- 3177 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUKTUM UFACIKTIM ; BÜYÜDÜM SUÇ OLDUM...
Geçmişte kalan, bugün de olsaydı denen, özlemle anılan şeyler.. "ah o eski günler.." kelimelerini, dünde kalanı, dünün özlemini adeta yürekten cımbızla çeken şeyler.. bugün her şey var gibi, oysa özlemin eski tadı yok artık.. Yarın bugünden daha iyi olacak umudu ile sürüyor yaşam, ama bugün dünden daha iyiye gitmiyor.. yaşanmıyor böyle..
Sıcak günlerin bir öğleden sonrası.. kuytusuna sığınıp bahçenin, koyveriyorum sıcağa teslim olan bedenimi.. düşüncelerimle nefes alıyorum gibi.. dalıyorum anılara.. 70’li yıllarda yaşananlardan, günümüzde hiçbir iz yok sanki.. film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor o yıllar, kah içim burkularak kah gözlerim dolu dolu.. seyrediyorum gözlerim kısık, bilincim açık.. o, bir ulusa kaybettirilen yılları..
"menekşe mendilim düşe, bizden size kim düşe.."
Çok güzeldi 70’lerde bir çocuk olmak.. sokaklarda oyun ile geçerdi saatler.. oyunlar hepimizindi, aklımıza bile gelmezdi kız-erkek ayırımı.. Camdan, içi renkli bilyeleri, rengarenk camgözleri vardı hepimizin.. büyük olanların adı kaflik idi.. Bilyeler, gazoz kapakları dizilir, çizgiler çekilir, küçük çukurlar açılırdı.. misket oynardık biz.. Zambo sakızı favorimizdi.. diğer sakızlardan çıkan futbolcu, şarkıcı, artist ve araba resimlerini biriktirir, değiş tokuş ederdik "çocuk borsası"nda.. kızlar asfaltın üzerine seksek daire-karelerini çizerdi, "hocam, valla ders çalışacaaz.." diye okuldan "ödünç alınan" renkli tebeşirlerle.. Her oyuna bir ebe seçerdik, "ooo piti piti.. karamela sepeti.. terazi lastik, cimnastik.." diyerek.. tombik, istop, yakartop, uzun eşek, kukalı saklambaç.. doyamazdık oyuna, farkına varmazdık hava kararmış mı..
Yakalamaç oynarken, "tırrtt.. tık tık..tak" sesleri ile kopup yere saçılınca, can havliyle sarıldığımız arkadaşın düğmeleri.. gülmekten oynamaktan aklımıza gelmezdi hiç.. ne diyeceğimiz, evde annemizden yiyeceğimiz "zılgıt"a..
Sokak lambaları yanınca sevinirdik, "yaşasın, oyuna devaam..!!" Ama annelerimizin sanki çıldırırcasına sesleriyle, kursağımızda kalırdı sevincimiz.. "Hadiii, akşam oldu artık.. baban gelecek şimdi.. Yemek pişti, haydi sofraya.. koş ellerini yıka, yeter artık, gir içeri bakiim.." Dağılırdık istemeye istemeye, "evli evine köylü köyüne.. evi köyü olmayan fare deliğine.." tekerlemesiyle gülüşerek.. içimizden bazıları göz kırpardı birbirine.. geç saatte buluşup, "zillere seloteyp yapıştırmaca, apartmanı ayağa kaldırmaca" planını uygulamak için.. ağabeyler, ablalar, amcalar balkona fırlayıp, "kim ooo! kim ooo!" diye bağırışınca, kıs kıs gülmek, çişimizi kaçırıncaya kadar kahkahalar atmak için..
