- 1044 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR DENİZ MASALI..
Çok kızgındı Tanrıların Tanrısı Zeus. Tüm şimşeklerini büyük gürültülerle denizlerin üzerine yolluyordu. Deniz Tanrısı Poseidon, bu şiddet karşısında korkudan titredi. Yüce Zeus’un İda dağındaki sarayına giderken ’’neden bu kadar kızgın, nedir bu öfkenin sebebi?’’ diye düşünüyordu.
Korkarak huzura çıktı. Kötü kalpli, güzeller güzeli Hera bile, ürkek bakışlarla Zeus’un yanında duruyordu. Gök gürültüsünü andıran bir sesle bağırdı Zeus. Gözleri, parlak kızıl bir alev gibiydi. ’’Nedir bu denizlerin hali, nasıl göz yumarsın bu talana, yağmaya?’’ Hiç bu kadar kızgın görmemişti Zeus’u. Haklıydı, bir şeyler yapmalıydı. İnsanların doymak bilmeyen hırsları karşısında ne yapabilirdi? ’’Bu yüzyılın insanları çok akıllı, nasıl durdurmalı’’ diye düşündü. Zeus’a söylendi: ’’sen de insanların bu kadar üremesine, bu kadar gelişmesine nasıl müsaade edersin?’’ Oysa kendisi denizler içindeki ekolojik dengeyi ne güzel kurmuştu. Achilleus’un Troya önlerinde oğlunu öldürmesinden bu yana, insanların işlerine pek karışmıyordu, ama bir şeyler yapmalıydı. Üç dişli mızrağını hiddetle havaya kaldırdı, insanların üzerine depremler yollamak istedi. Ama Zeus’u kızdırmak en son istediği şeydi.
Sonunda balıklarla konuşmaya karar verdi. Bu yüzden en değerli balıklardan biri olan sardalye balığını çağırdı. ’’Söyle bana; sen ki denizlerimin değişmez balığısın, her türlü denizlerde yaşarsın. Okyanuslarda, Akdeniz’de, Ege’de, Marmara’da. Sayende yunuslar, balinalar, köpekbalıkları, foklar ve hatta martılar karınlarını doyuruyorlar. Yaşamları, her türlü hareketleri ve üremeleri bile sana bağlı nerdeyse. Ne yapmalıyız?’’
Zavallı balık o kadar yorgundu ki; üremek için çok çalışıyordu, yaşamak içinse oradan oraya kaçıyordu. Bitkin bir halde ’’Yüce Tanrı’’ dedi. ’’İnsanların teknolojisi karşısında aciz kaldık, radarla yerimizi kolayca buluyorlar. Uydulardan yardım alıyorlar. Gece binlerce watt gücünde ışık yakıyorlar denizin ortasında. Bizler de aldanıp ışığın altında toplanıyoruz. Tonlarcamızı kolayca avlıyorlar, kaçacak yerimiz kalmadı. Avlanmaya bir ay geç başlasalar, yumurtalarımızı dökecek zamanımız kalsa, bir ay erken bıraksalar da avlanmayı, sayımız çoğalsa.’’
Köpekbalığı söz istedi; ’’nerden çıktı yüzgeçlerimizden çorba yapmak? Yaşamak için gerekli olan en hayati organımız yüzünden, hayatımız tehlikede. Olacak şey değil, buna bir son vermeniz gerek’’ derken, ahtapot söze girdi. ’’Salatam çok güzel oluyormuş, bir de yahnimi yapmaya başladılar. Biraz daha büyüyebilsek. İnsan eli boyunda olanlarımız bile toplanıyor. Bu katliam durmalı, büyümemiz gerek, yoksa neslimiz yok olacak’’
Arka sıralardan ürkek bir ses yükseldi. Akdeniz’in nazlı balığı, güzel balığı trança... ’’Sayımız çok azaldı, sorumsuzca avlandık. İnsanlar geceleri oksijen tüpleri ile dalıp, ellerindeki fenerlerle bizleri, yavrularımızı zıpkınla kolayca avlıyorlar. Ama son on yıldır derin sulara kaçıyoruz neslimizi korumak için.’’
Karadeniz’in simgesi iki balık; hamsi ve kalkan balığı. Koro halinde başladılar konuşmaya. Dertleri aynı. ’’aşırı avlanma var’’ dediler. ’’Ama bizim yerimiz Okyanus kadar büyük değil, kaçacak yerimiz yok. Tek sıkıntımız denizimiz kirleniyor. Tuna nehri Avrupa’nın pisliğini denizimize taşıyor. Don, Dinyeper, Dinyester nehirleri de kirlilik yaratıyor. Denizimiz ismi gibi kararacak yakında. Kaçmaktan vazgeçtik, yaşayacak yer istiyoruz.’’
Poseidon, nam-ı diğer Neptün hiddetinden kıpkırmızı kesildi. Şah damarları patlayacak gibi şişti. Üç çatallı asasını kaldırdı. Depremler yollamak üzereydi insanların üzerine. ’’Zeus ne derse desin’’ diye düşündü. Çok kızmıştı.
Her şeyi yukardan seyreden Zeus ’’Durrr’’ diye gürledi. Üç çatallı asasını yavaşça yere indirdi. Poseidon soran gözlerle Zeus’a baktı. Niyeti neydi acaba?
Zeus düşündü. Sorunu insanlar yaratmıştı ve yine onlar çözmeliydi. Balıksız bir deniz düşündürmeliydi insanları, onlara bir ceza vermeliydi. Ve tüm deniz yaşayanlarına, derinlere çekilmelerini emretti...
Aradan bir süre geçtikten sonra, balıkçıları aldı bir düşünce. Gırgır tekneleri, trol tekneleri birkaç kasa balıkla dönmeye başladılar. Yüzlerce balıkçı kilometrelerce ağ dökerken denize, çıkartabildikleri balık sadece birkaç kiloydu. Mazot paralarını bile karşılayamıyorlardı. Kendi aralarında konuşuyorlardı sıkıntı ve panikle. Recep kaptan anlatıyordu yüzü asık bir şekilde; ’’eskiden böyle miydi, ağlarımız pul pul bereket dolardı birkaç yıl öncesine kadar. Nerden çıktı bu küçük küçük depremler? Bir deprem oldu mu bir hafta balık görmüyoruz.’’
Zeus gülümsedi. Çünkü insanlar bilmiyorlardı ki, Deniz Tanrısı Poseidon kıyılara kaçan, söz dinlemez o birkaç balığı ürkütmek için depremcikler yolluyordu ve bu depremler denizdeki birçok canlı için bir uyarı olmakla beraber, yeryüzündeki insanlara verilmiş gizli bir cezaydı. Soyu tükendi denilen birçok tür, aslında derin denizlerde huzurlu bir yaşam sürüyordu.........
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.