YAKAMOZLAR
Ne sevmekten pişmanım, ne sevilmekten... Ne ağlamak üzdü beni, ne de aldatılmak. Cesurca atladım sularına; dalgalarından korkmadan. Bazen üşüdüm, çıkmak istedim sahile, doğrudur. Ama hiç çıkamadım, hiç vazgeçemedim o uçsuz bucaksız mavilikten...
Korkuttu bazen yakamozların beni... Ayışığı öyle vuruyordu ki üzerine ve etraf öyle karanlıktı ki, çok keskindi yakamozun rengi. Ayışığı ve sen... Sen ve yakamozlar... Ne kadar ayrılmaz bir ikili... Karanlığın içinde yandı yakamozlar; korkutsa da alıştım sonra. Seni aydınlatıyordu ne de olsa. Senden ışıldıyordu.
Sabahı da vardı elbet karanlığın. Karanlıkta ürküten ayışığı gibi değildir güneşin üzerine doğuşu... Masmavi olur gündüz senin rengin; gökyüzü... Gece sakinsindir ama ürkütür üstünde danseden yakamozlardan başka bir şeyin olmayışı beni. Oysa gün, sana delice bir coşku verir; köpürdükçe köpürür dalgaların. Hem yaşadığını anlarım, hem de boğulmaktan korkarım. Ama olsun varsın, ben gündüz açarım. Dalgalarınla sulanır bahçem, güneşin batışı hüzündür, gece ise korkutur çiçeklerimi...
Ne sevmekten pişmanım, ne peşinden gelmekten... Hiçbir şeyin üzemez beni ey aşk; bir tek suların çekilirse ben mahvolurum. Yakamozlar sensiz ölür, ayışığı bile yitirir anlamını sularına vurmadan, bilirim. Sensiz değişir iklimler, bahçem hiçlik olur. Ağlatsan da, aldatsan da vazgeçmedim, vazgeçmem senden. Sen yeter ki bizden vazgeçme... Yitik bir anı, gerçekleşmeyecek bir hayal olma bu hayatta, bana yeter!