telesafirlere necefli maşrapa
Akşam olur, yemekler yenir.. telesafirlik başlardı mahallede.. televizyonu olan evlere doluşurdu herkes.. örgüsünü dantelini, çoluğunu çocuğunu kapan ekran karşısına oturur.. çaylar demlenir, çerezler kurabiyeler hazırlanır, sinema saati beklenirdi.. Adile Naşit’li, Münir Özkul’lu filmlerde, hep birlikte havalara zıplanır, gülünür, göbek atılır.. esas oğlan esas kızdan ayrılınca, kötü adam can yakınca, bir sessizlik olur, gözler nemlenir.. herkes birbirine sokulurdu.. bazen ağlanırdı bile, hep birlikte.. Çoğu zaman, filmin en heyecanlı yerinde - heyecansız an mı vardı? - görüntü gider, necefli maşrapa geliverirdi ekrana.. Kimi zaman görüntü kayar ya da kaybolur, birisi fırlar, balkona veya çatıya çıkardı anteni düzeltmeye.. seslenirdi dışarıdan, "nasıl düzeldi mi.. nasıl oldu, geldi mi?".. içeriden bir ses cevaplardı, "daha kötü, daha kötü.. hah şimdi, geldi.. bırak öyle.. yok yook, gitti yine.."
Sabah olur, terlikçi geçer mahalleden.. dilinde bir türkü İbo’dan, "Ayağındaa kundura.." bakkal Acem, balıkçı Rum, yoğurtçu Arnavut, ne gam!.. sütçüden süt alınır tencereyle, kaynatılır, kaymağı ayrılır yaşlı komşu teyzeye.. Yolu gözlenir postacının, sevdiklerden bir haber umuduyla.. devir mektup devri, el yazılarıyla dökülür duygular düzbeyaz kağıt ovalarına, nakış nakış.. hassas, özenli, incelikli sevgilerle..
Sonra okul yılları.. siyah önlük beyaz yaka.. kocaman, kolası boynu acıtan.. hep aynı şikayet, her okul dönüşü.. ah, bu önlükler.. Derslerde, Ali hep top attı.. Ayşe hep topu tuttu.. Kaya ata bindi.. Oya ip atladı.. Kokulu silgileri koklamak yetmedi, bi’de ısırıldı.. her silgide bir diş izi kaldı.. ikiye ayrılmış fasulye taneleri ile yazı yazma uğraşı ve her nedense bundan zevk almak.. yani, neden gerek, illa ki bakliyatla yazı yazmak..
"bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde.."
Bahar geldi, yaz geldi.. bahçeye kiraz geldi.. Davul fırınlarda pişen börekleri kapıp doğruca pikniklere gitmeler başlardı, havalar ısındıkça.. yok yok, keneler korkutmuyor, akla bile gelmiyordu bu kadar.. mini mini etekleri içinde çıtı pıtı kızlar neşeli.. delikanlılar bayram ediyordu.. serinlemek için Fruko, Neş’e.. Çamlıca, Ankara gazozları.. Kocataş Kola mı? Coca Cola mı?.. Okul çaylarında masa altından gizlice yerli votka.. tuvalette zulada Yeni Harman sigarası.. Ne olacak bu Beatles’ın hali? Kalacak mı, dağılacak mı? Televizyonda naklen ilk futbol maçı, ardından canlı canlı Olimpiyatlar.. Anadol tek kapılı, Murat 124 o günlerin Mercedes’i.. Hacı Murat’la ömre bedel Boğaz’da bir gezini.. Hava atmak mı? Evet aynen.. Ticari taksiler damalı, ücret pazarlık usulü.. 17 saatte, hiç durmadan gitmek Bodrum’a, Ankara’dan İstanbul’dan.. Şehirlerarası 302 otobüslerle, sigara dumanından insanın saçının başının koktuğu.. Ama ne gündü.. Boğaziçi’ne bir gerdanlık misali.. Boğaz Köprüsü’nün açılış günü..
