal gerçekliğin doğru tanımlanmasıyla mümkündür.Toplum "Dünyanın acımasız kalbinden" yeni düşsel gerçekliklere sarılarak kurtuluşunu sağlayamacağı açık.Bunun doğru analizi maddi yaşamın ve toplum hayatının iyi çözümlenmesiyle mümkündür.Etkin gerçekliğin bir parçası olan dinsel inançları meydana getiren toplumsal nedenleri daha derince çözebilmek,bilimsel bir yaklaşımın sonucu olabilir.
YORUMLAR
neden içimizde hep bir Allah korkusu ya da peygamber korkusu var ve neden herşey ezberciliğe dayatılıyor özellikle okullardaki din dersinden bahsediyorum...okul yıllarımda daha küçücük yaşta bir korku yaydılar içimize yok şu günah yok çarpılırsın yok bu sevap...ve sırf bu korku yüzünden hala bile ne Allah'a ne de peygamberlerine bir lafım olmaz korkarım...çünkü bu duygu beynin içine bilinçaltı yerleştirildi bir kere...ben bu açıdan yaklaşmak istedim mesela okul zamanımdan hatırlıyorum belli süreler ve dualar vardı ezberlememiz gerekiyordu yoksa düşük notlar alıcaktık ya da karnemize zayıf gelecekti...değinmek istediğim nokta şu inanç da olsa ki; herkesin bir inancı ve savunduğu görüşü vardır herşey korkutularak olmamalı yok bunu yaparsan cehennemde yanarsın yok bunu yaparsan cennete gidersin falan aslında keşke insanlar kendi gelişen zekalarıyla bir sonuca varsalardı artık teknoloji ve bilim ilerledi mantığa hangisi daha uygun düşüyorsa onu benimseselerdi kendimden bir örnek vereceğim ben çok etkilenirdim din dersinden ve hep karneme on olarak geldi neden çünkü korkuyordum bir mecburiyet vardı sanki yok çarpılırım yok cehennemde cayır cayır yanarım bilmiyorum herhalde bu yüzden din dersine önem verirdim hep ve çalışırdım hep... kendi kendime düşüncelere dalardım Allah'ı hep hayal ederdim nasıl biridir neye benziyordur gibi sorular hep kafamı kurcalardı...sevaplarımı ve günahlarımı düşünürdüm ya da...acaba şimdiye kadar ne kadar günah ya da sevap işledim ? cennete ya da cehenneme mi giderim ? ya da ölümden sonra bir hayat var mı ? gibi sorular hep kafamı kurcalardı...Allah'ı türlü türlü sıfatlara koyardım hani eşi benzeri yoktur, siz hangi şekilde düşünürseniz düşünün; O o sıfatta değildir diye sürelerde ve ayetlerde geçiyordu biz de ezberlemiş olduğumuzdan böyle inandık ve korktuk aksini düşünmeye...bunları yazmama rağmen Allah inancını ve peygamber inancını taşırım hep ve başım dara düşse dualar ediyorum hep içimden ama diğer yandan da Allah gerçekten var mı ? varsa neden hep kötülükler ( savaşlar,sefalet,açlık ve hep gözyaşı ) var ? neden sadece iyilikler ve güzellikler olmadı ? soruları da beynimi kurcalıyor doğrusu...kısacası bir yanım inanıyor diğer yanım sorularla mücadele ediyor...
yazınız aldı götürdü beni...ben de düşüncelerimi paylaşmak istedim...yazan yüreğinize emeğinize sağlık...saygılarımla...
İlkel toplumda dinin çıkışı;
İlk dinsel betimlemeler insanın doğa karşısında duymuş olduğu güçsüzlüklerden çıkmıştır ve dinler bu güçsüzlük kompleksini sürdürdüler ve bu güçsüzlükler de günümüze kadar süregelmiştir ve bu anlamda da bilimsel değillerdir, sadece idealist bir düşüncedir. Eğer biraz açmak gerekirse dinin en yaygın biçimlerinden biri animizmdir yani maddi olmayan doğa üstü güçlere inanmaktır örneğin iyi ve kötü ruhlar, şeytanlar gibi ve bu da insanların doğa olaylarını kavrayamamalarından kaynaklanmaktadır örneğin gök-gürültüsü, şimşekler, sel ve diğer tabi afetler gibi ve ayrıca ölüm ve yaşamın ruhsallığına inanmak da animizmden gelmektedir. Yine bunlara bağlı olarak büyücülüğün çıkması ki tıbbi büyücülüğe kadar da gitmiştir ve ölüm karşısındaki güçsüzlük de ruhların varlığını ve öbür dünyanın varlığını ortaya çıkartmıştır..
Aslında konu uzun ama zamansızlığımdan sadece özetliyeyim dedim düşüncemi Ali, sevgilerimle can, güzeldi...
Öyle ya da böyle ; İslam dininin insanlara ve hatta tüm dünyaya getirdiği güzellikleri,yararları inkar edebilir miyiz ?
Kız çocuklarının diri diri gömülmekten kurtarılışı, içkiden-kumardan-zinadan-haramdan-can almaktan alıkoymak, temizlik,çalışkanlık,dürüstlük,barış...hangisi,hangi insan toplumuna zarar vermiştir..ve başka hangi olay insanlara bu güzellikleri verebildi, böylesine yarar sağlayabildi ?
Tartışılması gereken dinin suistimal edilmesi,hurafelerin din gbi gösterilmesi ve dinin siyasete alet edilmesidir.
Bence bilimsel yaklaşarak bile olsa insanların dine sarılmasını
zayıflık ve acizlik gibi göstermek doğru değildir Sayın Yazar ! Saygılar.