Sıcaklar bastırır, denize koşulurdu cümbür cemaat.. tabii şarttı, karpuz kabuğu denize düşmüşse.. İstanbul’dan denize girilen günlerdi.. el örgüsü minicik bikiniler, makyajsız, kaşları yoluk genç hanımlar.. ner’dee şimdiki güneş yağları.. kakao yağı ile en güzel bronzlaşmalar.. Kadınlar Plajı’nda dolmalı börekli kadınlar günü.. sesi güzel olandan bir kadın ağıtı.. dağılır güneşin battığı yerden dolar sahile kumsala.. "seni uzaktaaan sevmeeek... aşklarııın en güzeliii.."
Dalıp dalıp midyeler toplanır, kayalarda yağ tenekesi kapağında pişirilir, haşlana kavrula.. iştahla yenirdi.. yanı başınızdaysa sevgili, üstüne bir günbatımı romantizmi, icabında.. Sedef Adası’ndan kaçarmış son vapur, kaçarsa kaçsın.. ne gam.. ne güzel, sevinçli ve telaşlı bir hatıra genç aşıklara..
Çikolata renkli Shirley Bassey, kadife sesli Julio Iglesias.. Dario Moreno ve Adamo.. çikolata renkli şarkıcıları ile Sezen Cumhur Önal.. ve bir de Fecri Ebcioğlu, o şarkısı hep dillerde.. "bak bir varmış bir yokmuş eski günlerde.. güzel bir kız yaşarmış Boğaziçi’nde.." Tanju Okan, Zeki Müren.. Ajda Pekkan ve Nilüfer.. Seyyal Taner, Nil Burak.. ve de Erol Evgin.. Batı Müziği adı konulan, ruhumuzu gönlümüzü Türkçe ile besleyen, Türk Pop Müziği ile kendimizden geçtiğimiz yıllar.. Neredeyse mutfak dolabı kadar büyük, iğnesi eskidikçe plakları "haşat" eden portatif pikaplarda, bıkmadan usanmadan dinlenen müzik.. ne şikayet, ne gam..
Mini etek, İspanyol paça, epa topuk ayakkabı en moda.. bir de kot, şile bezi, espadril.. Ne gündelikte, ne de iş hayatında, yok stres kelimesi.. yeniden yapılanma, kalite yönetimi, insan kaynakları, verimlilik, etkinlik.. henüz gelmese de bu kavramlar, şimdilik işler yolunda.. Daha defter kayıtları, önce kurşun sonra üstünden dolmakalemle.. vade ve kambiyo işlemlerinde, "facit" marka en çalışkan personel bankalarda..
küçük şeyler, küçücük şeyler..
Anarşi ve yokluk yıllarıdır 70’lerin ikinci yarısı.. mazot yoktur, araba vapurları çalışmaz, ampul yoktur, pilotlar günlerce kör iniş yaparlar Yeşilköy Hava Limanı’na.. Büyük kentlerin etrafında binlerce gece konan kondular.. sabahlara dek düşünmeler, "Ne olacak bu memleketin hali.."
Sonra "Ayşe Tatile Çıktı".. Kıbrıs Barış Harekatı’nda karartma geceleri.. karbon kağıdıyla ışığı azaltılmış ampul altında kitap okumak, radyoda Hasan Mutlucan, Ayten Alpman.. Sobalarda kestane kebap, fonda Apollo 11 aya inmiş, el sallıyor dünyaya Neil Armstrong.. Münih Olimpiyatları’nda Mark Spitz elma gibi toplarken altın madalyaları, farkına yeni varıyoruz, burnumuzun dibinde kanlı bir İrail-Filistin savaşı olduğuna..
Karaoğlanlar, Başbuğlar, Çoban Sülo.. yüz bin kişi bir arada bir Mayıs günü.. hala ve hep aynı hatırlanacak denizlerle, mahirlerle geçen yıllar..
Yine de dönülmeyecek umutsuzluğun, kaybolacak karanlığın olmadığı yıllar.. "anarşi, terör, yokluk" diye haykıran siyasiler, boza pişirse de bağıra çağıra toplumun ensesinde.. öyle saf bir umutla bakılırdı ki yarınlara.. ne kadar özel ve masum yıllarmış 70’ler.. yaşama telaşı ve insanca ilişkiler, meğer ne kadar güzelmiş.. hele bu günlere bakınca.. küçük şeylerden mutlu olup, küçük şeylere üzülebilmek.. bir şeylerin bir yerlerde büyüdüğünün farkına varmak.. hiçbir şey yapamamak.. yine de geleceğe inanmak ve umutlu olmak..
Hayata tutunmayı, mücadele etmeyi, dostluğu, koşulsuz sevgiyi o çocuklukta öğrendik biz.. çünkü çocukluğumuz oldu bizim o yıllarda.. sokak oyunlarında güle oynaya, mahalle kavgalarında taşlı sopalı, ama dürüstçe, mertçe.. Hulusi Kentmen gibi komiser amcalar vardı.. kulağımızı çekip bizi pişman eden, kavgalı olduğumuzla bizi sarmaş dolaş dost yapan.. cep telefonu yerine kuru boya kalemlerimiz vardı hayal gücümüzü zenginleştiren.. chat arkadaşı yerine, kesik parmaklarımızı birleştirip and içtiğimiz kan kardeşlerimiz oldu.. dünyayı ahreti, aşkı ve hasreti indirirdik kelimelerin büyüsüne.. gözyaşları ile ıslanan mektuplarımız oldu bizim..
"ne pahasına olursa olsun.."
Bu kuşağın deneyimleri, tüm yönleriyle gelecek kuşaklar tarafından bilinmeli..
Çünkü onlar, bir önceki kuşaktan devraldıkları "dünyayı değiştirme" ülküsünün başına, "ne pahasına olursa olsun"u eklemişlerdi.. yaşama, çocukluğunu kaybetmeden bakmayı bilen, yeryüzünde hiçbir ideolojinin, bir çocuk gülüşünden daha önemli olmadığını öğrenenlerdi onlar..(*) Ne zaman yollarını kaybetseler bir çocuğun gözlerinin içine bakarlardı.. çocuk gözlerin yetişkinlere her zaman öğreteceği o üç şeyi görürlerdi.. Nedensiz yere mutlu olmak.. Her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak.. ve.. Elde etmek istediği şeyi var gücüyle dayatmak..
(*)Paulo Chelho
Zeynep A.Edirne
YORUMLAR
Maziye baktığımız zaman, bir film şeridi gibi nelerin geçtiğini hayel edebiliyoruz.Gerçekten bizim dönemimiz gençliğimizi anlayamadan geçti.Özellikle anarşi yılları çok acıydı.Kardeş kardeşe düşmüş anaların gözyaşları eksik olmuyordu. Allah bir daha o günleri göstermesin.Ama küçükler büyümekte ...Hala ilk okula gidiş günümü hatırlarım.
Yüreğinizie sağlık .
saygılar ..
"Seksenlerde çocuk olmak" diye birşey gündemde şimdi..
Tümüyle doğru örneklediğiniz maddeler.. Hepsi ayrı güzeldi.. O zaman çocuk olmak çok daha güzeldi "seksenlerde çocuk olanlar" için.. inanılmaz hızlı bir değişim değil mi?.. 20-25 yılda sanki eskiye dair hiçbirşey kalmadı.. Ne leblebi tozları, ne elvan gazozlar, ne kağıt peçete kolleksiyonları, ne kağıttan uçurtmalar ne şu ne bu..
Yazınızın sadece üslubu özgün geldi bana.. Anlatım gücünüz kuvvetli. Yazı okutuyor kendini. İçeriğe gelince dediğim gibi; şu sıralar moda "seksenlerde yaşananlar".. Ve en sona sıraladığınız üç madde.. Yıllardır maillerde dolaşır durur çocukların bu özellikleri..
"Nedensiz yere mutlu olmak.. Her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak.. ve.. Elde etmek istediği şeyi var gücüyle dayatmak.. " ..
Güzel bir derleme diyorum ben. yorumunuzu da katarak tabii ki..
Selam ve saygılarımla..